Aziz dostlar! Bu hafta sizinle bir makalenin tercümesini paylaşacağım! Yucinya kelimesini ben daha önce duymadım. Batı felsefesinde bu kelimenin karşılığı nedir onu da bilmiyorum? Bilen varsa paylaşsın. Sabredip sonuna kadar okuyabilirseniz geçmişi anlamada önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum.
"Maske Düştü.
Yücinya’nın hakiki çirkin yüzü geri döndü.
İnsanların çoğu Yücinya kelimesini işitmemiş, onu işitenler de Hitler’in 1945 yılında hezimete uğraması üzerine sona erdiğini düşünmektedirler. Bu tez ilk defa 1883 yılında Sör Frances Carlton tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre insan cinsinin sahih gelişmesi aslî çizgisinden sapmıştır. Zenginlerdeki hayır duygusu ve insaniyet bu uygunsuz üreme yöntemini teşvik etmekte ve cesaretlendirmektedir. Bu durum tabii seçimi bozmaktadır. Zira zayıflar bu yardım olmasa yok olacaklar, insan nesli bunlardan temizlenecektir.
Bu yüzden insanlık nevi, sun’î bir arındırmaya muhtaçtır. Bu işleme Yucinya adı verilmektedir. Yani asil sülalelere (nesillere) asil olmayan nesillere kıyasla daha hızlı çoğalma fırsatı verilerek insan cinsini güzelleştirme anlamına gelir.
Yucinya tabii seçimi bilinçli suni bir seçimle değiştirmek istemektedir. Arzu edilen sıfatların geliştirilmesini hızlandırmayı hedefleler. Böylece insan istenmeyen sıfatlardan kurtulacaktır. Geleceğin nesli bu yolla yetiştirilecektir. Bunlar muasır gençlik, çağdaş nesil için yapılacaktır.
Ancak problem burada başlamaktadır. Başkalarından daha faziletli olan nesil kimin neslidir? Bunlar kimlerdir? Üremeye diğerlerinden daha fazla hak sahibi olanlar kimlerdir?
Yucinya üremeye layık nesiller ile üremeye layık olamayan nesilleri tespit etmiş durumdadır. İnsan cinsini bilinçli bir şekilde değiştirme Yucinya’nın toplumsal hedefleri arasındadır. İnsan, biyolojik gelişime hâkim olduğunda diğer bütün her şeye hâkim olmanın temel taşını atmış olacaktır. Varlık âlemini parmaklarında oynatacaktır.
Yucinya hareketi XX. asrın başında Avrupa ve Amerika’da yayıldı. Henüz genetik bilimi emekleme aşamasında iken bir çok bilim, siyaset, felsefe adamı ve büyük servet sahipleri bu fikre katıldı, bu düşüncelerle yetişti. Bertrand Russell, Bernal, Julian Hinseli, Ronald Fisher, Bernard Shaw, Haflek İlis, D. H. Lorans, Heskli, H C Wils, Roselvet, Tesersil, John Rockefeller…
Yucinya kendini koruyan, savunan ve program olarak uygulayan çok kuvvetli bir akım oluşturdu. Avrupa ve Amerika’yı peşinden sürükledi. Nihayet bir din oldu. Bu dinin kutsalı insanların eşit yaratılmadığıydı.
Avrupa, 18. asırda silah, diplomasi ve çeşitli hilelerle Afrika’ya hâkim olmuştu. Sonra Asya ve Amerika kıtasına hâkim oldu. Uzun süre hâkimiyetini sürdürdü. Öyle ki kendini âlemin efendisi olduğuna inandırdı. İnsanlığın diğer kısmı ona hizmet etmesi için yaratılmıştı.
Halkın durumu ferdin durumu gibidir. Eşit yaratılmamışlardır. 1923 senesinde Carl Biricham “siyahlar zayıf akıllılar grubunu teşkil etmektedir. Bunların toplumdaki oranları artmaktadır” yani “bunların sayısı arttıkça Amerika geri zekâlı bir toplum haline gelmektedir” diyordu.
Daha 18. asırda toplum bilimci Herbert “fakirler tabiatları icabı hak etmedikleri için fakirdirler. Bizim için onları yaşamak ve nesillerini sürdürmeleri için teşvik etmemek bir görevdir” diyordu.
Darvin’in aksine ıslahın daha çok nesil bırakacağını söylüyordu. Islah sayesinde zeka, sıhhat ve övülmüş ahlak (sıfatlar) bakımından daha seçkin nesiller elde edecekti. Kendi koyduğu ahlaki ölçülere benzeyen nesiller.
Yucinya’nın ilgilendiği en önemli konuların başında nüfus artışını sınırlamak gelmektedir. Fakir devletlere verdikleri paralar karşılığında nesillerinin bir kısmını yok etmeleri için yöneticilere cesaret verirler. Bu seçkinler Yücinya temsilcilerine karşı halklarını müdafaa etmezler. Çünkü “Türlerin Aslı” kitabını okumuştur her biri. Orada “üçüncü dünya ülkelerinin gelirleri nüfuslarını beslemeye yeterli değildir!” diye yazar!
Çin, nüfus artışını sınırlandırmanın iktisadi meziyetlerine inandırılmıştır. Hükümet halkın sayısını indirme kararı almış, bu kararı sert bir program halinde uygulamıştır. Ailelere bir çocuktan fazla edinmeleri yasaklanmıştır.
Yucinya yeni bir yola girmiştir. Üçüncü Dünya ülkeleri için hayat ve kültür modellerini özgür Batının bakış açısına uydurmak yolunda teşvik etmektedir.
Bilgi çağına gelindiğinde dikkatini nadir maharet sahiplerine çevirmiş, toplumun eğitimini bırakmış, halkın seçkinlerinin eğitimi ile yetinme yolunu seçmiştir. İktisat asrında toplu üretim için toplum genelinin eğitilmesi gerekmekteydi. -Üretime katkı sağlayacak maharetlerin yaygınlaşması için.- Ancak bilgi çağında en yetenekli talebelerin yüksek maharet kazanmaları yeterli görülmektedir. Üretim yasaları geri dönüşümle ilgili görevleri çoğaltırken bilgi çağı (geri dönüşümü olmayan işler için) son derece yüksek maharetler istemektedir.
Bilgi çağı toplumun yüzde beşini geçmeyen seçkilerin milli gelirin yüzde seksenini ele geçirmelerini netice verecektir. Halkın yüzde doksan beşi bu seçkin zümrenin hedeflerine ulaşmaları için istihdam edilecektir.
Bu durumda hüküm azınlık (yüzde beş) Yücinya eline geçecek ve halkın eğitimine olan ihtiyaç ortadan kalkacaktır. Aynı şekilde teknolojik ve ilmi gelişme için yaratıcı eğitime teşvik etmeye ihtiyaç kalmayacaktır.
Yücinya hocalarından Heksli şöyle demektedir: “Büyük halk kesimlerinin eğitilmesi yeni zenginler tabakası yaratacaktır. Yücinya yeni zenginler istemez.” D.H. Noransi, halka ait bütün okulların derhal kapatılmasını istemektedir. Halkın tamamının okuma yazma öğrenmesi gereksizdir. Açlık, salgın hastalık ve harp tehlikesi büyük kitlelerin eğitiminden daha az masraflı olacaktır.
Genetik mühendisliği ve biyoteknoloji asrına girdiğimizde genler ile zeka ve karakterler arasındaki ilişkileri inceleyen araştırmalar artış göstermiştir. 2001 yılında Richard, Yücinya’nın geri dönüşünü şu sözlerle haber vermişti. “Yeni bir asrın kapısındayız. Üstün ırk savaşında öne geçecek yeni insan neslini elde etmek için hayal süratinde hareket etmeliyiz.”
Korkutucu olan Yücinya’yı yücelten seslerin, birbirini takip ederek gün geçtikçe artması ve siyasetin nefes aldığı havayı kirletmesidir.”
SON 50 YILIN POLİTİKALARINI DAHA ANLADIM
Makalenin tercümesi burada bitti. Ben kendi adıma bu yazıyı okuduğumda en azından son 50 yılın politikalarını daha iyi tahlil etme imkanı edindim. İhtilal yıllarını yaşayanların hatırladığı gibi o yıllarda yaygın bir şekilde kısırlaştırma aşılarının yapıldığı söylentileri işitilmekteydi. Ya da köy köy, ev ev dolaşıp kadınları kürtaja davet eden “Papatyalar” hepinizin hatırındadır.
Bu yazı bana niçin hor görüldüğümüzü de izah etti. “Nasıl bu zalimler kendi halklarına bu kadar acımasız olabilirler” diye düşünürdüm. Demek onlar bizim hayatımızın gereksizliğine, asil insanların nesillerini bozduğuna inanıyorlar.
Sayın Başbakan’ın üç çocuk ısrarını burada hatırlamakta yarar var! Kimlerin keyfinin kaçırdığını iyi bilmeli. Aziz arkadaşlar, sahih Anadolu nesli çoğalmalı üç değil beş çocuk isteseniz Allah’tan yeridir. Çünkü laventenler çok rahatsızlar, zira üreme kabiliyetini kaybettiler.
Ancak yazıda en çok dikkat çeken konu, eğitimin içini boşaltma çabaları. Yıllardır ülkemizde eğitimin içini boşaltılmaya çalışan bir anlayışın varlığı bilinmektedir. Sayın Başbakan asıl bu noktaya dikkat etmelidir.
(Bu yazı Nafham.Com sitesi ders notları arasında yayınlanan Dr. Ahmet Müstecir’e ait bir makalenin tarafımdan yapılmış tercümesidir. Arapça öğrenmek isteyenlere bu siteyi tavsiye ediyorum her düzeyde ücretsiz dersler verilmektedir.)