Enkazdan Kalanlar-2024

Zafer AKGÜL

Yıl 2023… Aylardan Şubat. Hani soğuğu iliklere işleyen, acımasızca donduran ay. Mevsimlerden kış. Karların her yeri kapattığı, yeryüzünün kefene büründüğü mevsim. Kış ki, şiirlerde, romanlarda, filmlerde, hikayelerde ölümün diğer adıdır. Ve yağmur, en haşin haliyle yağıyordu o gece. Hiç yorulmadan, dinlenmeden iniyordu üzerimize. Merhamet gökyüzü kadar uzaktı o gece. Zifirî karanlık demirden bir sanduka gibi hapsetmişti şehirleri. Günlerden 6, saatlerden 4.17. Herkes kan uykusundaydı, göremediler hiçbir şey. Şehrin saat kulesinin tik takları saatli bomba gibi sinsice tıklamaktaydı. Ve zelzele. Bir velveleyle başladı depreşen toprakla sarsıldı 11 şehir birden. Tam 4.17 idi ve zaman durdu.

Telaffuzu bile havayı titreten, dili sarsan, dudakları kilitleyen deprem. Sanki Zilzal suresi yeniden inzal oluyordu. Sanki Mikail ve Azrail bir insanın iki yakasına yapışmış gibi devasa binaları şiddetle ve hiddetle sarsarak yerlere yıkıyordu. İnsanlar karıncalar gibi enkazlar altında can veriyor, sıkışıp kalıyor, çıkış yolu bulanlar da can havliyle kendini kör karanlıkta sokaklara, caddelere atıyordu. Yıkılmış, çökmüş evlerin tıkadığı sokaklardan kaçıp kurtulmaya çalışıyorlardı.

Bir küçük kıyameti oldu 11 kadim şehrin, kadim insanların. Çaresizliğin en yakıcı hali, acizliğin en yalın hali, ağlamanın en çıplak hali. Ve enkazlar, enkazlar, enkazlar. Yan yana kefensiz gömülmeler. Kabristanlara yığılmalar.

Sonrası kavimler göçü. Bombalanmış yerlerden kelebekler gibi uçuşup gurbet ellerine konmalar, tanıdıkların kapılarına sığınmalar.

O kıyametimizin koptuğu günden sonra acıları içimize attık. Atmayıp da ne yapacaktık ki. Acılar kimimizi diriltti, kimimizi yiyip bitirdi. O günden bu güne anlaşıldı ki acılar da sevinçler de artık eskisi gibi paylaşılmıyor. Empati kurabilen diğergâm insanlar çekip gitmişler de fark etmemişiz.

Ne zaman dönüp virane memleketimize gitsek etrafımıza bakacak takatimiz kalmıyor. Evleri, caddeleri ve sokaklarıyla kaybolan bir şehre ve şehirlere nasıl bakılır ki? Her bakışta insan yeni depremleri yaşıyor. Ruhumuz dayanamıyor.

Hatıralarımız, eşyalarımız, kitaplarımız, fotoğraflarımız gibi enkaz da kalmadı ama içten içe, taa derinlerde bir yerlerde hançer yarasından sıcak sıcak akan kan gibi akıyor gönülden, gözlerden yol bularak. Sancısı hiç dinmeyen bu hatıralar bir gün bizimle beraber ölecek. Unutmak, silmek istiyorsun deprem gibi bunları da. Olmuyor bir türlü. Hafızalara çakılmış paslı çivi gibi duruyor.

Asıl ıstırap veren, depremden önceki ve depremden sonraki dost bildiklerinin umarsızlığı, duyarsızlığı, vefasızlığı. İçimizdeki yaralar gayrıdan değil hep sevdiklerimizden, onlardaki ölüm sessizliğinden geldi. Görüşelim deyip görmeye gelmeyenlerden. Arar, dediklerinden; sorar, dediklerinden geldi. Bir telefon kadar yakınken yıldızlar kadar uzaklar işte. Olmasa da olur diyor yüreğimizdeki hüzünlü, titrek bir ses. Burda da geçiyor günler, haftalar, yıllar. Ve zaman su gibi akıp gidiyor herkesle birlikte bizi de önüne katarak.

Geçen gün bir sohbete katılan bazı mübarek kardeşlerin ders esnasındaki fotoğrafları paylaşılmıştı. Duvarda bir resim. Resimde bir vecize. Üstad Bediüzzaman’ın bir sözü. ”Dünya madem fânidir. Değmiyor alâka-i kalbe…”

Üzülmekten yorulmuş kalbimin ayakları suya eriyor. Sahi nedir bu hal. Bu gidiş nereye? Daha ne zamana kadar, daha nereye kadar üzülecektik, ezilip büzülecektik? Gerçi gülmeyi unutmuştuk. İnsanlara karşı kederimizi sezdirmemek, yürek yangınını sızdırmamak için gülme rolü yaparken buruk bir tebessümden ötesini de beceremiyorduk. Ama kendimize acındırmamak için buna mecburduk.

Dünya madem fanidir, değmiyor alaka-i kalbe.

Doğrusunu söylemek gerekirse 7 Ekim’den sonra deprem artığı kendime ve geride bıraktıklarıma üzülmekten utanır olmuştum. Gazze’deki insanlık faciası dünyanın gözleri önünde yaşanırken, parçalanan cesetler, öldürülen masum bebekler, açlıktan bir lokma ekmeği bulamayıp oruç tutan Filistinli kardeşler, uyuşturulmadan ameliyat edilen yaralılar ve yok yere üzerlerine bomba yağdırılan masum siviller; keyif için, zevk için kurşunlarla delik deşik edilenler varken ve biz sadece seyirci kalıp beş vakit namazda bile doğru dürüst onlar için dua edemezken depremin acısını yazmak, anlatmak utanç veriyor bu yıl dönümünde. Gazze’nin yıkık sokaklarında bir deri bir kemik kalmış bir kedi görüntüye gelmişti ekranlarda geçen gün. Sadece o kedinin açlıktan, susuzluktan perişanlığı için bile deprem acısını unutsam yeri değil midir? Kainat merhametle yoğrulmuşsa ve benim de hisseden bir kalbim varsa evet, yeridir.

“Dünya madem fanidir, değmiyor alaka-i kalbe.

Bu yüzden sene-i devriyesinde 6 Şubat depreminde yaşadıklarımızı yazmaktan vaz geçtim. Hem yazsam ne olacak ki. Kaç kişi okuyacaktı ki? Milletin onca derdi varken, işi gücü başından aşkınken ne konuşuyorsun, ne yazıyorsun sen? Geçti gitti işte. Seneye tam unutulur gider, bir safra gibi atılır kaybolur hafızalardan boş yere yorulma.

Dünya madem fanidir, değmiyor alaka-i kalbe.

Deprem acılarına veda etmiştim 7 Ekim’den beri. Onları depremde ölenlerin toprağın bağrına kefensiz defnedilmeleri gibi ben de acılarımı gömdüm kalbimin en derin yerlerine. Bir başka acının alakasındayım. Acıyı acıya katan; yüreği yüreğe değdiren bir acının alakasıyla muzdarip olmayı, onların acılarının dinmesi için acı duymayı kalbimin var oluş sebeplerinden biri bildim.

Bendeki acı, Filistinli bir bebeğin bombalarla parçalanmış dudaklarından sızan kandaki masumiyetin acısı, Gazzeli bir annenin gözyaşlarındaki feryadın acısı, günlerdir bir lokma yiyecek, bir yudum su bulamamış mülteci babaların sözlerindeki sitemin acısı. Zalimlere karşı savaşan ve şehadetini bekleyen mücahidin yalnız ve çaresiz bırakılmasının acısı.

Dünyanın gözü önünde işlenen bu kırıma, kıyıma, zulme milletlerin, devletlerin seyirci kalmasının verdiği acı. Yani insanlığın ölmüş olduğunu farketmenin acısı.

Bugün Miraç kandili iç ferahlatan bir tevafuk. Başlangıcı 6 Şubat felaketi ile bir kutlu sonucun buluşma noktası gibi. Depremlerin enkazlarını yaşayanların da, bombaların enkazlarını yaşayanların da zulme tepkisiz kalanları görmenin de acılarını feraha çevirecek maddi-manevî yükselişlerin, müjdeli dönüşümlerin vuku bulmasını temenni ile bu gece acıların dinmesi için dua edeceğim.

Deprem anında 3 kural vardır ya. “Çök, Kapan. Tutun.” İçimde maddi ve manevi depremler olduğunda ben de bunları yaptım ve yapacağım. Kaderin önünde diz ÇÖKtüm. Secdeye KAPANdım ve Allah’ın ipine TUTUNdum. Ölenlere de kalanlara da selam olsun.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (16)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.