"Bilmem hangi kitabın bilmem hangi lemasında olan bilmem hangi paragrafını koymuş buraya. Niye? Propaganda yapacak. Niye? O gençleri ele geçirecek ve buradan kendi siyasi anlayışları veya dini inanışları çerçevesinde nüfuz edecek. Zaten devlete nüfuz etmiş. Böyle bir rapor Allah aşkına nasıl çıkar bir devlet hastanesinden veya merkezinden? Diyor ki: "Ey tahammülsüz hasta." Hastaneye gitmiş dertli bir öğrenciye söylüyor bunu. "İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine şahittir." Bir başkası, bunu da okuyacağım müsaadenizle. "Eğer hastalık olmazsa sıhhat ve afiyet gaflet verir. Dünyayı hoş gösterir." Devam ediyor aynı tavsiyeler. Allah aşkına. Diyor ki hastasınız, geldiniz buraya, şükredin. "Sıhhat ve afiyetteyseniz" diyor, "bu delalettir. Bu kötü bir şeydir." diyor ve bunu nerede yapıyorlar?”
Ey tahammülsüz vekil! Bilmem hangi siyasî saikle bu sözleri söylemişsin, bilmem hangi plan peşindesin, bilmem hangi mihraklara mesaj yollamaktasın gerçekten ilgi alanım değil. Ama yukarıda geçen ifadelerin olmasa bilmem hangi partinin vekili ve bilmem ne komisyonunun bilmem ne başkanı olarak sarfettiğiniz ifadelere bakınca doğrusu bir takım anlam bilimsel sapmalara dikkatleri çekmek istedim.
Tahammül dilimizde ve edebiyatımızda hangi anlamlara gelir kısaca bakmadan önce şu iki hususu daima göz önünde tutmak gerektir. Birincisi, küçümseyerek alıntı yaptığınız Hastalar Risalesi müellifi Bediüzzaman Said Nursî’den alıntı yapacağım "Söylenene bak, söyleyene bakma" söylenilmiştir. Fakat ben derim: Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne içinde söylemiş? Niçin söylemiş? Söylediği sözü gibi dikkat etmek, belâgat nokta-i nazarından lâzımdır, belki elzemdir.” (Muhakemat.12. Mesele) 25. Lem’a olan Hastalar Risalesinde 26 Devâ’dan 3.sünde geçen “Ey tahammülsüz hasta!” hitabındaki muhatap elbette ki öncelikle ve sadece çocuklara yönelik değildir. Genelde her hastaya, özelde de “tahammülsüz” hastalara yönelik bir metindir.
İkinci husus, bir dildeki kelimelerin sözlük anlamının yanında kullanım anlamı da vardır. Anlam bilim ve metin tahlillerinde bu ikisinden daha önemlisini de söyleyeyim. Kelimenin metinde ve cümlede yer aldığı anlam–mana dizilişindeki konum anlamıdır. İşte dirayetsiz ve kifayetsiz kişiler Dil ve Edebiyat alanında en çok burada çuvallarlar. “Ben ne söylerim sazım ne çalar?” deyimi böyle durumlarda sarfediliyor.
Tahammülsüz oluş neden kaynaklanır? Tıbbiyeli olanlar daha yakinen bilirler ki ağrı ve sancı kişinin fiziksel ve psikolojik dayanıklılığını sarsar. Teşhis-tanı ve tahlil sürecinde belirsizlik içinde bekleme süreci, strese sebep olur. Hasta, duygularını kontrol edemeyince öfkelenir. Refakatçi vb. desteklerden yoksunluk halinde yalnızlık hissederek kaygı ve korkulara kapılarak normal kişiliğinden beklenmeyen davranış modelleri sergileyebilir. İngilizcede Patient sabırlı, dayanıklı demektir. Bu tür kelimeleri olumsuz, negatif yapmak için başlarına “in, il, im, ir vb.” ekleri getirilir. İngilizler hastalara sabırsız, tahammülsüz manasında “İmpatient” derler.
Dememiz o ki nasıl hastalık acı, ağrı, kaygı hatta ölüm gibi olguları fitrî olarak beraberinde getirirse hastalarda da sabırsızlık, tahammülsüzlük, öfke olguları birlikte görülebilir. Bu sebeple sabır, tahammül, azim ve olumlu düşünmek gibi sosyo-psikolojik, sosyo-biyolojik gibi realiteleri hastaların, hasta yakınlarının, hastabakıcılarının ve özellikle doktorların bilmesi -bilmek yetmez- uygulaması gerekir. Doktorların hastalarına ilaç kadar etkili olan söz ve davranışları zaten onların meslek aşkının, çalışkanlığının ve insan sevgisinin göstergesidir. 40 yıllık meslek hayatı olan bir eğitimci olarak şunu kesin olarak söyleyebilirim ki insan psikolojisini bilmeyen öğretmen olmamalıdır. Aynı şekilde insan psikolojisini-hasta psikolojisini bilmeyen doktor da doktorluk yapmamalıdır.
Mesleğine ve meslek anlayışına gönülden bağlı doktor rapor ekinde hastalarına moral destek vermişse onu tebrik etmeli. Çünkü bu doktor hasta psikolojisini biliyor ve hastalarıyla empati kuruyorsa insanlık açısından doğru olanı yapıyor demektir.
Bize göre “Duygularımızla desteklenen inançlarımız kendimizde ve evrende güçlü bir rezonans oluşturur.” Aynı şekilde inançla beslenen duygularımızın da güçlü manyetik alan oluşturduğu gerçeğinin farkında sayılır.
Bundandır ki Hastalar Risalesi’inde Bediüzaman 8, 9, 18 ve 25. Devâ’larda iman esaslarına dayanarak hasta insanların sabırla, şükürle tahammül ederek iyileşme sürecine gireceklerine ve iyimser, pozitif yaklaşmalara kendileriyle barışık bir moral-motivasyon içinde güçlü durabileceklerini telkin ve tavsiye eder.
“En büyük hastalık bedende değil ruhumuzdadır. Tıpkı en büyük düşmanın dışımızda değil içimizde olması gibi” realitesine uygun 3.10 ve 20. Devâlarda hastaların önce kendi beden ve ruhlarındaki karamsarlık ve stres etkilerini dağıtmayı sonra da maddî hastalıkların kaynağı olacak psikolojik şartlanmaların izalesine yönelik nasihatlerde bulunur.
Yine “Ancak olgun insanlar kendini okuyabilir. Olgunluğa erişmek için hastalıklar ve musibetler tezgahından geçmek gerekir” tesbitlerine benzer şekilde 3. Deva’da hastalıkları insan için zorluklara karşı direnmede bir fırsat, problemlere karşı direnç kazanma eğitimi gibi görür. 19. Devâ’da ise “Demek, meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise ömrü acılaştırıyor ki geçmesini arzu ediyor” der.
Stres altında zihin kapasitemiz kapanır, bilinçli kavrama yeteneğimiz azalır. 10. Deva’da “Merak etme sabret!” diyerek psikolojik durumların biyolojik etkilerine temas eder.
“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Ümitli olma ise ilaçtan daha önemlidir” cümlesindeki genel kabul görecek görüşe tam tetabuk edecek ifadeler 19. Devâ’da yer alır.
E. M. Cioran “Mutlu, mesut yaşanan bir hayat bizi esas değişim alanlarını göremeyecek şekilde kör eder” der “Çürümenin Kitabı” adlı eserinde. Bediüzzaman, Hastalar Risalesinde 7. Devâ’da “Mesela, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa âfiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhhat lezzetsizdir” diyerek zıdlardan yola çıkarak zıdlardaki hakikatlere işaret eder.
Sadi Şirazî “Arkasında sevineceğin keder, sonunda tasalanacağın sonuçtan daha iyidir” demiştir. 6. Devâ’nın a ve b şıklarında “Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşru olmazsa hem devamsız hem elemli hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilakis hastalıktaki manevî ibadet ve uhrevî sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış” tavsiyesinde bulunur
“Çok yalnız ve kimsesiz olduğunda ya da karanlığın içinde kaybolduğunda kendi varlığının içindeki muazzam aydınlığı göstermeyi ne kadar isterdim.” der ismini hatırlayamadığım bir büyük şahsiyet…” Aynı temaları 7. 13. ve 23. Devalarda bulabiliyoruz.
25. Lem’anın şerhini veya tahlilini yapmak sayfalara sığmaz. Ve konumuz bu değil. Asıl konu şudur ki, Bediüzzaman’ı ham bir sofu veya tarikat şeyhi veya molla olarak gösterenler ya cehaletlerinden ya da bilerek ve kastederek hakikate ihanetlerinden dolayı böyle bir cürette bulunurlar. O Doğu’nun mütefekkir ve Batı’nın filozof şahsiyetlerinin hal ve keşf etmeye çalıştığı her konuda söyleyecek sözü olan bir şahsiyettir. Diğer Risaleler gibi Hastalar Risalesi de birinci anlam katmanında hastalıktan bahsederken ikinci anlam katmanında hayata, insana, varoluşa dair konulara da kapı açar. Söz gelimi 18. Deva, kader konusuna kapı açarken 19. Deva varlık-yokluk konusuna yani ontolojik bahislere kapı açar. Diyebilirim ki Egzistansiyalist Filozof Jan Paul Sartre eğer 19. devayı okumuş olsaydı belki de var olmanın dayanılmaz ağırlığı altında bunalıma girip intihar etmeyecekti.
Sonuç olarak sayın vekillerimizin teemmül ederek bu eserlere tekrar bakmaları artık verdikleri beyanat sonucunda bir boyun borcudur. Vakitleri yoksa Ankara’da Risale Akdemi diye bir araştırma merkezi var. Oraya kadar teşrif ederlerse kendilerine bir kısa sunum yapabiliriz.