İkinci Şua’yı anlamak-20
Bir merkezden, bir kanun ile, bir tek tarz ile idare kolaylığa sebep olur.
Mesela; bir ordudaki tek bir askere ne lazım ise, tüm orduya da lazımdır. Bir tek fabrika kurulsa tüm askerlerin ihtiyacını kolayca üretebilir. Ama her bir askerin ihtiyacı ayrı bir fabrika ile karşılanmaya kalkarsak bir tek askeri donatmak koca bir orduyu donatmak kadar zor olur.
Küre-i arzdaki nebat ve hayvan fertlerinin yaratılma ve idarelerine baktığımızda muazzam bir hallakiyet faaliyeti görülüyor. Faaliyetin eseri göz önünde olmasına rağmen akıl bu faaliyeti anlamakta güçlük çekiyor. Dört yüz bin nebat ve hayvan türleri ve bu nevlerin hadsiz fertleri kendilerine mahsus cihazları ile yaratılıyor, rızıkları veriliyor, terhis vakti gelenler terhis edilip yenileri yerlerine gönderiliyor. Her ihtiyaçları, muhtaç oldukları vakitte karşılanıyor. Kanat, pençe, yüzgeç ne lazım ise veriliyor. Ve bu kadar hadsiz fertler girift ve birbiri içinde yaratılıyor olmakla beraber birbirinden imtiyazlı yani farklı yaratılıyor. Hatta aynı nevin fertlerinde bile bir alamet-i farika bulunuyor. Yani; diğer fertlerden onu farklı kılan bir alamet.
Bütün bunlar bir tek Zat’a ait olmak ile, kaderin kanunları, ilmin düsturları ile, iradenin temyiz etmesi ile kolaylıkla meydana geliyor. Pek çok farklı iş, adeta bir tek basit iş imiş gibi oluveriyor. Evet, Allah bir olur müteaddit olamaz. Allah’ın icraatında ve Rububiyyetinde de ortağı yoktur. Bu çokluk içinde kolaylık vahdetten geliyor. Yani; pek çok işin çoklukla ve kolaylıkla bir anda olmasının bir menbaı da vahdetten gelen kolaylıktır.
Kainatta muazzam bir intizam, bir bütünlük var. Bu bütünlüğü idrak edebilmemiz için Risalelerde “bir fabrika” bir han” “bir misafirhane” “bir saray” nitelemeleri çokça geçiyor. Nazarımıza, bir tekliği olan, bütünlük arz eden ve bir tek organizma gibi sunuluyor. Yine şu ifadeler de vahdeti görmeye sevk ediyor: “aynı kanun” “aynı kudret” “aynı kanun-u hikmet” “aynı tarz”.
Her şeyde bir birlik var. Her şeyin vahdeti var. Zira her şey vahid-i Ehad, Ferd-i Samed olan zatın elinde ve sahibi ve mutasarrıfı olduğu her şey onu gösteriyor, tanıttırıyor.
Vahdetin kolaylığa sebeb olmasına aklımızı yakınlaştıracak bir misal de ağaç misalidir. Ağaç misali Risalelerde çok yerlerde farklı hakikatlerin izahı için kullanılmıştır. Kainatın tümünü bir ağaç gibi nazarımıza verir. Kainat ağacının çekirdeği insan, meyvesi insan, unsurlar dalları, nebat ve hayvan yaprakları.
Bir ağacın meyvelerini düşündüğümüzde, her birine lazım olan şey, ağacın tüm meyvelerine de lazım olandır. Eğer bir kökten, bir kanunla ihtiyaçlar karşılansa binler meyve, bir meyve kadar kolay olur. Fakat her meyvenin ihtiyacı ayrı bir kökten karşılansa bir tek meyve binler meyve kadar zor olur.
Vahdetin delilleri nevler ve fertler adedincedir. Göz önündeki bu kolaylığın ve bolluğun, bir ferdin kendi nevine ayine oluşunun ve özellikle zihayat fertlerin kainattan süzülmüş bir hülasa olmasının başka bir izahı yoktur. Mesela Yedinci Şua’nın İkinci babında yine bu konuyla ilgili üç misal verilmiş. Kainattan halıkını soran seyyah, ef’al ve asar menzilinde bal, süt, hurma ve üzüm nimetlerinde görünen fiillerin ancak bir tek Zat’ın fiili olabileceğini müşahede ediyor. Zira bu nimetler zahirî sebepleri ile de ele alındığında ancak kainatta tasarruf edenin bunları verebileceği görünüyor. Birbiri içinde hadsiz fiiller bir arada iş görmekle beraber muazzam bir intizam ve bu fiillerin eserinde bir harikuladelik görünüyor. Bu intizamın devamı için mesela, elma ağaçlarını tasarruf eden hangi fiil ise bitişiğindeki kavak ağaçlarını da aynı fiil çekip çeviriyor olmalı. Bir tek failin fiili olmaklığı gerekiyor ki eserleri bu olduğu gibi olabilsin.
Aynı şekilde (bu ifade de vahdetin bir ifadesi); kainatta eserleri görünen esma dahi birinindir. Çünkü; mesela bir mahluk ademden vücuda çıkartılması ile Halık isminin eserini gösterdiği aynı anda (yine vahdete işaret eden bir ifade) Hayy ismi ona hayat veriyor ve Hakîm ismi dahi kendini gösterip o maklukun azalarını hikmetle tanzim ediyor. Yine aynı anda Rezzak ismi kendini gösterip onun rızkını veriyor. Otuz ikinci Söz’deki sayfalardan gidecek olursak evvela Mukaddir ismi sınır ve hudut tayin ediyor, Munazzım ismi nazm ediyor, Musavvir ismi tasvir ediyor, bunların arkasında ise ilim ve hikmet işliyor bütün bunlar bir Alim ve Hakim isimlerini okutturuyor. Latif, Kerim, Vedud, Hannan, Mennan… ve tüm bunların bizi götürdüğü yer manevi cemal ve kemal oluyor.
Yani; şekli şemali olan, madde kaydı altında, atomlardan müteşekkil gözümüz önündeki bir tek mahluk bir çok ismi bize okutturuyor. Fani bir mahluk, Baki olanı anlamak için bize yol gösteriyor: “bana bak, üzerimdeki nakışları oku; beni ve seni yaratanı tanı” diyor.
Seyir etmesinden lezzet aldığımız şu süslü çiçek ile bizim yaratanımızın ayrı ayrı olması düşünülebilir mi? hadsiz ihtiyaçlarla bizi yaratanın ihtiyaçlarımızı karşılayandan başkası olması mümkün mü? Kainat ile aramızdaki bu fevkalade uyum bir elden çıktığımızı isbat etmiyor mu?
Her ferd adeta bağırarak diyor ki: “evet güzelliklerimiz ayrı ayrı ama hepimiz bir tek hüsnün işaretleri, okutturucularıyız.”
Bir de kendi hayatımızdan misalle bakalım. Bizim bir prensibimiz olsa ve o prensipten ayrılmasak ve parça parça, birbirinden farklı farklı işlerimizi yaparken o prensibe sadık kalsak mı işlerimiz kolaylaşır, yoksa aynı işleri, plansız, prensipsiz, kuralsız yapsak mı kolaydır? Elbette her işin kendi içinde hususi kuralları birbirinden farklılık arz edebilir. Fakat her işte kendini farklı tarzda, farklı tonda gösterebilecek, vahdeti olan bazı prensipler vardır.
Mesela iktisadı ele alalım. İktisadı hayatımıza hayat yapsak ne olur? Her işimizde en kolay tarz, en hafif suret, en tekellüfsüz tarzı ihtiyar ederiz değil mi? gereksiz protokoller, zahmetli şatafatlar, ömür törpüsü neticesiz meşgaleler bizi kendisi ile uğraştıramaz. İşte bu bizim prensibimiz olursa karşımıza çıkan her iş için tek tek düşünmemiz de gerekmez. İktisadın gereği ne ise onu yaparız. İktisadın ne olduğunu öğrenmek için ise kainata müdakkik bir seyirci olmak gerek. Mağaza vitrinlerinden daha çok mahlukat vitrinlerini seyir etmeli ki vahdetin kolaylığını keşif edebilelim.
Vahdetin ayinesinin de vahdeti olmalı değil mi? bir vahdete mazhar olduğu için, tek ruhun idaresi olduğu için vücudumuzun azaları uyumlu değil mi?
Şahs-ı manevînin azaları hükmünde olan Nur Şakirtleri bu sayede, yani bir ruha mazhar olmak ile birbirinin hükmünü alıp birbirine benzemiyorlar mı? aynı ruh, aynı dava, aynı şevk, aynı sadakat. Bir tek şahıs hükmündeki şahsı manevinin idaresi düşünülmese, dünyanın farklı yerlerinde ve birbirini hiç görmeyen insanlar arasındaki bu benzemeklik ne ile izah edilebilir? Bir tek kaynaktan beslenmek, bir tek kanuna tabi olmak, bir manevi şahsın kumandası altında olmak kolaylığa sebep oluyor. Vahdetteki yüsr.
Üzerimizde hükmünü icra eden nefis, şeytan, his, heva, vehim, kötü arkadaş, dünyanın cazibesi gibi çok yerden gelen emirlere açık olmaktan ise bir tek Zat’ın emrine râm olmak, O’na tevekkül ve teslim ile bağlanmak, kalb, akıl ve ne kadar gözlerimiz var ise O’na tevcih etmek, bütün işlerin tek yöneticisi O olduğunu kabul etmek, vazifemizin O’nun fevkalade işlerini seyir ve taktir etmekten ibaret olduğunu kabullenmek hayatımızda kolaylığa sebep olabilir.
Her birimizin tasarruf ve idaresi, kainatın tasarruf ve idaresi gibi değil midir? Kendi vazifemiz olan dümenciliğin dışına taştığımız her nokta ise bir nevi Rububiyyet dava etmek öyle değil mi? Nasıl olsa kendime ait değilim deyip vazifeyi ihmal ettiğimiz her nokta da tembellik ve sorumluluğu kabul etmeme, hilafet vazifesini yükleneme anlamına gelmiyor mu?
Vahid-i Ehad, Ferd-i Samed olan Allah’a içten bağlanmak ile hayatımızın kolaylaşması temennisi ile...