Yürüyerek Bediüzzaman'a mektup götürürdü

Risale-i Nur'ları yazıp çoğaltan ve 1000 kalemli Sav kahramanları diye nitelenen Sav Köylülerden biri olan Tevfik Gül'ü, vefat yıldönümünde yazar Ömer Özcan, RisaleHaber okurları için yazdı.

RisaleHaber-Haber Merkezi

Risale-i Nur'ları yazıp çoğaltan ve 1000 kalemli Sav kahramanları diye nitelenen Sav Köylülerden biri olan Tevfik Gül'ü, vefat yıldönümünde yazar Ömer Özcan, RisaleHaber okurları için yazdı.

İşte Ömer Özcan'ın yazısı

Tevfik Gül 1913 Isparta–Sav doğumludur. Külliyata isimleri çok geçen Sav kahramanlarından  “Hâfız Mehmed Gül”ün oğlu, “Mustafa Gül”, ”İbrahim Gül” ve “Ali Gül” ün yeğenleridir.

Tevfik ağabeyin Hz. Üstad’a yaptığı çok ilginç ziyaretleri var. Zamanında bin kalemle Risaleleri yazıp çoğaltan Sav kasabası hakkında anlattıkları ise çok önemli, tarihi bir belge hükmünde. Hatıraları içinde bizi en çok etkileyen husus ise, Risale-i Nur’daki muhteşem üslup ve ifade tarzı ile Bediüzzaman Hazretlerinin günlük konuşmaları arasındaki fark olmuştur… Tevfik ağabey Üstad’ı taklid ederek anlattı bize.

Risale-i Nur, Sav Karyesine ilk defa Merkez Camii (Dalboyunoğlu Câmii) İmam Hatibi “Hacı Hâfız Mehmed Avşar” (R.H.) vasıtasıyla girmiştir. Tevfik Gül ise aynı Câmide 25 sene müezzinlik yapmış ve oradan emekli olmuştur. Yirmi beş senenin on senesi Hacı Hâfız’dan sonra imam olan oğluna, on beş senesi de ahfadına yani torununa müezzinlik yaparak geçmiştir. Tevfik ağabey çok müdakkik ve belâgat sahibi bir insan. Hitabesi çok kuvvetli… Kendisini tanıdığımız 1995 senesinden itibaren hemen her sene ziyaretine gittik. Muhtelif vesilelerle anlattığı çok kıymetli hatıralarını kaydettik ve bir sıraya göre metin halinde yazdık. O, bin kalemle Nurları yazan Sav Köyü için gerçekten canlı bir tarihti. Kendisinden çok şeyler öğrendik.

Tevfik Ağabeyimiz 30.04.2004 tarihinde vefat etti ve Sav kabristanına defnedildi. Allah kabrini nur eylesin. Âmin…

Vefatının 6. yılı vesileyle, kendisinden kaydettiğimiz hatıraların birkaç bölümünü Risale Haber okuyucuları ile paylaşmak istedim.

Üstadım, bunlar Sav kahramanları

Yine bir gün bir mektup geldi Sav’a. Amcam “Mustafa Gül” mumlu kâğıda yazıp teksir makinesinde çoğalttıktan sonra Üstad’a göndermek istedi. Üstad Isparta’da Hüsrev ağabeyin kaldığı evin üst katında kalıyor... Mevsim kış, çok soğuk var, her tarafta kar ve yollarda buz var. Komşu komşuya çıkamıyor. “Bunları Üstad’a kim götürecek?” dedi. “Ben götürürüm amca” dedim ve bir kardeşle yola çıktık. Köye (Sav) gelen bir kamyon varmış onunla gidelim dedik, kamyona bindik. Fakat hava o kadar soğuk ve buzlu ki, kamyon biraz gittikten sonra kaydı ve yolda kaldı. O gün Üstad’a gidemedik. Ertesi gün çorapları çizme gibi ayağımıza çektik, altımızda çarık, o zaman çizme yoktu. Ellerimizde eldiven, kafayı da sardık, yayan olarak Isparta’ya vardık.

Bizi Hüsrev ağabey karşıladı, mektupları aldı, üst kata Üstadın yanına çıkmadan biz: “Ağabey malûm ya buralara kadar gelmişken Üstadı ziyaret edelim” dedik. “Üstad hasta konuşamıyor” dedi. Biz de, “biz konuşturmayız sadece elini öpsek yeter” dedik. “Peki, söyleyeyim, eğer müsaade ederse ziyaret edersiniz” dedi ve yukarı çıktı. Başka kimse yok. Üstad, “hasta olduğunu kimseyi kabül edemeyeceğini” söylüyordu. Biz alt kattan hafifçe duyuyorduk. Hüsrev ağabey gelenlerin Sav’lı olduğunu ve hizmet için geldiklerini söyleyince Üstad hemen kabül etti.

Üstadımız şahsı için gelenleri kabül etmiyordu. Yukarı kata çıktık. Hüsrev ağabey: “Üstadım, bunlar Sav kahramanları” diye bizi takdim etti. Üstad Hazretleri bizi ayakta karşıladı. “Mâşaallah-Bârekallah!!,  Mâşaallah-Bârekallah!!,  Mâşaallah-Bârekallah!!” diyerek bizlere iltifatlar etti. (Bu sözleri Tevfik ağabey güzel ve pürüzsüz sesiyle öyle heyecanlı ve tecvitli söylüyordu ki, bizleri de heyecanlandırıyordu. Ö.Özcan)
 
Üstad şark kürdî şivesiyle konuşuyordu

Üstad, şark kürdî şiveyle konuşuyordu. Şu Risalelerdeki belâgat, yüksek edebiyat ve ifadeler, bu zatın mı? Diye düşünülürdü. Üstadımızın vazife başında apayrı bir şahsiyeti vardı. Şark şivesiyle konuşmaya devam etti. “Hüsrev bunlar Savlidir?” Yanımdaki arkadaş benim “Hâfız Mehmed”in oğlu olduğumu söyleyince Üstad: “Hangi Hâfız Mehmed’in oğli?” dedi. Ben “Savalı Hâfız Mehmed’in oğlu” deyince “Haa! Savali Hâfız Mehmed’in oğli?” Sonra bana “gel gel gözlerinden öpeyim seni” dedi, çekti gözlerimden öptü. Arkadaşımı da “gel gel seninde gözlerinden öpeyim” dedi. Oturun bakalım deyip oturttu bizi. “Babanın makamını biliyor musun” diye bana sordu. “Ben ne bileyim Üstadım” dedim. “Baban Hâfız Muhammed, Hâfız Muhammed, Hâfız Ahmed, onları ismen ecdadımla beraber duamın içine alıyorum” dedi. –Bu üçü burada vefat etmişti. Babam 1943’de Üstad Denizli Hapsinde iken vefat etmişti.— “Siz de onlar gibi olmalısınız, onlar az zamanda çok vazife yaptılar, o merâtibe yetiştiler, siz de onlar gibi olmalısınız” dedi. “Baban Aktapların içindedir. Hâfız Ali ve Mehmed Zühtü ile beraber Aktap ve Kutuplarla bir çizgide geçiyorlar” diyerek gökyüzünde eliyle şöyle bir yay çizdi.
 
Bütün Âlem-i İslâm Türkiye’ye bağlıdır

Sonra Üstad: “Kardeşlerim! Bütün Âlem-i İslâm Türkiye’ye bağlıdır; Türkiye Isparta’ya bağlıdır; Isparta SAV’a bağlıdır; Sav Risale-i Nur’a bağlıdır; Risale-i Nur Kur’an-ı Azîmüşşân’a bağlıdır; Kur’an-ı Azîmüşşân da Arş-ı Âlâya bağlıdır.” Diyerek bin kalemle yazan Sav’a verdiği ehemmiyeti belirtti.

Sonra: “Bu gelişimde Sav’a gelecektim, fakat SAV köy olması dolayısı ile ziyarete gelecekler, kabül etsem tahammülüm yok, kabül etmesem gücenecekler, hem nazar-ı dikkati celp edecek. Onun için benim gelemediğimi ve selâmımı söylersiniz. Ben Sav’a Karyesini küçük-büyük, avam-havas, taşına-toprağına dua ediyorum. Ben Sava Karyesini Câmi-ül Ezher olarak kabül ediyorum” dedi.

Üstadımız tasarrufunu rüyalarımızda devam ederdi

Üstad Sav’a gelir miydi? Bu soru çok soruluyor. Üstad Isparta’ya geldikten sonra tebdil-i hava için çıkar, buraya gelir, Eğirdir’e giderdi, hatta Eğirdir’de ev kiralamıştı. Bazan buraya gelir, talebeleri jip kiralar gelirdi. Geldiğinde hemen duyulur “Üstad gelmiş! Üstad gelmiş!” diye herkes elini öpmeye koşardı. Üstad, birkaç kelime konuşur ayrılırdı, zaten devamlı takip edilirdi. Bir keresine Hacı Hafız’ın Hafidi diye (torunu) Risalelerde adı geçen Ahmed’in üç katlı evinin en üst katına çıktı. Biz orayı dersane yapmıştık, orada toplanırdık. Üstad, orada kapının ağzında hemen şöyle bir odalara baktı, hemen ayrıldı. İşte orada Risaleleri Sav’a sokan Hacı Hafız Efendi için  “Hacı Hafız evliyadır” dedi. Yani bir eve girip oturması, Sav’da gecelemesi yoktur. Üstad, Sav’ın yanındaki şimdi Antalya yolunun geçtiği yerlere gider tefekkür ederdi.

Üstad’dan bir mektup, bir risale geldiğinde önce Isparta’ya Hüsrev ağabeye gelir. O’da kaç tane lâzımsa el yazmasıyla çoğaltır. Biz de Sav, Kuleönü gibi yerlerde hemen çoğaltırdık. Çoğalttığımız mektupları Hüsrev ağabeye verirdik, zarflar hazırdır. Kimi Eğirdir, kimi Atabey, kimi Isparta gibi muhtelif postanelerden gönderilirdi. Sonra teksir makinesi geldi, binlerce çoğaltılmaya başlandı. Her ne kadar elektrik yoksa elle çevrilse bile birden beş yüz nüsha çıkarırdı. Önce mumlu kâğıda yazılırdı, mürekkebi dökülür “trak! Trak, trak” diye çevrilirdi. Önüne yüz tabaka kâğıt koyardık. Makine ekseri amcam “İbrahim Gül”ün evinde çalıştı, başka evlerde de oldu. Amcamın evinin odaları genişti. Gece yarılarına kadar kâğıtları odanın içinde harman eder, teksir eder, sayfa numaralarına göre dizer, cildi hazırlardık.

Bize üç saat uyku kâfi gelirdi. Dediğim gibi, Üstad Sav’a gelir hemen dönerdi, Sav’da kalmazdı. Ama mânevî tasarrufu devam ederdi. İşte o çalışmalar sırasında Üstadımız, hep arkadaşları rüyasında ziyaret eder tâltif ederdi, mânevî tasarrufu devam ederdi. Riya olmasın çok defa Üstad bana da rüyamda iki elleriyle okşayıp tâltif etti. Orada çalışanlar “bu gece Üstad geldi” diye birbirimize anlatırdık.

Üstad’ın odunlarını kırardık

Davras dağının arkasında Gökdere Köyü vardır. Orası meşeliktir. Orada dayım vardı, bir de Abdurrahman vardı. Onlar kış için bir kamyon, sonraları iki kamyon odun ederlerdi. Biz Sav Köyü olarak eskiden “kesici” yani “baltacı” idik. Odunlar geldiğinde Isparta’ya gider, Üstad’ın evinin önünde, o koca meşe kütüklerini kolastıra testeresi ile iki kişi keser, sonra baltalarla parçalar, istif ederdik. Üstad pencereden bize bakar, bazen merdiven başına çıkar, yanındaki hizmetçi ile bize 25’şer kuruş para gönderirdi.
 
Denizli hapsinde Üstad’ı ziyaretimiz

Denizli Homa’da “5.Şua” yakalanıyor. Üstad o kadar mahremdir dediği halde yakalanıyor. Yüz küsur talebe Isparta hapishanesinde toplanıyor. Üstadı da Kastamonu’dan getirdiler. Üstad geldiğinde bütün eşyası bir valizde; eşyalar savcının rızasıyla dışarıda satılıyor. Savcı parayı alıyor vermiyor. Beraattan sonra Rüştü Çakın parayı alacağım dese de, Üstad: “Yook, ben hakkımı helâl ettim, mahşerde O bedbaht gelsin de hakkımı alayım diye güneşin altında bekleyemem” diye mâni oluyor.
Buradan köyden, hapistekilere evde ne varsa; Tarhana, bulgur, pekmez, soğan, fasulye götürürdük. Hapishane müdürünün odası genişti. Erzakları orada kontrol ederler, orada beklerdik. Üstadımız orada kapının yanı başında ufacık münferit bir odada idi. Mübarek Üstadımıza çok şey kerametle bildirilirdi. Biz Denizli’ye han’a indik, eşyalar omzumuzda hapishaneye yaklaştığımızda hemen pencereye çıktı, üst tarafı gözüküyor... Bizi öyle iltifatla bir karşıladı, selâmladı ki, giderken aynı yine selâmlayarak uğurluyordu. Üstadla bir keresinde müdürün odasında kucaklaştık. Tayınat zaten azdı. Üstad bazen tamamen yemeyin derdi. Kendisi iki günde ekmeğin kenarından az yerdi. Afyon hapsi çok daha çetin geçmiş, çok eza cefa çektirmişler.

 (Tevfik Gül Ağabeyin 25 sene müezzinlik yaptığı Sav Merkez Camiinde hâtıralarını kaydediyoruz.)

www.RisaleHaber.com

Özel Haberleri