Öfkenin hafızayla bir bağlantısı var galiba. Ne kadar öfkeli insan tanıyorsam aynı zamanda hafızaları kuvvetli. Gerçi yaşlanınca insanların (hafızanın rağmına) aksileştiğini söylerler, ama bu bahsettiğim ondan farklı. Hatırlamaktan ziyade 'onunla yaşamak' demeliyim belki. Bir insan ne kadar geçmişiyle birlikte yaşıyorsa o kadar gergin oluyor. Mazisini arkada bırakamayanların geleceğe mirası hiç geçmeyen bir agresiflik. Onlar, bir değişmez halet gibi, hep öfke taşıyorlar omuzlarında.
Bu biraz da kafalarında 'hep yaşayan' kavgalar olduğundan. Onları geride bırakmadıkları için, gelecek yıllar, kalplerindeki kavga sayısını arttırmaktan başka işe yaramıyor. Bu şekilde nasıl mutlu olunabilir? Neşe, o kadar kalıcı birşey değil çünkü. Kin gibi değil. Zeval-i lezzetin de elemi var. Sen o elemin üstüne bir de zeval-i elemin lezzetinden de vazgeçiyorsun. İki kere kötü oluyor. Son bulmuş elemlerden bile neşe almak yerine öfke devşiriyorsun. Şimdi sen nasıl mutlu olursun? Senin mutsuzluğun kendini mahkûm ettiğin, yani ki duvarları senden, bir hapistir.
Belki de bu yüzden tarihi konuşan insanlar daha gergin. Onlarla konuşmak, başkalarıyla konuşmaktan daha zor. Unutkanlar daha bir akışına bırakmış, daha bir rahat. Benim seçici algımdan da olabilir bu: Açık oturumlarda en çok tarihçiler tartışıyorlarmış gibi geliyor. Yahut en azından tarih bilgisi iyi insanların daha çok kavga edesi var. Kafalarında kapatılmamış çok sayıda dosya olduğundan mı? Belki de.
En nihayet demem o ki: Unutmak da bir nimet. Unutmak nedir? Unutmak, geride bırakmaktır. Aşmaktır. Uzlaşmaktır. Anlamlandırmaktır. Geride bırakmak da bir nimet. Hangi nimetin hakkını vermezseniz, Allah onu elinizden alır. Hiçbir şeyi unutamayan, ama geride de bırakamayan, mutsuz tipler olursunuz.
"Hafıza bir nimettir. Fakat ahlâksız bir adamda, musibet zamanında nisyan ona râcihtir. Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterâkim olmuş âlâmı unutturur."
Bunun şöyle bir kötü yanı daha var üstelik: Maziyi değiştiremezsiniz. Geleceğe dönük öfkelerin iradeye hareket imkanı sağlayan bir yönü var. Bir umut ışığı hep asılı ufukta. İyileşebilir. Öfkeniz bu değişim için motor güç olabilir. Ama geçmişle edilen kavgaların iyileşesi de yok. Geçmişi değiştiremezsiniz. Geçmişe tesir edemezsiniz.
Yenileceğin yerlerde savaşıyor, kıramayacağın duvarları yumrukluyorsun. Dibine doğru yüzerek sudan çıkamazsın. Sabrını geçmişe saçıp dağıtıyorsun. İşte sen böyle böyle kendini mutsuzluğa mahkûm edersin. Kimsenin sana kötülük etmesine ihtiyacın kalmaz. Keşke biraz akıllansan da yükünü gemiye bıraksan.
"Diğeri, hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: 'Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.' O dedi: 'Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.' Yine ona denildi: 'Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek..."
Birşeyleri de arkanda bırakmalısın. Hepsini birden taşıyamazsın. Acizliğini kabul et. Kabın küçük. Ellerin küçük. Dimağın küçük. Sonsuzluk avucuna sığmıyor. Her yeni gün yeni şeylerle dolman için biraz da payından boşaltman gerek. Barışman gerek. Anlaşman gerek. Teslim olman gerek.