Mustafa Bektaş
Trabzon Hatuncukhatun Camii İmam-Hatibi
Kur’an ve Sünnet’te yer alan şifa vesileleri, zaman zaman tartışma konusu yapılmaktadır. Yusuf Peygamber’in (as) gömleğinin Yakub Peygamber’in (as) yüzüne sürülmesiyle kısmen veya tamamen kör olan gözlerinin şifa bulması ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) deve sütü ile deve idrarının karıştırılarak tavsiye ettiği tedavi yöntemi, bu tartışmaların en dikkat çeken güncel iki örneğidir. Ne var ki, bu konuları ele alan bazı ateist ve mealist kimseler, hakikati aramak yerine, dini metinleri tahrif, tezyif ve itibarsızlaştırmak veya keyfi yorumlarla yeniden kurgulamak amacıyla bu olayların mantıksal ve bilimsel temellerini sorgulamaktadır. Oysa her iki örnek de metinsel, tarihsel ve paradigmatik bağlamlarında oldukça makul, anlamlı ve anlaşılırdır.
YUSUF’UN (A.S.) GÖMLEĞİ
Yusuf Peygamber’in (as) gömleğiyle ilgili olay, Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Suresi’nde anlatılmaktadır. Mısır’a ticarî bir seyahatte bulunan Yusuf’un (as) kardeşleri, babalarının yanına dönerken Yusuf’un (as) gömleğini alıp Yakub’a (as) getirirler. Henüz gömlek ulaşmadan, Yakub (as), Yusuf’un (as) kokusunu aldığını ifade eder. Gömlek yüzüne sürüldüğünde ise Yakub’un (as) gözleri yeniden görmeye başlar. Bu olay, Allah’ın (cc) en sıradan bir nesneyi bile şifa vesilesi kılabileceğini gösterir. Bu kıssada Yakub’un (as) çok uzaklardaki bir gömleğin veya gömleğin sahibinin kokusunu alabilmiş olması da dikkat çekicidir.
Burada şifayı sağlayan gömleğin kendisi değil, Allah’ın (cc) kudretidir. Gömlek, yalnızca ilahi hikmetin bir sembolü olarak kullanılmıştır. Bu gömleğin, Yusuf’un (as) arkadan yırtılan iffet gömleği olması kuvvetle muhtemeldir. Böylece, iffetin Allah (cc) katındaki değerine dikkatler çekilmiştir. Ancak metafizik gerçekliklere kapalı olan ateist, deist ve agnostik bazı kimseler, bu durumu akıl ve bilim dışı olarak değerlendirmekte ve özellikle gençleri, bu yolla, Kur’an’dan uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Bunu yapanların, hitap ettikleri kitlenin modern bir eğitimden geçtiklerinin ve çoğunluğu itibarıyla en temel İslami bilgilerden bile yoksun olduklarının farkında olduklarını hatırlatmaya gerek yoktur. Onlara göre zemin hazırdır. Oysa unutulmamalıdır ki ilahi mucizeler, modern bilimsel açıklamalarla sınırlandırılamaz. Tamamen ayrı olmamakla birlikte bilimin konusu fiziktir, metafizik değil.
Mealistler ise bu gibi Kur’an kıssalarını 14 asırdır yanlış anlaşılmış Kur’an pasajları olarak görmekte ve zorlama yorumlarla bunları rasyonalize etmeye çalışmaktadır. Bu yaklaşımlar, yalnızca kıssaların mesajını saptırmakla kalmayıp, Müslümanlar arasında gereksiz tartışmalara ve bölünmelere yol açmaktadır. Esasen mealistler arasında da kıssalar başta olmak üzere Kur’an’ın pek çok ayetinin yorumlanmasıyla ilgili bir ittifak bulunmamakta; bu kişiler, tevhid diye diye kendi içlerinde bile ihtilaf ve tefrikanın tam ortasına düşmektedirler.
DEVE İDRARI
Deve idrarı hadisi, Peygamberimizin (as), Medine’nin iklimine alışamayan bir grup insana deve sütü ve idrarını karıştırarak içmelerini tavsiye etmesiyle ilgilidir. Hadis kaynaklarında yer alan bu rivayet, dönemin tıbbi bilgisi ve tecrübeleri bağlamında değerlendirildiğinde geleneksel bir tedavi yöntemi olarak anlaşılabilir. Bugün bu konu bilimsel açıdan tartışmalı hatta kabul edilemez olsa da, hadis, dönemin şartları ve ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirilmelidir. Nitekim İbn Sina gibi bir tıp aliminin tavsiye ettiği pek çok terkibin de modern tıp ilmi açısından bir temeli bulunmamaktadır.
Modern tıp her şeyi incelemiş ve bitirmiş iddiasında değildir. Modern tıp alimleri çalışmalarına devam etmekte ve zaman geçtikçe yeni bilgi, bulgu ve sonuçlara varılmaktadır. Tarihin derinliklerinden gelen bir tavsiyenin günümüz insanı açısından kabul edilemez olması, hatta gerçekten yanlış olması, onun aslının faslının olmadığına delil teşkil etmez.
Kaldı ki bu hadis, herhangi bir evrensel tedavi yöntemi önermek veya şifalıdır gerekçesiyle insanları deve idrarı içmeye teşvik etmek amacıyla değil, belli bir duruma özgü bir tavsiye olarak dile getirilmiştir. Ancak bazı kimseler, bu rivayet üzerinden Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim gibi muteber kabul edilen ansiklopedik hadis kaynaklarını itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Bu garip tavrın ilmi ahlakla, hele hele Kur’an’ın ahlaki ilkeleriyle asla bağdaşmayacağı, akıl, ilim, irfan ve insaf sahipleri için apaçıktır.
Kur’an-ı Kerim’de âlemlere rahmet olarak gönderildiği açıkça ifade edilen Peygamberimizin, bir beşer olduğuyla ilgili ayeti sıkça vurgulayarak Peygamberimizi sıradanlaştırmaya ve değersizleştirmeye alet eden mealistlerin, en azından bir beşer olarak böyle bir tavsiyede bulunmuş olabileceğini kabul etmeleri beklenirken, aksine bu rivayetin sahih olamayacağını savunmaları ciddi bir çelişkidir.
Konunun aslı kendilerine açıklanmaya çalışıldığında ise, bu kişiler genellikle sizi uydurma rivayetlere inanmakla ve Kur’an’ı görmezden gelmekle, hatta inkâr etmekle suçlamakta; muhataplarının önüne bir kap deve idrarı koyarak “Öyleyse buyur iç” şaklabanlığını sergileyebilmektedirler. Kendi indi yaklaşımlarını Kur’an diye pazarlayan bu şaklabanlığın sahiplerine gömlek fırlatarak “Buyurun, siz de göz hastalıklarınızı bununla tedavi edin” dense, ne yapacaklardır acaba? Ateistlerin bütünüyle dini metinleri, mealistlerin ise hadis kaynaklarını kendi bütünsellikleri içerisinde anlamak istememe gibi ciddi bir sorunları vardır.
İKİ OLAY ARASINDAKİ BENZERLİK VE FARKLILIK
Yusuf’un gömleği ve deve idrarı olaylarının ortak noktası, her ikisinin de şifa vesilesi olmasıdır. Ancak aralarındaki fark önemlidir: Yusuf’un gömleği, tamamen mucizevi bir durumdur; fiziksel bir tedavi yöntemi olarak değil, Allah’ın iradesiyle Yakub’un gözlerine şifa olmuştur. Ancak bu hakikati kötü niyetli bir ateiste anlatamazsınız. Deve idrarı hadisi ise, tarihi bağlamı içinde anlaşılması gereken, dönemin doğal/geleneksel bir tedavi önerisidir. Bu hakikati de bir mealiste anlatamazsınız. Her iki tavır da hem Kur’an ve Sünnet’e hem de ilmi yaklaşım ve akl-ı selime terstir.
Ateizm ve mealizmin, birbirinin değirmenine su taşıyan, aynı düşünce hattının birbirine rakip gibi görünen farklı versiyonları olduğunu artık görmeliyiz. Her ikisinin de Kur’an ve Sünnet’e yaklaşımı anakronik, modern ön yargılarla çepeçevre kuşatılmış ve literal yüzeyselliğin ötesine geçememektedir. Ne hazindir ki, aynı hat üzerindeki bu iki damardan biri, başta Kur’an olmak üzere en temel İslami metinlerden ateist ideolojiye sabah akşam delil devşirmeye çalışırken, diğeri Sünnet’i kısmi veya tamamen inkâra ve Kur’an’ı tahrife yönelmekte ve ortaya koyduğu muharref “dini” görüşlerine “indirilmiş din, gerçek din” diyerek bu görüşleri tartışılmaz hakikatler/Allah’ın (cc) ayetleri olarak takdim etmekten çekinmemektedir.
Esasen mealizm, modern çağda ortaya konan zengin İslami birikimin çeşitliliğinden biri olarak değerlendirilebilecekken, mealistlerin egoist, tekelci, katı ve sert tutumları, özellikle de gayr-i ilmi yaklaşımları, sağlıklı müzakere ortamını dinamitleyerek üste çıkma çabalarına dönüşmekte ve bu durum dikkatle incelenmesi gereken bir mesele haline gelmektedir.
Mealistlerin bir başka tutumu ise, ülkemizde deizm gibi inkârcı akımların duyulması ve kısmen taraftar bulmasında en büyük pay kendilerininken, bu konuda da muhaliflerini tek suçlu ilan etmeleridir. Öte yandan, kendi içlerinde parçalı olmakla birlikte, cemaatlerden bir cemaat hatta en bağnaz cemaat olmalarına rağmen tarih boyunca sosyolojik bir gerçeklik olan ve olmaya devam edeceği insan tabiatının gereği olarak anlaşılan cemaatleşmek başta olmak üzere bütün mezhep ve meşrepleri reddetmektedirler. Oysa reddettikleri dini yapılar en doğru biziz derken, mealist yapılanma tek doğru biziz, demektedir. Bu yönüyle çok daha yıkıcı bir akımla karşı karşıya olduğumuzun bilinmesi hayati öneme sahiptir.
Müslümanlar, bu tür yaklaşımlara karşı dinin hakikatlerini savunurken sağlam bilgi ve hikmetle hareket etmelidir.
Selam ve dua ile…