Birinci Söz’e Kısa Bir Şerh Denemesi-2

Zafer AKGÜL

* Salabet-hararet paralelinde geçen bir başka hakikat ise dayanıklılık, yanmama anlamıyla beraber, taşları şakk etme ifadesine bakacak olursak, bu tavsif kuvvetin hakta olduğuna, hakkın kuvvette olmadığına işaret eder. Besmele mana olarak de realite olarak da hak ve hakikattir. Öyle ise Besmelenin ruhuna uygun hareket edenler zayıf ve az da olsalar nice kuvvetli ve kalabalık güçlere galebe çalacaktır. Taş gibi egemen kitlelerin engellerini yarıp geçeceklerini müjdeler.

*Burada ahirzamandaki dehşetli olaylar için açıkça korkmama konusunda doğrudan telkinde telkin cümleleri bulunmadığı halde Hz. Musa ve Hz. İbrahim’in (as) nasıl korkmadan Allah yolunda ilerlediklerini ve onların su ve ateşle imtihanlarından Allah’ın inayetiyle nasıl geçtiklerini telmih etmesi, ahirzamanın ateş gibi yakıcı din imtihanından ve su gibi dünya-mal-servet imtihanından kolayca geçebilecekleri ima edilmiştir. Bakara Suresi 249. Ayette Talut’un ordusunun ırmaktan geçerken öyle emir verildiği için çok az su içen gurubun azlığına rağmen Calut ordusunu mağlup etmeleri olayı gibi. Ayetin sonunda, “Nice az sayıda birlik Allahın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler” (Bakara 249) ifadesinin yer alması manidardır.

Tarihsel süreçte Hz. Musa’ya Firavun, Hz. İbrahim’e Nemrud düşmüştür. Aynen bunun gibi Risalelerin yazıldığı yıllarda da çağdaş Nemrut ve Firavunların olacağını ve onların da ehl-i imana aynı çileleri çektireceklerini, Ahirzamanda dinin ateşten gömlek olacağı hakikatlerini akla getirmektedir.

* “Kör olası Tabiiyyun” ifadesi: Tabiatçı felsefeye, “her şeyi tabiat yapıyor” diyenlere, materyalizme gönderme vardır. Kör olası ifadesi hem bedduadır hem de kör tesadüf anlamına göndermedir. Üstadın tabiattan bahseden bir çok ifadesinde bunun örneklerine rastlarız.

Bu nitelemelerle Tabiiyyunluğun Nemrutluk ve Firavunluk mesleğinden farkı olmadığını ifade etmiş olur. Kör olası dinsiz gözü tabiri, aynı zamanda Yıldızname’de ontolojik alana tabiat açısından bakanlara karşı da kullanılmıştır.

Ayrıca “Kör tabiat, sağır tabiat” demesi ilk elde hakaret olarak anlaşılmamalıdır. Burada Allah’ın zatıyla kıyaslandığında körlük ve sağırlık vurgusu vardır. Buna en büyük delilimiz bu tür konularda Allah’ın “Semi ve Basîr” isimlerinin istisnasız her ayet sonunda sıklıkla geçtiği hakikatidir. Bu cümleden Semi ve Basîr olan Allah’ın kudreti ve Zatı karşısında tabiat, tesadüf veya kendi kendine oluş sağır ve kör mesabesindedir hükmü çıkarılabilir.

Bu körlük tavsifi, aynı zamanda iki yol betimlemesinden ikinci yolu çağrıştırır. Bu yolda enaniyetle ve kibirle beraber nankörlük kavramı da gizlenmiştir. Çünkü küfür Rabbimizin nimetlerine karşı bir nankörlüktür.

* Dünya çöle benzetilmiştir. Dünyanın bu tür benzetilen olarak anılması Doğu ve Batı felsefesinde ve hikmet kitaplarında genel bir benzetmedir. İşarat-ül İ’caz kitabının başlangıcında olduğu gibi bir çok risale metninde buna benzer hikmetli teşbihlere rastlarız.

* Hadisat kavramına gelince. Yol kesiciden yola çıkarak insanın başına gelecek her türlü afat, ölüm, kaza, şer, şerir, bela ve musibetleri simgeler. Hudüs aleminde olduğumuzu da hatırlamalıyız. Yani mümkinat alemindeyiz. İnsanoğlu olaylar zinciri içinde yol alan bir yolcudur ve imkansız görünenlerin mümkün olabileceği bir kozmik alemde imtihan edilmektedir pozisyonlarını akla getirir.

* İhtiyacını tedarik etme. Ahirette lazım olacak azık ve yol gereçlerini kazanma yeri. Namaz 24 altın vs. örneklerinde olduğu gibi “Dünya ahretin mezraasıdır” Hadis-i şerifindeki hakikate uygun bir niteleme söz konusudur. Zaten bütün risalelerde olduğu gibi Birinci Söz’de de zahirde görünmeyen, metne sindirilmiş ayet ve hadislere sıklıkla rastlarız.

* Besmele Hz. Nuh’tan (as) kalma bir cümledir. “Yaratan Rabbinin adıyla oku” ile de anlam bağı vardır. Eski dinlerde hayır ve şer tanrıları için Ying-Yang, Ahuramazda, Ehrimen ve benzerleri için sanki Euzu besmele ve Lâilahe illallah’daki “la ilâhe” kelimeleri bu şerleri kasteder. Kelime-i tevhidde önce eksi sonra da artı; önce negatif ve sonra pozitif cümleler vardır. Besmelenin Euzü’lu açılımı da böyledir. La ilahe’ye bedel Euzu şeytan ismi çekilir sonra pozitif bölüm için besmele yerini alır. Firavun zamanında “Bi izzeti firavun, Arabistan’da müşrikler zamanında Bismi Lati ve Uzza, bi’setten önceki Hanif’ler ise Bismikellahümme derlerdi.

* Besmeledeki isimler Kur’an’da 2697, Rahman 57, rahim ise 114 veya 115 yani 2 katı geçer. Besmelenin başındaki harfi cer olan b harfi ilsak içindir. Yani iki cümleyi birleştiren konumdadır. Buna göre B harfi işaret eder ki iman ve besmele Allah ile kul arasında bir münasebettir. Burada mahzuf-mukadder bir “Kul!” yani “De ki!” emri vardır. Besmele Allah’la sözleşme, O’ndan izin istemedir. Birinci Söz’de “Onun adıyla gezer” ifadesi buraya bakar. Besmele “Allah’ın adı ile” demektir, “Allah adına” değil. Çünkü, Allah adına çok cinayetler işlenebilmiştir, geçmişte ve günümüzde olduğu gibi yapılanlara Allah adına diyerek günahsızlık atfedilebilmektedir. Binaenaleyh ikisi arasında ince bir anlam farkı vardır. Allah’ın adıyla haram olan bir işe başlanmaması da buna dahildir.

* Vird-i zeban, alamet-i farika, parola demektir bir açıdan. Parolayı herkes bilemez. Bilmeyene kapılar açılmaz. Besmelenin çekilmesi çöldeki seyahat sırasında karşılaşılan yol kesici, engel olucu, manilerin zararından korur. Her kapıyı açar oluşu, her yerde hürmet görür oluşu canlı ve cansız her varlığın Besmeledeki manyetik alan oluşturan manayı bildiği, tanıdığı hakikatine telmih yapar.

* Asker nitelemesi. Burada iki husus göze çarpmaktadır. İlki, Birinci Söz’ün muhatabı olan Üstadın birinci talebesi Hulusi Yahyagil meslek olarak orduda subaydır. Muhatap asker olunca belağat gereği muhatabın anlayacağı en yakın örneklerle konuya girilir. İkincisi muhatabın anlayacağı seviyede dil ve anlatım kullanmak ve doğru iletişim kurmak için bildiği şeylerden yola çıkarak bilemediklerine ulaşmasını sağlamak belağatın gereği kadar eğitimin de gereğidir.

Şahıs/Fert, bireysel olarak güçsüz ve zayıftır. Sosyal hayatta da bunun emsalleri çoktur. Şirket, ortaklık, ekip, vb. askerin de orduya aidiyeti yönünden cemaat, şahs-ı manevî hükmünü alır, kuvvetli hale gelir. Öte yandan askerlik emirber neferliktir. Bir kuvvet kaynağına istinad eder. Bu da kulluk ve ubudiyeti ihsas etmektedir. Ayrıca unutulmamalıdır ki asker olan kişi verilen emri sorgulamaz sadece yerine getirmekle yükümlüdür. Kul da ibadetleri sorgulamaz. “Neden namaz var, niçin 5 vakit, şu iş neden haram?” diye sorgulamaz, sorgulayamaz.

Dahası elindeki silahlar mirî malıdır, emaneten verilmiştir. Bu da kulun, insanın Allah’ın kendisine verdiği latifeler ve kabiliyetlerin emanetçisi olduğunu akla getirir. Emaneti yüklenmiş olduğu hakikatine de işaret eder. Ene ve Zerre Risalesi’nde geçtiği üzere.

Asker olan kişi, kendisine verilen silahları devletin işleri ve emirleri doğrultusunda kullanmalıdır. Şahsî menfaat için kullanamaz. Tasarruf tamamen devlete aittir. Bu açıdan insanlar organlarını ve latifelerini kendi nefsi için değil sahibi, maliki olan Allah’ın emrine göre kullanmakla yükümlüdür. İnsan kendine malik değildir. Hastalar Risalesi ve sair risalelerde verilen terzi ve model örneğinde geçtiği gibi. Hülasa yolcu teşbihi gibi asker teşbihi de bir çok hakikati açıklığa kavuşturan ve bağlantılarının çokluğu sebebiyle daha geniş konulara izahat getiren bir benzetme elemanı olarak gayet isabetli bir seçim olmuştur.

* “Acz ve fakr insanı için en makbul şefaatçi yapar.” İnsanın gücü acziyetinden ve acziyetini bilmekten ileri gelir. El fakr ü fahri el fakrü fahri hadisine telmih vardır. Öte yandan bir bebeğin acziyetinden dolayı ebeveynini emrine koşturması gibi, kainat da aciz insana birer dayelik yapacak şekilde yaratılmışır. Bu da kainatın mücadele değil bir yardımlaşma esasına göre kurulduğunu ihsas eder. 12. Söz’ün 3. Esas’ında geçtiği gibi Kur’an’ın düstur-u cidal yerine düstur-u muavenet bahsindeki karşılaştırmayı hatırlatmaktadır.

* Bal arısı ve tablacılık örneklerine gelince. Arı balı sırf kendine yapmıyor. Buradan hareketle diyebiliriz ki, kainat insan için yaratılmıştır, insan kainat için yaratılmış değildir. Öyle olsaydı insan kainatın içinde başka varlıklara hizmet ederdi. Burada muavenet düsturuna bir delil olarak sunulmuştur.

* Acz ve fakr Kudret ve Rahmete rabt edip. İnsanın acziyetle Kadir olan Allah’ın önünde eğilmesi ubudiyettir. İbadet ise Kul ile Allah arasında en yüksek bir münasebet ve irtibattır. Rabıta yani iletişim kurmaktır

* Ellerini doldurur tablacılık ederler. Sebebler perdedir. Esbab fail değildir. ”Evcedethü’l esbab” meselesi burada çürütülmüştür. Aracıların bir malikiyeti ve tasarrufu yoktur. Aracılık şirkettir, ortaklıktır. Bu ise tevhide zıttır. Tevhid meselesini ilan eder. Postacılık ederler. Aracılık ve vasıta mesabesinde kalmaktadırlar.

(Devam edecek)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (23)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.