Yıkılan Mezar

Ekrem KILIÇ

EDDÂİ

Yıkılmış bir mezârım ki, yığılmışdır içinde

Saîd’den yetmişdokuz emvât, bâ âsâm âlâma.

Sekseninci olmuşdur mezâra bir mezâr taş,

Berâber ağlıyor hüsrân-ı İslâma...

Bedîüzzaman Saîd NURSÎ

(Lemeât, 1923)

Benim kabrimi gàyet gizli bir yerde.. bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum.”

Bedîüzzaman Saîd NURSÎ

(Emirdağ Lahikası, C:2)

 

Yirmi üç Ramazan, Pazartesi gün (1);

Yola koyuldular Isparta’dan dün (2).

 

Hicrî yıl: Bin üç yüz yetmiş dokuzdu.

Yorgundu, oruçtu ve uykusuzdu;

 

Urfa’ya geldiler, Üstâd pek hasta.

Bir oda tuttular İpek Palas’ta.

 

Ziyârete koştu işiten herkes;

Hayret! Buna Üstâd çıkarmadı ses...

 

Oysa, ziyâretçi kabûl etmezdi;

Son kez olduğunu demek ki, sezdi...

 

Polisler gelerek oteli sardı;

Sanki, içeride bir cânî vardı...

 

İçişleri emir yollamış: “Atın!

Kalmasın Urfa’da, sakın ha sakın!”

 

Karakola çekip talebeleri

Dediler: “Acele dönünüz geri!

 

Emir Bakan Bey’den, beklemeksizin

Hemen arabaya binin ve gidin!”

 

Dostları dediler:” Üstâd çok hasta;

Doktorun raporu var bu hususta...”

 

Hatırlı kişiler girdi araya.

Çekildi yüzlerce tel Ankara’ya.

 

Aslında, lüzumsuz idi bunca iş:

Meğer O, Urfa’ya ölmeğe gelmiş...

 

Ateşler içinde geçti son gece;

Dilinde Allâh var hep, hece hece...

 

Yirmi beş Ramazan, sahur olmuştu (3);

Sükûnet içinde Hakk’a kavuştu.

 

Farketmedi dostlar: “Daldı.” dediler;

Vefât ettiğini hiç bilmediler.

 

Ölüsü, dirisi kadar güzeldi:

Hâlâ yaşar gibi, onlara geldi...

 

Öğrenildi, acı haber ulaştı;

Bir uçtan bir uca yurdu dolaştı.

 

Son kez hizmetinde bulunmak için

Koştular her yerden melek, ins ü cin...

 

Namazda on binler saf saf oldular;

Ulu Câmi taştı: öyle doldular…

 

Cenâze başlarda uçarak geldi;

Halîlü’r-Rahmân’da defin edildi.

 

Bin dokuz yüz altmış, Yirmi dört Mart’ı,

Berzah âlemine şerefle vardı (4).

 

Peygamberler şehri mübârek Urfa

Asrın sâhibini bastı bağrına.

 

İbrâhîm Nebî’nin doğduğu makam

Bakmaktaydı O’nun merkadine tam...

                   ***

Dergâh’ı onaran bir sâlih kişi

İki kubbe yapıp ayırmış idi.

 

Biri, istikbâle olsun hediye;

Birine kendisi gömülsün diye...

 

Rüyâda dendi: “Sen başka hazırlat;

Oraya misâfir olacak bir zât!”

 

Bunun üzerine ordan vazgeçti;

Kendisine başka bir mezâr seçti.

 

Bekleyen o yere en uygun insan

Olsa gerek diye, Bedîüzzaman,

 

Vefâtında Urfa, ittifâk etti.

Böyle bir misâfir büyük devletti...

                   ***

Kararmış gönüllü yobaz kişiler

O’na bu saygıyı hazmetmediler.

 

Dünyâyı ettiler hayattayken dar,

Ölünce kabirde bırakmadılar.

 

Kıskandılar halktan cesedi bile!

Kader emredince, her şey nâfile...

 

Nâşını ettiler bu sefer sürgün:

Misâfir kalmıştı tam yüz on bir gün.

 

Dediler: “Kabrini yıkıp açalım;

Nâşını Urfa’dan alıp kaçalım.

 

Halkın bilmediği uygun bir yere

Gömüp kurtulalım O’ndan bu kere...”

 

Konya’da o sıra öğretmen idi,

Aldılar kardeşi Abdulmecid’i,

 

İmzâlattılar bir dilekçe zorla:

Cesedin naklini istiyor, gûyâ...

 

Birlikte Urfa’ya uçtular o gün;

Durumdan kardeşi nasıl da üzgün!

                   ***

Sözünü tuttular O’nu gizlerken;

Vasiyeti buydu, demişti zâten;

 

“Mezârımı pek az talebem bilsin;

İstemem ziyâret için halk gelsin.

 

Bid’atkârânedir ziyâretleri.

Ölünce gizleyin yattığım yeri...

 

Sonradan anlattı bir talebesi:

“Hayretle dinledik bu sözü.” dedi.

 

“Îfâsı çok müşkil bir vasiyet bu;

Nasıl uyacağız, şaştık doğrusu...

 

Aşmışken sevenler yüzlerce bini,

Nasıl gizleyelim halktan kabrini?

 

Hele vefât edip kalınca burda,

O’na mesken oldu sevdiği Urfa...”

                   ***

Bin üç yüz seksen, on sekiz Muharrem (5),

Beklediler olsun gafletli bir dem,

 

Geceden yolları tuttu askerler;

Kimse ne görsün, ne duysun isterler.

 

Kesildi türbenin parmaklıkları,

Kırıldı Üstâd’ın mermer mezârı.

 

Yıkılmış bir mezâr kalarak geri,

Doğrulandı işte, gaybî haberi...

 

Kardeşi çağrıldı, geldi başına;

Bahçeye taşınan azîz nâşına

 

Açtılar, baktılar: ter ü tâzeydi.

Ölü mü, uyuyor mu; acep neydi?

 

Yüz on bir gündür hiç bozulmamıştı;

Gömüldüğü gibi, aynı kalmıştı.

 

Tabutu alarak uzaklaştılar;

Alana, cemse’ yle tez ulaştılar.

 

Askerî bir uçak ile gittiler;

Afyon’da izini kayıp ettiler.

 

Isparta’da meçhul kabre koydular.

O’nun vasiyeti buydu; uydular...

                   ***

“Bizim kabrimizi yerde arama!”

Diyor, hatırlarsan, yüce Mevlânâ...

 

Allâh’ın sevgili kullarının, bil:

Kalblerdedir yeri, toprakta değil!

 

Ne mekân, ne zaman, ne mesâfe var:

Dostlarıyla şimdi bir aradalar.

 

İzlerken açtığı o nurlu yolu;

Milyonların gönlü O’nunla dolu...                       

 

Kaybolsa mezârı ne önemi var?!.

Rûhuna ulaşır ya fâtihalar!..             

31.1.1991

 

(1)  21 Mart 1960 Pazartesi , saat 11.00 Urfa’ya varışı.

(2) 20 Mart 1960 Pazar, saat 09.00 Isparta’dan hareketi.

(3) 23 Mart 1960 Çarşamba, saat 03.00 Urfa’da vefatı.

(4) 24 Mart 1960 Perşembe, ikindi namazını müteakip Urfa, Dergâh’da defni.

(5) 12 Temmuz 1960 Salı, saat 01.00 mezarının yıkılışı. 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.