"1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın."
İnsan kendi mesleğinin muhabbeti ile hareket etmelidir. Kendi mesleğini övmek ya da yüceltmek için başka meslekleri alçaltmak ya da noksan göstermek gerekmiyor. Yani kendi mesleğimize muhabbet etmemiz, başka mesleklere düşmanlık etmemizi iktiza etmiyor, etmemelidir de.
İnsan kendi mesleğinin muhabbeti ve sevgisi ile hareket eder, etmelidir de. Kendi mesleğini övmek ya da yüceltmek için ille de başka meslekleri kötülemek ya da noksan görmek gerekmiyor.
Her Müslüman, İslâm ve ehl-i sünnet dairesinde olmak kaydı ile kendi fıtratına münasip bir meslek, meşreb ve mezheb seçme hakkına sahiptir. İslâm bu zenginliği Müslümanlara lütfetmiştir. Bu mânaya işaret eden şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir:
“Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.”
Burada meslek ve meşreblerin farklılığı, Müslümanlar için büyük bir rahmet ve kolaylıktır. Malum, herkesin bir kalıba, bir mizaca girmesi mümkün değildir. Bu yüzden, İslâm farklı mizaç ve fıtratta olan insanları bir kalıbın içine girmeye zorlamamıştır.
Üstad Hazretleri, bu hakikati veciz bir şekilde şöyle ifade etmiştir:
“Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, 'Mesleğim haktır veya daha güzeldir.' demeye hakkın var. Fakat 'Yalnız hak benim mesleğimdir.' demeye hakkın yoktur..”(Mektubat, Yirmi İkinci Mektup)
Bu düsturla, Müslümanlar içinde farklı hak olan meslek ve meşreb sahiplerinin kardeşlik ve birlik mânasını bozacak adımlardan ve davranışlardan kaçınmaları gerektiğine dikkat çekilmiştir. İnsan, fıtraten kendine uygun olan fikri ya da meslek ve meşrebi sever ve onun revacını ister. Bu onun bir hakkıdır.
Ama bu sevgi başka meslek ve meşrepleri inkâr etmesini ya da kötülemesini gerektirmez. Başkalarını kötülemeden de kendi meşrebini sever ve revaç verebilir.
Bir öğretmen veya hekim; “Benim mesleğim en güzeldir” diyebilir, ama “Sadece benim mesleğim güzeldir” diyemez.
Aynen bunun gibi herkes kendi mesleğinin en güzel olduğunu söyleyebilir, onun muhabbetiyle hareket edebilir. Ama “sadece benim meşrebim güzeldir” diyemez. Ehl-i sünnet çizgisinde hizmet eden bütün tarikat ve cemaatlere muhabbet etmek lazımdır. O zaman hiçbir problem olmaz ve niza çıkmaz.
"2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,"
Aynı anne ve babadan dünyaya gelen, iki kardeş arasında kuvvetli bir alâka ve sıkı bir akrabalık münasebeti olur. Hâlbuki bu münasebetin nisbeti birdir; aynı anne babadan olmaktır.
Din kardeşliği ise; bir bağ ile değil, bin bağ ile insanları birbirlerine bağlar. Aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba, aynı meleklere iman etmek, aynı Kâ’be’ye yönelmek ve aynı dine gönül vermek, bunların başında gelir. İşte bu münasebetler öyle bir kuvvet kazanır ki, nesebî kardeşliği çok gerilerde bırakır. Sahabelerin harp meydanında Müslüman olmayan kardeşleri ve babası ile göğüs göğüse çarpışması, meselemizi izah ve ispata kâfidir.
İman birliği, kalplerin ittihadını, o da uhuvvet ve muhabbeti, huzur ve saadeti netice verir. Muhabbet ve uhuvvetin olduğu bir cemiyette hariçten gelebilecek fitne, fesat ve tehlikelerin de fazla tesiri olmaz. Zira aynı Allah'a ve aynı dine inanmış mü’minler arasında ayrılık-gayrılık kalmaz, adeta et ile tırnak gibi iç içe olurlar.
“Evet mü'min olan kimse, iman ve tevhid iktizasıyla, kâinata bir mehd-i uhuvvet nazarıyla baktığı gibi; bütün mahlukatı, bilhassa insanları, bilhassa İslâmları birbiriyle bağlayan ip de, ancak uhuvvettir. Çünki iman bütün mü'minleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.” (Mesnevi-i Nuriye)
İman birliği, kalp birliğini, kalp birliği de içtimaî birliği intaç eder. Zira aynı Allah’a iman etmiş ve aynı dine inanmış müminler arasında ayrılık gayrılık kalmaz. Âdeta et ile tırnak gibi iç içe olurlar.
“'Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dahilî adâvetleri unutmak ve bırakmak' olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir."(Mektubat, Yirmi İkinci Mektub, Birinci Mebhas)
Karşımızda dinsizler bütün hile ve desiseleri ile ehl-i imana hücum ederken, bizim ihtilaf edip kuvvetimizi parçalamamız ancak ehl-i nifakın işine yarar.
Hem ehl-i sünnet ile ehl-i bidat arasındaki ihtilaf, imanın temel esasları ile değil, teferruat kısmı ile ilgilidir. Dolayısı ile bidat ehli ile teferruata ait konuları açıp ihtilaf etmek yerine, imanın temel esaslarında ittifak edip din düşmanları karşısında güçlü bir kale gibi durabiliriz. Üstad Hazretleri şöyle buyuruyor:
"Madem Lâ ilâhe illâllah der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazı kılınabilir."(Emirdağ Lahikası-I, 44.Mektup)
Üstad Hazretleri, bırakın ehl-i bidat ile ihtilaf etmeyi, bu zamanda dinsizlik cereyanları karşısında, Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi ittifak edilmesi gerektiğini şu şekilde ifade ediyor:
"Hadis-i sahihle, âhir zamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar."(Lem'alar, Yirminci Lem'a, Haşiye)
İttifak, İslâm’a düşmanlık besleyen kâfirlere, dinsizlere ve zalimlere karşı yapılır. Dolayısı ile bu üçü dışındakilerle ittifak yapmakta bir mahzur olmadığı gibi, çok menfaatleri de var.
"3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, 'Mesleğim haktır.' yahut 'Daha güzeldir.' diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden 'Hak yalnız benim mesleğimdir.' veyahut 'Güzel benim meşrebimdir.' diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,"
Üstad Hazretleri bu manayı “Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "Yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur.” şeklinde veciz olarak ifade etmiş; Müslümanlar içinde farklı hak meslek ve meşrep sahiplerinin kardeşlik ve birlik manasını bozacak adımlardan ve davranışlardan kaçınılması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
İnsan, fıtraten kendine uygun olan fikri ya da meslek ve meşrebi ciddi sever ve onun revacını ister. Ama kişinin kendi meslek ve meşrebini sevmesi, başka meslek ve meşrebleri inkâr etmesini ya da kötülemesini gerektirmez. Başkalarını kötülemeden de kendi meşrebini sever ve revaç verebilir.
"4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,"
Allah’ın inayeti ve bereketi ancak aynı maksat etrafında toplanan müminler cemaati üzerinedir. Yani müminler birbirlerini sevip, bir maksat etrafında toplanmadıkça Allah’ın yardımı ve bereketi ulaşmaz. Hem dinimizin hem de Müslümanların izzeti ancak ittifak ile temin edilebilir. Zira ihtilaf içinde olan müminler zayıf olur ve kuvvetten düşer. Ehli küfür de bundan istifade ederek, izzetimize hücum eder. Bugünkü başta Irak, Suriye ve Libya olmak üzere birçok İslâm beldesindeki üzücü hâdiseler, Müslümanların izzetini rencide etmekte ve derinden yaralamaktadır.
Birlik ve beraberliğimizi tesis etmenin en mühim sebebi Allah’ın yardımının cemaat üzerine, olmasıdır. İhtilaf ve rekabet adına atılan her adım, Allah’ın, inayet ve rahmetinin ref’ine sebeptir. Böyle bir mesuliyetten kaçınmak lazımdır.
Diğer bir sebep ise, Müslümanların dünya çapında izzetinin muhafaza edilmesidir. İhtilafa düşmüş, birbirleriyle mücadele eden bir İslâm âlemi, ciddi bir izzet kaybına uğramış demektir. Elbette ki, kimse bunun müsebbibi olmak istemez.
"5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,"
Dinsiz komiteler, İslâm’a cemaat şeklinde bir plan ve program dâhilinde hücum ediyorlar. Böyle planlı bir hücuma karşı bizim de ittifak halinde karşılık vermemiz gerekir. Yoksa bir şahıs ne kadar dahi ve kuvvetli de olsa, böyle planlı ve büyük bir hücuma karşı mukavemet edemez ve bir varlık gösteremez.
Din düşmanları, İslâm’a bir plan ve program dâhilinde cemaat şeklinde hücum ediyorlar. Böyle planlı bir hücuma karşı bizim de ittifak halinde karşılık vermemiz gerekir. Yoksa bir şahıs ne kadar dahi ve kuvvetli de olsa, böyle planlı ve büyük bir hücuma karşı mukavemet edemez ve bir varlık gösteremez
Öyle ise, ehl-i imanın birlik ve beraberlik içinde ehl-i zındıkaya ve İslâm düşmanlarına karşı tek vücut olmaları gerekir.
“İttifakta kuvvet var, ittihadda hayat var, uhuvvette saadet var.” (Divan-ı Harb-i Örfî)
Eğer ittifak edilmez ise onlara karşı galip gelmemiz mümkün olmaz.
"6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,"
Batıl hakkı kuşatıp İslâm’a saldırıken; Müslümanlar ihtilafa düşemez, bu duruma seyirci kalamaz. Batıl, müminlerin ihtilaf ve ayrılığından istifade ederek hakka galebe ediyor. Bunun yegâne çaresi; hakka samimi taraftar olmak, ihtilafları sona erdirmek, birlik ve beraberlik içinde hareket etmektir. O zaman hak, batılın hücumundan kurtulur ve galip gelir.
"7. Nefsini ve enâniyetini,"
İhlas ve uhuvvetin önündeki en büyük engel; nefis ve enaniyettir. İnsan nefsine ve benliğine dur demedikçe ihlas ve uhuvveti elde edemez. Bu da hem kendi hayatına hem de mensubu olduğu Âlem-i İslâm’a büyük bir zarardır.
"8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,"
Bir insan izzet-i İslâmiye ile hakiki izzete kavuşabilir. Bazı meseleleri gurur vesilesi yaparak Müslüman kardeşlerine tavır alsa ve cepheyi zayıflaştırsa, bu yanlış izzet, düşmana yardım manasına gelir ve Müslümanların zillete düşmelerine vesile olabilir.
Müslamanın izzeti, küfre ve kâfirlere karşıdır.
İzzet ile kibir arasında ince bir çizgi vardır. İzzet; iman ve ibadetten gelen bir üstünlük iken, kibir; insanın Allah’ın ihsan ettiği nimetleri ve meziyetlere kendi malı imiş gibi sahip çıkıp, kendini üstün görmesi, başkalarına baskı kurmasıdır. Mümin izzetli olabilir, ama asla kibirli olamaz.
"9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder."(1)
Nizaya ve ihtilafa fırsat vermemek için, her Nur talebesi ihlas ve samimiyet ile kardeşinin lehinde feragatte bulunması iktiza ediyor. Kendisi layık ve ehil olduğu halde, makam ve şeref telakki edilen bir vazifeyi, başka ehil olan kardeşine bırakmalıdır. Bu tarz düşünce ve hareket cemaat arasında hâkim olursa, hizmetin hem insicamı ve ahengi devam eder hem de Allah’ın rızası kazanılmış olur. Yoksa herkes rekabetkârane hissiyatına mağlup olarak nefis ve hevasına göre hareket ederse, cemaat ruhu gider, yerine ihtilaf ateşinin kaynadığı bir parti görünümü gelir. Bu da iman hareketine ciddi darbe vurmak demektir.
Sorularla Risale