Neşet Ertaş, 'bir ayrılık bir yoksuzluk bir ölüm' der; yoksulluğu, 'yoksuzluk' biçiminde söyler. Yok'a bir de bulunmazlık eki getirince çift katlı bir anlam oluşur.
'Yoksulluk benim şanımdır' buyuran, bunu hem dünya ile ilişkisizlik olarak hem de Allah'ın sonsuz ve mutlak gücünü ima ederek söylemiştir. Doğu'nun son yüzyıldaki büyük bilgelerinden el-Hüseyni, 'yoksulluk, insanı hakikate ulaştıran en güzel yoldur' der ve iki anlamına da vurgu yapar. Heidegger, Ereignis'te, anlam olarak dilimizde en doğru karşılığı, 'fakr' olan bir kavram kullanır: 'Armut'. 28 Eylül 2006'da Meßkirch'te bunu konu edinen bir oturum gerçekleşmişti. Düşünürün, 'Düşünme Nedir?' (Was ist Denken?) adlı son derece değerli eserinde 'fakr'a ilişkin ne türden şeyler söylediğini konu ediniyordu. Kural bozmayan birkaç istisnası dışında Heidegger yorumcuları, uzmanları ve çevirmenlerinin çoğu, bu kavramı, sözlükteki ilk karşılığıyla, 'yoksulluk'la yorumlar ve çevirirler. Oysa burada kastedilen 'maddi' fakirlik değil, yaratılmış olanın Yaratıcı karşısındaki aczidir, çaresizliğidir. Metnin siyak ve sibakı dikkatle incelendiğinde, 'armut'un, bizim inisiyatik sözlüğümüzdeki 'fakr' anlamında kullanılmış olduğu açıktır. 'Fakr', kulun Yaratıcı karşısındaki güçsüzlüğüdür. Bunu bilgeler 'hiçliği' biçiminde okurlar.
Allah'ın sonsuz isimlerinden biri de, Müzill'dir. Hz. Musa, 'Sana nasıl yakınlaşabilirim?' diye sorduğunda, 'Bana Bende olmayan bir şeyle yaklaş' buyurmuştur. Musa (as), 'Sende olmayan, Sana ait olmayan bir şey mi var?' diye sorduğunda ise, 'Evet', 'Zillet... Bana onunla yaklaş' demiştir. Bu kelimeler, bugün gündelik sözlüğümüzden çekilmiştir. Fakr, zillet, acz, Müzill... artık sadece bir 'okuma' (irfani bir geleneğe mensup ise) birkaç yolcu'nun zihin dünyasında yaşanılır bir hakikat olarak yitmiştir. Kelimeyi ister sufilerin ve Heidegger'in kullandığı 'fakr' (güçsüzlük, acizlik, yoksunluk, yoksulluk, çaresizlik, kimsesizlik, zayıflık) anlamında isterse yoksulluk biçiminde okuyalım, bu hal, insanın ruhunun özgürleşmesi, hakiki insan olabilmesi yönünde önüne açılmış bir imkandır. Yoksulluk endişe verici boyut mu? Maddi yoksulluk'un 'büyük bir musibet, bir sınav nedeni' olduğuna ilişkin rivayetleri hatırlattığınızı duyar gibiyim. Yoksulluğu kim ister! Kim her şeyden yoksun kalmayı diler? Doğrudur, yoksulluk belki de en çetin, en zor, en çürütücü, en zehirleyici şeydir. İnsanın önündeki en tehlikeli tuzaktır. Tarihin her döneminde, her coğrafyada yoksullar yaşamış, yoksulluk olmuştur. Yoksulluğun, insanın, kendi soyuna yakışır biçimde onurlu, ilkeli ve özgür biçimde yaşamasını engellediği de açıktır. Yoksulluğun sosyo-ekonomik bir hastalık olduğu, bunun tasaddukla yok edilemeyeceği, tasaddukun, yoksulluğu tersinden beslediğine ilişkin, -özellikle Murat Belge'nin Radikal'deki konuyla ilgili yazılarını hatırlayalım- eleştirilere düşünce düzeyinde katılıyorum. Ne ki, tasaddukun, yoksulluktan çok, bizatihi yapana taalluk eden bir yönü var. Bu bağlamda, namaz, olmanın, zekat ise, -kök anlamı, yani, tezkiye, arınmadır zaten- sahiplik duygusunun arındırılmasıdır. Tasaddukta, tasadduk edilenin, mülkteki hakkı iade edilir. Bu, zaten onun doğal hakkıdır ve eylem, yapanı temizler, yükümlülükten kurtarır. Asıl Sahib'e yöneltir.
Amaçları üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?
Çeşitli araştırma kuruluşları, sendikalar, resmi kurumlar, dernek ve vakıflar, yoksulluk sınırına, açlığa ilişkin anketler yapıyor. Bunlara ne gerek var? Yoksulluk gün geçtikçe ülkemizde ve dünyada alabildiğine büyüyor, derinleşiyor. Yoksullar artıyor ve onların acıları da büyüyor. Dünyayı hiçbir zaman ve zeminde eşit ve adil biçimde paylaşabilmiş mi insanlık? Necip Fazıl, 'Allah'ın bir pulunu bekleyedursun on kul/Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul/Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa/Yaşasın kefenimin kefili karaborsa' diyordu. Gelir dağılımdaki eşitsizlik ve adaletsizlik, yoksulların varsıllara karşı gardını almasına, iki tabaka arasındaki açının, gerilimin ve husumetin büyümesine de yol açıyor.
Bediüzzaman, Hakikat Çekirdekleri'nde zengin-yoksul tabakaların arasındaki uçurumun nedenlerini şöyle özetler: "Birincisi: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne. İkincisi: İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim. Birinci kelimeyi insanların zihninden çıkaracak tek ilaç, kazandığının fakire ait olan kısmını eksiksiz ve her yıl vermek. İkincisinin de hak etmediğin bir emek karşılığı olmayan kazancı reddetmek yani faizi yasaklamak." Bediüzzaman'ın, bir başka eserindeki ifadelerini de anmak isterim: "Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, hukukta eşitlik mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyet'ten gelen adalet sırrıyla, burjuva denilen tabakanın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle mutlak adaletin lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim."
Yoksullara ve ezilmişlere yönelik bu tutumun ilkesel düzeyde güçlenmesi ve yaygınlaşması umulmalıdır. Lakin yoksullara dönük tasadduk ve yardımların da benzer biçimde yaygınlaşması, bu ilkeyle çelişmez. Özal, yıllar önce, yoksullara yardım ulaştırabilmesi için çeşitli fonlar oluşturmuştu. Bugün o fonlar devam ediyor. Bugünlerde özellikle belediyelerin ve kimi resmi kurumların yerel yöneticilerce belirlenmiş yoksullara kömür vs. yardımı yapmaları, 'sadaka siyaseti' denilerek aşağılanıyor. Kamu kaynaklarının yoksullara politik çıkar uğruna dağıtıldığı söylenerek eleştiriliyor. Bu eleştiride bir haklılık payı var. Ne ki, eleştirenler de siyasal bir mülahaza ile bunu yapıyor ve sorunu politik bir kavganın malzemesi olarak kullanıyorlar. Muhalefet partilerinden olan belediyelerce de buna benzer yardımlar yapılıyor çünkü. Yanı sıra, yapılan yardımlar, örneğin kömür alacak parası hiç olmayanlara, mutlak ihtiyaç sahiplerine yapılıyorsa, bunu böylesine politik polemik konusu yapmak tutarlı değil. Yönetenlerin omuzlarında, yönettikleri toplumda yoksulluğu, zulmü, adaletsizliği ortadan kaldırma ödevi vardır. Bu ödevin bihakkın yerine getirilmesi, soruna palyatif çözümler bulmaktan çok köktenci çözümler bulmayı gerektirir. Muhalefet örgütlerinin amacının da bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olması gereklidir.
Zaman