Şehrin üzerine çökmüş sisin bir türlü dağılmaması misali, dünyasının her köşesine sirayet etmiş bir hüzün, aylardır kalkmıyor üzerinden.
Güneş görmeyen soğuk kış gecelerini andıran hayatını kan çanağına dönmüş gözlerinden akan yaşlarla ısıtmaya çalışıyor.
Nişanlısı yüz yüze görüşmeye bile gerek görmeden bozmuş nişanı. Birkaç cümleye sığdırılmış ayrılık haberini aldığı o meşum mesajı okuduğu gece yarısı, hayatı da yarılmış. "Seni sonsuza kadar seveceğim." diye haberler getiren mesaj bu kez "Seninle yapamıyoruz, ayrılık her ikimiz için de hayırlı olanı." sözlerini taşımış. Bir 'bip' sesiyle her şey alt üst olmuş.
"Mideme korkunç sert bir yumruk yedim sanki." diyor bir yandan ağlayarak. "O geceyi nasıl geçirdim hiç bilemiyorum. Allah kimsenin başına vermesin. Hayatım zindan oldu. Tüm hayallerim yıkıldı. Beş ay sonra evlenecektik."
Nişanlısıyla yüz yüze görüşememiş. "Sana tüm anlatabileceğim bu kadar, yüz yüze görüşmek bir şeyi değiştirmeyecek ki!" cevabını almış. Israrları fayda vermemiş.
"Beni çok seviyordu, nasıl ayrılabilir, anlayamıyorum."
"Ben de senden ayrılan bir insandan neden vazgeçemedin, onu anlayamıyorum." diyorum. Yüzüme hatalı bir şey söylemişim gibi bakıyor. Kalbinin nişanlısından vazgeçmesini, onu bırakmasını beklemem yanlış bir şeymiş gibi.
"Bunu bilsem sizinle konuşuyor olmazdım." diyor terslenerek.
"O kadar eminim ki, o gidecek başka bir kız bulup evlenecek, başka birini sevecek, mutlu olacak, buna dayanamıyorum." der demez yersiz bir soru soruyorum. "Onu kıskanıyor musun?"
"Bu kıskançlıksa, evet, kıskanıyorum. Onun bir başkasını sevme ihtimaline dayanamıyorum." Tam bu an uyanıyorum. Önümde ilerlemem gereken bir iz beliriyor. İyi takip edersem, tam olarak ne olduğunu bilmediğim ama sezdiğim bir yere varabiliriz.
"Bunu biraz daha açsan keşke."
"Artık bir başkasını düşünecek, beni değil. Bunun ihtimaline bile katlanamıyorum."
"Bir başkasını düşünecek olması mı, yoksa seni düşünmeyecek olması mı burada daha çok dert ettiğin şey sence?"
"Beni düşünmeyecek olması sanırım."
"Birinin seni düşünmesi senin için ne anlama geliyor?"
"Herkes sonuçta hatırlanmak ister."
"Yani, onun seni unutması..." diyerek cümleyi onun tamamlamasını bekliyorum. "Onun beni unutması yok olup gitmem demek, hiç olmam demek. Ölsem daha iyi."
"O zaman, onun seni bırakması, seni unutması anlamına geliyor, seni unutması da yok olmak gibi bir şey. Sevdiğin bir adamın seni terk etmesinin sende 'yokluk' hissi uyandırması ilginç değil mi?"
"Burada ilginç olan ne ki?" diyor alaycı bir tonla.
Konuşmasının bir yerinde, "Yaşadığımız onca şey paylaştığımız onca anı ne peki, yok olup gidecek mi onlar?" dediğini hatırlatıyorum. "O kadar güzel hatıralarımız var ki, şimdi onlara yoklar ve buna da dayanamıyorum. Kendiyle birlikte onları da elimden aldı götürdü."
"O şimdi hayatında olsaydı, o kadar güzel hatıralarınız nerede olacaktı, yine geçmişte kalmayacak mıydı?" diye soruyorum. Konuşmaya devam etmeye niyeti olmadığını görünce devam ediyorum: "Hatıra hatıradır, onun şimdi yanında olması geçmişi nasıl elinde tutabilir ki? Eski nişanlından vazgeçememenin nedenini görebiliyor musun?" diye soruyorum.
"Çünkü onu çok seviyorum." diye atlıyor söze can havliyle.
"Acı çekmenin, kalbinin ondan vazgeçememesinin sebebinin tam olarak bu olduğundan emin değilim. Israrla onun seni unutmasından korktuğunu söyledin. Ayrıca hatırlarınızın yok olmasından. Seni hiç unutmaması, hep sevmesi, onun dünyasında devamlı bir varlık kazanma talebindi, bu da hayatının geçiciliğine, faniliğine, bir gün bitişine karşı bir nevi ilacındı ya da savunmandı. Şimdi bu savunman çökmüş oldu gibi görünüyor. Seni unutması demek bir parçanın ölümü demek, yok olman, soğuk bir hiçliğe karışman demek adeta. En iyi ihtimalle de dünyadaki varlığının zayıflaması demek. Tıpkı flulaşan bir silüet gibi... O yoksa geçmişin de yok gibi senin için. Önünde ne gelecek kaldı ne geçmiş. Asıl dayanamadığın bu dünyadaki geçiciliğin gibi görünüyor."
"Evet, haklı olabilirsiniz." diyor mahcup bir bakışla, ''Bu olaydan sonra yaşlanmaktan daha bir korkar hale geldim."
"Belki de hep korkuyordun, kendini bildin bileli. Bu yüzden bu adama bu kadar bel bağladın."
Aklıma ''Dördüncü Şua"nın başındaki Birinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye'deki "Bendeki aşk-ı beka" diye başlayan paragraf geliyor.
"Aslında," diyorum, "aşk dediğimiz hal, aşk-ı bekanın gölgesine yapışma halidir. Aşk-ı beka da aslında yolunu şaşırmış bir aşktır." Ne demek istediğimi ben tam anlayamıyorum ki, o anlasın. Böyle bir şeyi anlamak onu yaşamanın derecesiyle mümkün. Üzerinde düşünmek istiyorum sadece, Dördüncü Şua'yı bir kez daha okuyarak.
Zaman