Bu sıralar Pierre Joseph Proudhon'nun Sanatın Prensibi'ni okuyorum. Ortalarında bir yerde, Proudhon, Courbet'nin "Ornans'ta Cenaze" tablosunu savunurken diyor ki: Kalabalıkta görülen lakaytlık dine saldırı anlamı taşımıyor. Ya? Fransa'da devrimden sonra yetişen insan tipolojisini hicvediyor. Yani, alışkanlıktan cenazelere tören yapıyorlar, ancak asıl manasını veren ruhtan yoksunlar. İkiyüzlüler. Zira dinleriyle irtibatlarını koparmışlar:
"Şu hayvanın karşısındaki yatsı suratlı mezarcıya, dinî adâbı pek önemsemeyen ve haylazca davranan çocuklara, birkaç kuruş için bağlarını bırakıp cenaze merasimine katılan kilise hizmetlilerine, vaftiz töreninde olduğu kadar bıkkın rahiplere bir bakın lütfen. (...) Ne acıklı bir gösteri! (...) Peki Courbet bu tabloyu kim için ve nerede sergilenmek için çizdi? Bir kilise için değil elbette. Zira bu bir küfür olurdu."
Devamında kutsala saldırı gibi okunabilecek bu tavrın gerekçesini de anlatıyor: "Siz hiç cenaze törenine katılmadınız mı? Biz ölülerin dinini yitirdik. (...) Bu yüce şiiri artık anlamıyoruz. Dualara inancımız kalmadı. Ve öbür dünya ile alay ediyoruz. Günümüzde, evrensel düşünceye göre, insanın ölümü hayvanın ölümünden farksızdır. (...) Neden cenaze törenleri? (...) Polisin emriyle iki tekerli bir kağnı arabasının gelip cenazeyi, örneğin Montfaucon'a, götürmesi niye yetmiyor? (...) Courbet'nin bize söylediği şuydu: (...) Ruhları çürümüş ve kadavraya dönmüş sizin gibi insanlar kutsala yapılan bu saygısızlığı farkedemezsiniz. (...) Tam da bu nedenle, Felicite de Lamennais, Pere-Lachaise mezarlığının ortak çukuruna tıpkı bir köpek gibi törensiz ve kortejsiz gömülmek istemişti."
Hatırlarsınız, Türkiye'de de nisbeten tutarlı bir seküler olan Aziz Nesin, cesedinin üniversitelerde kadavra olarak kullanılmasını vasiyet etmişti. Çünkü ona göre ölümünden sonra yapabileceği en faydalı eylem buydu. Uygulanıp-uygulanmadığını ise bilmiyorum.
Buradan şuraya geleceğim: Malumunuz, Ebubekir Sifil Hoca'nın, 'yağmur duasıyla alay eden' Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman gibi isimler üzerinden Diyanet'e yaptığı şöyle bir teklif oldu: "Başta Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman olmak üzere dinî sembol ve değerlerle, duayla, namazla... alay edenler, kim olurlarsa olsunlar, öldüklerinde cesetleri camilerimize sokulmasın, cenaze namazları kılınmasın."
Tabii bu mesajın sosyalmedyada yayılmasının ardından bir kıyamettir koptu. Zaten kır tilkisi gibi kulaklarını dikmiş kullanışlı hareket kollayan binlerce troll var. Hemen maden bulmuş sömürgeci gibi üzerine atladılar. Yehu! Ve elbette her zaman olduğu gibi mevzuun hakikatini ıskaladılar. Başkalarına da ıskalattılar.
Halbuki meselenin özüne inildiğinde Ebubekir Sifil Hoca'nın söylediğinin, en azından Proudhon'nun söyledikleri kadar, rahat anlaşılır bir tarafı vardı. Hatta, eğer ehl-i insaf olsalar, bizzat Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman'ın "Evet, haklı, öyle yapılmalıdır!" demelerini gerektirecek bir mesaj saklıyordu. (Herhalde Aziz Nesin sağolsaydı tasdik ederdi.) Çünkü, madem bu isimler duanın, dinî vecibelerin, tabir-i diğerle 'ritüellerin' hiçbir 'değiştiriciliği' olmadığını savunuyorlardı, o halde cenazelerini de bu yükten kurtarmak gerekmez miydi? Hatta bizzat kendilerini bunu talep etmeli değiller miydi? Tutarlılık böyle sağlanmaz mıydı? İşte, bence, bu konuda Ebubekir Sifil Hoca çok isabetli bir şekilde Türkiye sekülerlerinin eylem-söylem uyumsuzluğuna, hayatlarındaki tezata, yaşamlarındaki ikirciğe dokundu. Sarstı. Salladı. Onları ilkeli bir tavra davet etti. Bunu da Diyanet İşleri üzerinden ifade etti.
Hoş, Diyanet'in böyle kararlı-tutarlı tutumları kaldırabilecek iradesi şu sıralar yok, daha 'domates-biber her kesime gider' şeyler söylemeyi, üstelik beklete beklete söylemeyi, tercih ediyorlar. Olsun, istikametten ayrılmasınlar da, o kadarcık olsun. Ancak Ebubekir Sifil Hoca'nın lincine bizim mahalleden katılanlara insan sormadan edemiyor: Yahu size ne oluyor kuzum? Hayırdır? Dininizin izzetini mi kaybettiniz? Yoksa yağmur duasıyla alay etmenin gideceği yeri-yönü görecek ferasetiniz mi kalmadı? Madem sizin kalmadı. Bari göstereni tukaka etmemeyi öğrenin değil mi ama? Proudhon kadar hakikate saygınız olsun. Onun laik Fransa'ya yapabildiği eleştirinin ondabirini din-i mübin-i İslam adına Türkiye laikliğine yapabilin. En azından bunu başarabilin. İkirciklerine dikkat parmağınızı uzatabilin. Korkmayın. Dik durun. Dik konuşun. Ebubekir Sifil Hoca'nın da bize hatırlattığı budur. Allahu'l-a'lem.