İHVAN MÜRŞİTLERİ VE SEKİZİNCİ MÜRŞİT
Hasan el Benna’nın 1928 yılında kurmuş olduğu Müslüman Kardeşler hareketi bugüne kadar 8 mürşit tarafından yönetilmiştir. Hasan el Benna’nın şehadetinden sonra cemaat kısa bir yalpalama dönemi geçirmiştir. Silahlı kanada yakın Salih Aşmavi, Hasan el Benna’nın yerine aday iken cemaatin tercihi cemaatle organik bağı olmayan lakin Hasan el Benna’nın arkadaşlarından olan Hasan Hudeybi olmuştur. Saygın bir hukukçu olan Hudeybi aynı zaman da sakin bir kişilik sahibi olmasına rağmen zor dönemlerin de adamı olmuştur. Nasır döneminde İhvan’a yönelik tutuklama kampanyası açıldığında Suriye’dedir ve kendisinden kalması istenmesine rağmen arkadaşlarını Mısır’da yalnız bırakmaya gönlü razı olmamış ve hapiste de olsa arkadaşlarının yanına dönmeyi tercih etmiştir. Hasan el Benna sonrasında cemaat içindeki aşırı eğilimlere savaş açmış ve bu bağlamda ‘Duatun la kudat/Yargıçlar değil davetçiler’ başlığını taşıyan bir kitap yazmış ve bu kitapta amaçlarının insanları yargılamak değil aksine davet ve ıslah etmek olduğunu vurgulamıştır. Hudeybi’den sonra bir başka ıslahçı lider ve mürşit başa getirilmiştir. Ömer Tilmisani üçünü mürşit olup ve badireli dönemlerden sonra gelmiş ve İhvan’ın hapisten çıkmasından sonra cemaati yeniden yapılandırmıştır. Cemaati yeniden terbiye eksenine sokmuştur. Lakin ikinci defa Filistin meselesi rejimle ilişkileri gerginleştirmiştir. Müslüman Kardeşler’in yaşamış olduğu mihne ve meşakkat devirlerinin temel nedeni Filistin meselesidir. 1948’den sonra Faruk’la girdikleri çekişmenin temel nedenlerinden birisi Filistin olmuştur. Yine 1979 yılında Sedat’ın İsrail’le Camp David anlaşması yapması da başta İhvan olmak üzere bütün İslami cemaatlerle Sedat rejimi arasında gerilime neden olmuştur. Bu gerilim de Sedat’ın sonunu getirmiştir.
1980’li yıllarda ise yeni bir mürşit görmekteyiz. Muhammed Hamid Ebu Nasr. İçine kapalı ve etkisiz görünen M. Hamid Ebu Nasr’ın devresinden sonra ise mürşitlik makamına daha şahin kanadın adamı olarak nitelendirilen Mustafa Meşhur seçilmiştir. Meşhur’un da kısa bir dönem sonrasında vefatından itibaren yine ıslahçı kanada yakın olan Memun Hudeybi mürşitlik makamını ihraz etmiştir. Kendisiyle şahsi tanışıklığımızın olduğu tek mürşit ise Muhammed Mehdi Akif idi ve 28 Şubat süreci öncesinde İstanbul’da tanışmıştık. Kendisi denge adamı olarak nitelendiriliyordu lakin İsam Aryan konusunda sözünü geçiremediği için istifayı tercih etmiş ve fırtınalı bir ara dönemden sonra, 1959 yılında Hamalı Muhammed Süleyman Neccar’ın delaletiyle cemaate intisap etmiş olan Muhammed Bedii sekizinci mürşit olarak seçilmiştir. Cemaat içinde Mahmut İzzet’e yakın bir isim olarak değerlendirilmiştir. Son seçimlerde tartışmalı isim olan Mahmut İzzet de makamını kaybetmiş ve yerine Genel Sekreterliğe Mahmut Hüseyin getirilmiştir.
Hakkında Kutupçu veya şahin ekolden olduğuna dair söylenti veya yakıştırmalarla birlikte Muhammed Bedii cemaati siyasetten uzak tutmayacağını ve kazanımlarını muhafaza edeceğini söylemiştir. 9 yıl kadar hapiste yatmış ve çıkmıştır. Cemaat içinde Mahmut İzzet, Sabri Arefe ve Mahmut Gazlan gibi şahih kanatla birlikte anılıyordu.
Zaviye değiştikçe İhvan’a bakış açısı da değişmektedir. Bununla birlikte, Mısır rejimi 2000 tarihinden itibaren iyice ihtiyarlamıştır. 2005 yılı itibarıyla da İhvan en önemli tarihi siyasi başarısını elde etmiş ve 88 milletvekili ile ana muhalefet olduğunu göstermiştir. Muhammed Habib’e göre, bunun yolu, rejimin 2004 yılında muhalefetin önündeki engelleri kaldırmasıyla açılmıştır. Aynı yıl yani Mübarek’in Almanya’da tedavi gördüğü yıl da, Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek hem babasının yerini alma kampanyası hem de rejimi gençleştirme operasyonu başlatmıştır. Bu bağlamda, daha önce ordu ağırlıkla olan rejimin yapısı Cemal Mübarek’in iştigal sahası olan ticari eksene kaymış veya business ekibi hükümete egemen olmuştur. Bunun sonucu Safvet Şerif gibi yıllanmış ve kaşarlanmış siyasi simalar da kendilerini kabine dışı bulmuşlardır. Bütün bunlara rağmen Mısır rejimi de Müslüman Kardeşler hareketi de uzmanlara göre yaşlanma dönemi yaşamaktadırlar ve üzerlerinde bunun arazları fazlasıyla görülmektedir. Dolayısıyla bu ihtiyarlayan iki yapıdan birisi diğerinin yerini mi alacaktır yoksa çözüm ikisinin de dışında ve kurulu denklemin haricinde midir? 2011 yılında hem başkanlık seçimleri hem de parlamento seçimleri yapılacaktır. Muhtemelen o güne kadar değişim olmazsa Mısır rejiminin yeni karakteri bu seçimlerle birlikte taayyün edecektir.
Rejim yaşlandı lakin Müslüman Kardeşler gibi alternatif kurumlar da ruh yok.
EKLER:
BİRİNCİ EK: MÜSLÜMAN KARDEŞLER VE İRAN
Muhammed Zahid el- Kevseri merhum, ‘mezhepsizlik, dinsizliğe köprüdür’ demişti. Bazı durumlarda bu söylenebilir. Bu bağlamda, ‘takrip de, teşeyyüe (Şiileştirme) köprüdür’ denebilir. Şam’da faaliyet gösteren Fethü’l İslam adlı İslam Üniversitesi Müdürü Hüsamettin Ferfur bir defasında İran’ın finanse ettiği el Alem dergisine yaptığı değerlendirmede Şia ile Ehl-i Sünnet arasında takribin mümkün olmadığını söylemiştir. Zira, Şia’nın maksadı, İmam-ı Gazali’nin ifade ettiği gibi objektif gerçeği arayıp, yakalayıp bulmak değil; diyalog yoluyla subjektif gerçeğini pazarlamaktır. .Bunu Reşid Rıza denemiş lakin daha sonra Şia tarafından tekfirle suçlanmıştır. Keza Hasan el Benna ‘ittifak ettiğimiz noktalarda yardımlaşır; edemediğimiz noktalarda birbirimizi mazur görürüz’ şeklindeki yaklaşımı Reşid Rıza’dan tevarüs etmiş ve devşirmiştir. Lakin Amerikan işgali sırasında Irak’ta hiç de böyle olmamıştır. Bunda belki kim bilir diğer bir uç olan selefilerin da kabahati vardır lakin zaten uçlar birbirini beslemektedir. Suriye İhvanı özellikle de Mustafa Sıbai takripten yana Şii ulemasının sahabeler ve özellikle Ebu Hureyre ve benzerleri hakkında söylediklerini yakinen gördükten ve bunlara tanık olduktan sonra takribin tahrip olduğuna karar vermiş ve Es Sünne kitabında bu hususları açık ve seçik bir biçimde ortaya koymuştur. Said Havva ise daha açıktan yazmış ve ‘Humeyni’nin akide ve tavırlarında çarpıklıklar’ olduğunu ifade eden müstakil bir risale yazmıştır. Sonunda Yusuf El Kardavi de 2008 Eylül’ün de takribin teşeyyü anlamına geldiğini ilan etmiş lakin bu sözlerine kendi eski cemaatinden de karşı çıkanlar olmuştur. Bu karşı çıkanlar arasında başta Yedinci Mürşit Muhammed Mehdi Akif olmuş ve İranlılarla akçeli ilişkileri olan işadamı Yusuf Nida da müzaheret etmiş ve ilginç sözler söylemiştir. Akif, ‘ 57 Sünni ve bir tek Şii ülke var birisi daha teşeyyü etse ne lazım gelir?’ şeklinde işin kemiyetini nazara veren lakin keyfiyetini göz ardı eden fantastik bir söz sarf etmiştir. İhvan’la temas halinde olan lakin organik bağlantısı olmayan Muhammed Selim Avva ve Fehmi Huveydi ve Tarık Bişri gibiler de teşeyyü tartışmalarında İrancı kanada yakın durmuşlardır. Bu da duyarsızlığın doruk noktasını temsil etmiştir. Takrip babından Ezher şeyhlerinden Mahmut Şeltüt, Şia mezhebiyle taabbüt edilebileceğine dair bir fetva vermiş ve Yusuf Kardavi’nin böyle bir fetvanın Mahmut Şeltüt’ten sadır olmadığı yönündeki sözleri sübut bulmamış ve fetvanın belgesi bulunmuş ve yeniden yayınlanmıştır. İhvan işadamlarından ve milyarderlerinden Yusuf Nida da bu fetvaya istinaden beşinci mezhep olarak andığı Şia mezhebi kurallarıyla ibadet edilebileceğini savunmuştur (10).
Yusuf Nida, İsna Aşeriyye mezhebi mensuplarının da, sünniler gibi Abdullah İbni Sebe gibi gali ve aşırı kişi ve akımları reddettiğini ve hatta tekfir ettiğini ileri sürüyor. Bunun için Kaşif el Gıta ve Hadi Hüsrevşahi gibi isimleri şahit getirmektedir. Lakin popüler ve Sünnilerle diyalog içinde olan bu isimleri iyice elediğimizde manzara değişmekte ve onun göstermek istediği gibi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Yazdıkları tahlil edildiğinde bu isimlerin daha derinden sızma yaptıkları ve Mustafa Sıbai örneğinde olduğu gibi muhakkik ulema ile karşılaştıklarında bu yönlerinin derhal açığa çıktığı ve çözüldüğü görülmektedir. Musa Carullah Bigi de el-Veşia kitabında en azından Kaşif el Gıta konusunda mühim şeyler yazmıştır. Yusuf Nida fürudaki ihtilafın dinden çıkarmayacağını söyleyerek ihtilafı usulde değil füru da göstermektedir. Bununla birlikte cumhuru ulema tekfir etmese bile hem usulde hem de füru da tenasüpsüzlük nedeniyle Şia’yı ve özellikle İsna Aşeriye mezhebini bidat mezheplerden birisi olarak telakki etmiş ve tanımlamıştır. Kaldı ki, füruda, müt’a nikahı gibi meselelerde de derin ihtilaflar vardır ve bu nedenle de Hanefi Müftüsü Muhammed Haseneyn Mahluf, Mahmut Şeltüt’ün fetvasına füru boyutunda da karşı çıkmıştır. Ahmet El Katip gibi Yusuf Nida da ihtilafın siyasi dairede başladığını ve zamanla itikat boyuta taşındığını ve itikat dairesine intikal ettiğini söyleyerek isabet etmekle birlikte çıkış noktası olarak değil de çözüm noktası olarak meseleyi hafife almaktadır. Haricilerle ihtilaf da siyasi suretle başlayıp itikat alanına intikal etmemiş midir? Siyasi olarak başlayan siyasi olarak bitirilmeli diyorlar? Bu nasıl olacak? İran’da resmi mezhep İsna Aşeri olduğu ve rehberin ve cumhurbaşkanının da bu mezhepten olması anayasa da yer aldığına göre, Sünnilik savunmada, Şia ise saldırı halinde bulunmaktadır? Dolayısıyla, burada birisi kendini tashih edecekse, o da Şia olmalıdır. Çünkü sorumluluk karar merciine aittir ve en azından İran bağlamında inisitayif de onlardadır. Bu bağlamda, Yusuf Nida, Şii dostlarına telkinde bulunmalıdır. Halbuki, anlaşıldığına göre o telkini, savunma pozisyonundaki tarafa yapmaktadır. Yusuf Nida, İhvan ile Şia arasındaki ihtilafın usulde değil füruda olduğunu ileri sürmektedir. Yusuf Nida bununla da yetinmeyerek, Şia hakkında kendisi gibi düşünmeyenlere de aşağılayıcı sıfatlarla hitap etmektedir.
Lakin, Ahmet Mansur’la konuşmasında Yusuf Nida, mesele İran’da İhvan mensuplarından ve Humeyni’nin Sünni müttefiklerinden Ahmet Müftizade’nin başına gelenlere intikal edince gözyaşlarını tutamamıştır. Devrimin başında Humeyni ile ittifaka giren Ahmet Müftizade daha sonra yeni rejimin, Ehl-i Sünnet ve bilumum Şii olmayan diğer grupların hakları noktasında umursamaz olduğunu görünce, sesini yükseltmiş bu da 10 yıl hapsine yol açmış ve ölüm ihtimali kesinleşince de dışarıda ölmesi için salıverilmiştir. Şia konusunda sadece Kur’an-ı Kerim’e dayanarak bir eser ortaya koyan ve 1988 yılında Türkiye’yi ziyaret etmiş bulunan başka bir Kürt alimi olan Nasır Sübhani de idam edilmiş ve hakkında selefilik ithamı ve yakıştırması yapılmıştır. Devrimden sonra Müftizade, Ayetullah Humeyni’ye sözlerini tutmadığı için çıkışmış ve yüzüne karşı şunları söylemiştir :” Bize İslami devlet vaadinde bulunmuştun lakin getirdiğin yeni bir Safevi devleti oldu. Şayet mesleğimde dağa çıkmak ve kılıç çekmek olsaydı hiç tereddüt etmezdim…” Bu cüretkar sözler Humeyni ve yandaşlarının can evinden vurmuş ve adeta Müftizade’nin idam fermanı olmuştur. Ayetullah Humeyni, Nasir Sübhani’nin ‘ sapık ve saptırıcı’ olduğu yaftalamasıyla birlikte idamını emretmiş ve bu talimat da yerine getirilmiştir. Böylece İran rejimi, Emevi döneminde Geylan ed Dımeşki veya Cehm İbni Safvan’a yapıldığı gibi itikat farkından dolayı Nasır Sübhani’nin idamını emretmiştir. Bu seleflerinin de çığırına ve sünnetine uygun bir yaklaşım olsa gerektir.
Mevlevi Abdulaziz gibi alimlerin de hatırlattıkları gibi, Ayetullah Humeyni, devrimden hemen sonra sünnilere Tahran’da cami ve külliye yapılması için 10 dönümlük bir arazi bağışlamış lakin rejim güçlendikten ve sünnilerle arasının açılmasından sonra bu sözlerini askıya almış ve projeyi iptal etmiştir. Kürt ulemasından bir heyet bu gibi konularda şikayetlerini bildirmek için Ayetullah Musevi Erdebili’yi ziyaret ettiklerinde ve sızlandıklarında kendisine has Türkçesiyle heyete şunları söylemiştir :”Anayasayı yaptığımızda biz zayıftık ve takiyye yaptık şimdi ise güçlendik ve dolayısıyla daha önceki sözlerimiz şimdi bizi bağlamaz…” Bu da gösteriyor ki, takiyye, İran’da yazılı olmayan bir kural hatta anayasadır (11). Nasır Subhani de fikirleri yüzünden (Şia ile) idam edilmiştir. O da Ahmet Müftizade gibi İhvan mensubu bir Kürt alimi olup inancının ve bunları dile getirmenin bedelini hayatıyla ödemiştir. Kendisi İttihad-ı Ulema-i Müslimin de Kardavi’nin Yardımcısı olan Ali Muhyiddin Karadaği’nin dostları arasında bulunuyordu. İdamının nedeni ‘Vilayet ve İmamet’ adlı çalışmasıdır ki, bu çalışma İran’ın yeni efendilerinin hoşuna gitmemiştir. Bu bağlamda, İran İhvan’ıyla Mısır İhvan’ı arasında İran rejimine bakış ve onu hoşgörüyle karşılama noktasında dağlar kadar fark vardır.
İhvan ile İran ilişkileri noktasında yapılmış müstakil bir çalışma vardır. Abbas Hameyar’ın hazırlamış olduğu söz konusu kitap, İran ve İhvan-ı Müslimin adıyla basılmıştır. Söz konusu kitapta siyasete çok bulaştıkları için cemaatini yani İhvan’ı eleştiren Kuveytli Abdullah Nefisi iki taraf arasındaki zikzaklı ilişkilerin mahiyetini ve son tahlilde geleceğini bir ayetin ışığında cevaplıyor :” Beynehuma berzahun la yabğiyan/ aralarında aşılmaz duvarlar ve engeller var…(12)”
Esas ve temel meseleler, İhvan ile İran’ın arasını ayırsa bile Ayetullah Humeyni ve seleflerinin siyaseti dinin özü olarak algılamaları ve Müslüman Kardeşler’in de buna yakın tasavvurları zaman zaman iki tarafı yakınlaştırmaktadır. Dolayısıyla siyaset dopingi, ilkeleri aşan bir maslahatçılık anlayışı getirmektedir. Dolayısıyla, dinin ötelediğini çıkar ve siyaset buluşturuyor.
İKİNCİ EK: İHVAN VE ABD İLİŞKİLERİNİN TARİHÇESİ
Bir iki yıl önce Türkiye’de yakından tanınan İhvan mensubu bir isim Türkiye’deki iktidarın İhvan ile ABD arasında arabuluculuk yapmayı teklif ettiğini lakin İhvan yönetiminin buna sıcak bakmadığını söylemişti. Bu değerlendirmeyi veya bilgi notunu bir kenara iliştirmekle birlikte üzerinde de durmamıştım. Ürdün’de Rey gazetesinde yazan Salih Kallab’ın bunu teyit eden bir makale kaleme almış olması konuyu yeniden güncelleştirdi. Yazısında şöyle yazıyor :” ABD, 11 Eylül felaketinin ardından kendisini, din adına gerçekleştirilen ‘tedhiş ortamıyla’ mücadele içinde buldu. Washington bu dönemde Mısır’daki Müslüman Kardeşler’le eski bağlarını yenilemeye çalışmıştı. Hedef, dünya genelinde teröre başvuran Kaide ve küçük örgütlerin aşırılığıyla mücadelede Müslüman Kardeşler’le hem muhalefetteyken hem de iktidara geldiğinde işbirliği imkânı bulmaktı. ABD, Müslüman Kardeşler’in birçok ülkede iktidara gelmesini veya iktidara ortak olmasını kolaylaştırmak için tek bir şart koştu: Tutumlarını yumuşatması ve totaliterliği bırakması. Fakat Müslüman Kardeşler’in eski ideolojik yaklaşımlarından kurtulamaması bu girişimi başarısız kıldı… ABD bu nedenle Türk halkının ekonomik, toplumsal ve siyasi taleplerini yerine getirebilecek yeni bir siyasal İslam türünün belirmeye başladığı Türkiye’ye yönelmeye hız verdi. Türkiye bölge halkı için de model oluşturuyor, bütün dünyadan kabul görüyordu. “
Sanki makaleden anlaşılan, ABD 11 Eylül sonrasında ılımlı bir İslam türü ve markası üretmek istemiş lakin İhvan işbirliğine yanaşmamıştı ve böylece ılımlı İslam’ı temsil meselesi de Türkiye’de AKP kadrolarına kalmıştı. Lakin, Kallab yazısında bu markayı ABD’nin üretmediğini sadece bundan işbirliği noktasında yararlanmak istediğini savunuyor. Ya da iki tarafın çıkarlarının da bu bağlamda kesiştiğini ifade etmeye çalışıyor.
Müslüman Kardeşler, Mısır rejimiyle inişli çıkışlı ilişkilere sahip. Zaman zaman belirli konularda pazarlık marjı içinde olsalar da Müslüman Kardeşler’in sonuç itibarıyla tamamen yuları rejime kaptırmadığını ve zorunlu olan bir ilişki türünde dahi dikkatli ve ihtiyatlı davrandığını söyleyebiliriz. Sözgelimi, Sedat’la eski arkadaş olmalarına rağmen Ömer Tilmisani eski dostunun tekliflerine ve ayartma usullerine karşı direnmişti. Nasır’dan sonra, Nasirizm temsilcisi olan, devlet içindeki Nasırcı siyasi oligarklarla (merakizi kuva) baş etmek isteyen Sedat, diğer taraftan da üniversitelerde solun egemenliğini kırmak ister. Bundan dolayı Fas’da İkinci Hasan ve Tunus’da Burgiba’nın yaptığını yapar ve İslami kesimlere açılmak ve onlar üzerinden sol ile üniversitelerde denge kurmak için dostu Tilmisani’ye müracaat eder. Müslüman Kardeşler’den üniversitelerde işbirliği beklenmektedir. Lakin Müslüman Kardeşler bu işbirliğine yanaşmazlar. Bunun üzerine devlet dengeci bir hareket üzerinde çalışır ve bunun üzerine Cemaat-ı İslamiye diye yeni bir hareket doğar ve bu hareket 90’lı yıllarda devletin ve rejimin başına bela kesilir. Dolayısıyla samimiyetsiz zeminde kurulan ilişki türü sonunda tarafların başına bela olmaktadır. Rejim yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştur. Türkiye’de de PKK ve Hizbullah bağlamında benzeri iddialar vardır. Ekolojik çevre politikalarında da bu böyledir. Sözgelimi, Avustralya’da bazı canlı türleriyle mücadele için Latin Amerika veya benzeri yerlerden getirilen yabancı tür canlılar bu ülkedeki eko dengeyi bozmuş ve aksü’l amel meydana getirmiştir.
*
Seyyid Kutup ve Hasan el Benna’nın, ABD ve Batı medeniyetiyle alakalı görüşleri oldukça serttir. Bu bağlamda, Hasan el Benna, Bediüzzaman’ın Siyonizm için söylediği gibi ABD ve Batı medeniyeti için ‘ene/ego medeniyeti’ tabirini kullanır. Yani nefsine ve nefsaniyetine tapınan ve onu put haline getiren bir medeniyet anlayışı ve türü. Ve çeşitli yazı ve belgelerde Batı’yı bir nevi sosyal Darwinist olarak tanımlar. Adeta Hasan el Benna, ABD ruhunu oğul Bush’un yıllar sonra tanımladığı gibi tanımlar. Dünyayı kutuplaştıran ve ‘bizimle olanlar ve olmayanlar’ şeklinde düşmanca kamplara bölen bir anlayış. Bu bakış açısından dolayı da İngilizler İhvan’ı dost kategorisine sokmazlar ve onunla mücadele etmek için İhvanü’l Müslimin yerine İhvan el Hürriyye kurarlar. Ama bu proje tutmaz. Esasında, Hürriyet Kardeşleri felsefi köken itibarıyla İhvan-ı Safa’ya kadar gideceği gibi aynı zamanda Tahrirü’l mer’e (Kadının Özgürleştirilmesi) kitabının yazarı Kasım Emin’e kadar da uzanır. Onunla da buluşur. Amerikalıların Irak işgalinden sonra kurdukları ve kalpleri ve zihinleri kazanmaya matuf televizyon kanalına Hürre (özgür kadın ) adını takmaları yine tesadüf müdür? Yine bu kanalın özgür kızı veya spikeri olan Suudlu Nadiye Bedir’in ‘ Ben de kendime dört koca istiyorum!’ demesi rastlantı mıdır? Lakin İhvan-ı Hürriyye projesi tutmadığı gibi Hürre Kanalı da tutmaz.
İkinci Dünya Savaşının akabinde bizdeki Komunizmle Mücadele Derneklerinin mantar gibi bitmesi bağlamında Amerikalılar Hasan el Benna’ya da yaklaşırlar ve ona komunizme karşı birlikte mücadele etme teklifinde bulunurlar. Lakin ideolojik nedenlerden dolayı ABD ile İhvan arasında İkinci Dünya Savaşının ardından bir işbirliği imkanı ve ortamı teessüs edemez. Fikri nedenlerden dolayı muvasala imkanı yoktur. Birleşik Arap Cumhuruyeti’nin yıkılmasının ardından Suriye başbakanlığına getirilen Maruf Devalibi de yine benzeri tekliflerle karşılaşır. Ona oğul Bush gibi iki seçenek sunarlar :” Ya komunizm blokuna dahil olursun ya da İsrail ile birlikte bize katılırsın!” Bu teklife karşı Maruf Devalibi ‘bunun hiç ortası yok mu?’ diye sorunca ona da ‘kızıl sarıklı’ lakabını takmakta bir beis görmezler.
Yine Afganistan işgalinin ardından Amerikalılar Sedat’a başvururlar ve ondan İslami kesimlere ulaşma noktasında kendilerine yardım etmesini isterler. Amerikalılar Pakistan üzerinden yani dolaylı olarak bazı Mücahid hiziplere ulaştıkları gibi Sedat üzerinden de İhvan’a uzanmak ve ulaşmak isterler ama İhvan, Enver Sedat’ın aracılığıyla gelen teklifi reddeder. İran devrimi nedeniyle biraz da gafil avlanan Amerikalılar özellikle Carter döneminde rehineler konusunda Arafat’ı devreye sokmak istedikleri gibi İhvan’ın üçüncü Mürşidi Ömer Tilmisani’den de arabuluculuk yapmasını isterler. Sedat’tan müsaade aldıktan sonra Ömer Tilmisani bu niyetini İran tarafına iletir ve İranlılar bu talep karşısında şöyle cevap verirler :” Ziyaretimize gelmek istiyorsa başımızın üzerine. Buyursun, gelsin. Lakin rehineler konusunda zahmetine değmez…” Bu cevap üzerine ziyaret yatar.
11 Eylül’den sonra ılımlı İslam modelleri üretmek üzere ABD yeniden İhvan’ın kapısını çalar.
Türkiye, Fas ve Bahreyn’de ılımlı İslami çizgideki partiler seçimlere girince ABD siyaset yoluyla İslami kesimlerin terbiye edilebileceğini ve yumuşatılabileceğini düşünür ve Richard Haas da ABD’nin İslami partilere karşı olmadığını ve siyasi sürecin parçası olmalarına bir maniin bulunmadığını duyurur. Rand’a birkaç rapor hazırlayan Neocon ekipten Zalmay Halilzad’ın eşi Cherly Benard da liberal İslami bir anlayışın ve modelin reddedilemeyeceğini savunmuştur. Bu bağlamda, ABD, Mısır İhvanıyla diyalog kapıları aralamaktadır. Lakin buna vakit kalmadan Ocak, 2006 tarihinde Filistin’de seçimler yapılır ve seçimleri Hamas’ın kazanması üzerine fiili anlamda diyaloğun önü kapanır. Zira, Hamas fikri olarak Müslüman Kardeşler’in Filistin’e bir kolu ve uzantısıdır ve ABD ve müttefiki İsrail, sandıktan çıksa da onu hazmetmekte zorlanmaktadır. Dolayısıyla teorik olarak İslamcılara uzanma çabaları fiiliyatta ve pratikte Gazze duvarlarından geri döner. Dolayısıyla 2005 ortamında Müslüman Kardeşler Mısır rejimi ile ABD arasındaki sürtüşmeden istifade etse de daha sonrasında yine ABD’nin kefesi rejimden yana kaymış ve İslami kesimlerle ortak zemin arayışı tıkanmıştır. Bununla birlikte, gerek Kuveyt ve gerekse başka ülkelerde Müslüman Kardeşler’in bazı kollarının ABD ile temasta oldukları bilinmektedir. Bununla birlikte Mısır İhvan’ı gibi, Suriye İhvanı da rejimle mücadelesinde ABD’ye güvenmenin ve dayanmanın sağlıklı olmadığı sonucuna varmıştır. Buna mukabil, ABD, Irak işgalinde özellikle bu ülkedeki Şii İslami muhalefetten yararlanmıştır. Keza İhvan’ın Avrupa eski Sözcüsü Kemal Helbavi de AKP ile ABD ilişkilerini işbirliği bağlamında görmekte ve değerlendirmektedir.
Sözümüzü, Umman gazetesi Vatan’da yazan Şevki Hafız’ın bu yöndeki değerlendirmesiyle noktalayalım: “Türkiye İsrail’le askeri koalisyon içine giriyor ve buna karşı bize döner eti, televizyon dizilerindeki aşkları ve ‘Kurtlar Vadisi’ dizisinin kahramanlıklarını veriyor. Bu durum, aşırılığa ve taşkınlığa kaçmayan, demokrasi ve çoğulculukla uyumlu liberal İslam’ı sunmak için ABD’nin bölgedeki Türk eğilimini desteklediğine işaret ediyor. Yani Avrupa’nın hasta adamı Türkiye sağlığına kavuştu ve bir başka hasta adam olan Arap vatanının mirasının bölüşülmesinde ötekilere ortak oldu. (Umman gazetesi Vatan, 20 Ocak 2010)…”
Bu babı, İhvan’ın 7’inci Mürşidi Muhammed Mehdi Akif’in bir sözüyle bitirelim :” Ben Mübarek’e karşı ABD’den güç devşirmem…” Bu söz yine bir buhranlı dönemde Bediüzzaman tarafından söylenmiş olan "Ben tokadımı Antranik'le beraber Enver'e vurmam” sözlerinin tarih berzahında yeniden yankılanmasından ibarettir.
25 OCAK DEVRİMİ VE YENİ DÖNEM
25 Ocak tarihiyle birlikte anılan Mısır halk hareketi ülkeyi yeni bir aşamaya getirmiştir. Mübarek’ten sonraki dönem kurgulanmaya ve oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda toplumun en önemli dinamiklerinden biri olan Müslüman Kardeşler de masaya davet edilmiş ve hatta çekilmiştir. Yuvarlak masa toplantısına katılanlardan birisi Cemaat adına Abdulmünim Ebu’l Futuh olmuştur. İhvan içindeki liberal veya reformcu kanadı temsil etmektedir. Yuvarlak masa toplantısı sonuçlarından pek memnun olmasa da yine de bazı önemli ilerlemeler kaydedildiğini söylemiştir. Diğer muhalefet temsilcileriyle birlikte Mübarek’in derhal istifasını şart koşmuştur. Bu şart askıda kalmış lakin Mübarek’in geçici olduğu da bir başka gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Gazetelere sızan bilgilere göre, toplantıda Müslüman Kardeşler’den kadının kapanması için zorlanmayacağı ve ayrıca İsrail ile yapılan Camp David anlaşmasına muhalefet edilmeyeceğine dair taahhüt alınmıştır. Bunun doğru olması halinde Hamas ile bu konu etrafında ana hareketin çatallaşma eğilimi içine girdiği anlamına gelecektir. Lakin yine de Kudüs konusuyla da alakalı olan Oslo Antlaşmasıyla Camp David anlaşması aynı kefeye konulamaz. Yeni dönemde Müslüman Kardeşler’in iktidara ortak olacağı hatta iktidarın büyük ortağı olabileceği de tasavvur dışı değildir (13).
Dipnotlar:
1- http://www.almasry-alyoum.com/articl...7&IssueID=1667
2-(http://www.aljazeera.net/NR/exeres/C594269F-8A8D-476C-9031-D35C9BC264DB.htm
3- El İhvan el Müslimune fi Mısra : Şeyhuhe Tüsariu’z Zaman, s : 130, Halil el İnani, Mektebetü Şuruk ed Devliye)
4-(http://www.assabeel.net/ar/default.aspx?xyz=U6Qq7k%2BcOd%2FF7pkgJUE53N3pZngd29Ep%2BoGXL8Hu%2FovH9natzob2R6M8IXoKlY%2FrCF7zZmDxkd0OWWSM0gyZgvLqiT7GF6wh )
5-http://www.almesryoon.com/news.aspx?id=24183
6-http://www.yeniasya.com.tr//2007/06/12/yazarlar/afersadoglu.ht
7-25-01-2010, İslamonline, Malik Bedri ile konuşma .
8- http://www.asharqalarabi.org.uk/mu-sa1/b-mushacat-3570.htm)
9- El Hitap es Siyasi es Sufi fi Mısra, Dr. Muhammed Sabri ed Dali, s: 184, 185, Daru’l Kütüp ve’l Vesaik el Kavmiyye.
10- http://www.ikhwanonline.com/Article.asp?ArtID=45436&SecID=391
11-) taftan-tna.blogspot.com/2009/01/blog-post_20.html)
12- Abbas Hameyar, İran ve Müslüman Kardeşler, Beyrut, S. 247
13-Hürriyet gazetesi, 7 Şubat 2011