Enkazda/n Kalanlar

Zafer AKGÜL

İşte sen orada ben burada kaldık. Beklenmedik bir ölümü, zamansız gelen ölümü yaşamak böyle bir şeymiş. Araya depremler girdi ve yollar aşılmaz oldu. Her şey ama her şey enkaza dönüştü ansızın. Bir kıyamet ki mahşer meydanı yok. Hayatımız bomboş, dümdüz bir arasat gibi.

Toprağın altı ile üstü arasında; yaşayanlarla ölenler arasında pek fark kalmadı. Ölenlerin yaşaması neye benziyorsa ölmeyip yaşayanların yaşaması da ona benziyor. Yaşamak nasıl oluyorsa ve nasıl yaşanıyorsa artık?

Sonrası ayrılık ve uzaklık hikâyeleri. Yüzünü görememek, sesini duyamamak, halini soramamak… İnsanda konuşacak takat, halini anlatacak mecal yok ki.

Dön, diyorsun. Sadakat varsa, vefa varsa dönmeli diyorsun. Vaz geçmemek sözü verilmişse, ilk fırsatta döneceğim denilmişse dönülmeli değil mi ki ya? Ama bil ki enkazda kalanların sürgüne gidenlerden farkı yoktur. Ben de senin gibi içimin gurbetine sürgünüm. Yine bil ki dönmemek ile dönememek arasında yer gök kadar fark vardır. Hiç unutmamak ile hep hatırlamak arasındaki farka benzer bu .

Ayrılığa bu kadar üzülmeni istemem. Mesafelerin ne anlamı var eğer uzaktan da sevmek varsa? Özlemek eğer her geçen gün gizli yangınlar gibi için için yakıyorsa sineleri vazgeçilmezlik sürdürüyor demektir hükmünü. Göğsümüzde dağ gibi kor alevleri taşırken etrafımıza acı da olsa tebessüm serinliği yaymaktır bizim payımıza düşen.

Kimselere söylemiyorum özlemlerimi. Özledin mi, diye sorduklarında hayır, diyorum geçiştirmek için. Acılarımı paylaşmak istemiyorum. Hep susmak istiyorum. Büyük acıları yaşayanlar hiç konuşmazlar. Değil mi ki susmak bazen konuşmaktan daha çok anlamlıdır ve derin sular gibi derin acılar da durgunluk yaşatır insana. Derler ki, sustuklarımız da dua yerine geçermiş. Çünkü sessizliği en iyi duyan-işiten Allah’tır.

Depremden sonra olan oldu, ölen öldü, kalan kaldı. Ama hasret, hüzün hep içimizde. Yarım kalan çok şey var bilirsin. Hayallerimiz, gelecek planlarımız, ümitlerimiz, mutluluklarımız… Ne çok yarımlarımız var sayamıyorum. Ayrı düşüldüğü için sitemlerin banadır evet. Ama ben sitem de edemiyorum. Bizi bir araya getiren sır; bir şehirde buluşturan sır, sokaklarında-caddelerinde dolaştıran sır neyse aynı sır bu kez de ayrılığı yazdı derim. Kaderin de bir bildiği vardır. Bunu sen de hep söylerdin hatırlarsan.

Bir bulut olup şehirlerin üzerinden geçip yanına gelmek isterdim. Orada enkaza dönmüş yüreğinin -yangın yerini andıran yüreğinin- toprağına yağmur olup yağmak isterdim. Rüzgâr olup oralara doğru eserek kulağına fısıldamak isterdim kavuşmak üzerine söylenmiş bütün türküleri söylemek için. Hele de sıla türkülerini…

Ne hatıralar bıraktık oralarda farkındasın. Çay içtiğimiz bardaklar, saksıdaki çiçekler, birlikte tırmandığımız dağlar, altında nefeslendiğimiz ağaçlar, beraber baktığımız ay, birlikte çığlıklarını dinlediğimiz akşam kuşları… Hepsi keder dolu boş birer çerçeveye döndü ve sinemize saplanmış hançer gibi asılı kaldı.

Gel diyorsun, gelemem diyorum. Dayanamam diyorum. Bom boş caddelerde, sokaklarda seni bulamam diyorum. Kendimi kaybederim diyorum. Gezdiğimiz, gördüğümüz kaldırımlarda kaybolmaktan korkarım diyorum. Sırtımı dayayacak bir duvar bile yok. Anla artık beni…

Bir gurbetin mahkûmu olduysam bundandır. Benden ve senden değil, kaderimdendir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (24)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.