-MEAL TEFSİR-
Misaller vermek, birtakım hususları açıklamak, gizli ve ancak düşünülerek anlaşılan şeyleri açık ve hissedilir olarak açığa çıkartmak için Kur'an'ın izlediği bir yöntemdir.Allah onların zararlarının büyüklüğünü açık bir şekilde ifade etmek için Bakara Suresi 17-20. ayetlerde iki darb-ı mesel getirerek şöyle buyurdu:
17-“Onların misâli, (geceleyin) ateş tutuşturmaya çalışan bir insanın hali gibidir: Ateş, (bu kimsenin) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların nurunu giderdi.Böylece onları zifiri karanlıklar içinde görmez bir hâlde bıraktı.”
İlahi vahyin rehberliğinden yoksun olan kafirler, sadece akıl, duyular ve tecrübelerle hayatlarını düzene koymaya çalışırken beşerî bilgilerin ve imkanların yeterli olmadığı ilişkiler, varlıklar, olaylar karşısında karanlıklar içinde çok yönlü ihtimallere maruz kalıp bocalıyorlardı. Bunların içindeki münafıklar bir yandan akılları, diğer yandan zâhiren uyum gösterdikleri müslümanların dinden gelen bilgileri sayesinde dünya hayatlarını kısmen düzgün götürebiliyorlar. Fakat sıra madde ve ölüm ötesi âleme ve ilişkilere gelince iç dünyaları kesintisiz ilâhî irşad ve ışıkla desteklenmediği için bir yakımlık ateşin, bir kibritin, bir şimşeğin ışığı kadar kısa ve yetersiz olan akıl ve beşerî bilgiler onları çıkmazdan kurtaramıyordu.
Ayette dikkat çekici bir ifade olarak, “Allah onların ateşini giderdi” yerine, Allah onların nurunu giderdi” denilmiştir. Halbuki âyetin evvelinde geçen, “ateş tutuşturmaya çalışan bir insan” lafzına uygun olması için, “Allah onların ateşini giderir” denmeliydi. Bunun izahı şudur: Ateşte aydınlatma ve yakma özelliği vardır. Ayet, “Allah, onların nurunu giderdi” buyurmakla, ateşten aydınlatma özelliğini çektiğini fakat yakma özelliğini bıraktığını ifade etmiş oluyor.
Bu darb-ı mesel onların sureten iman edip hakikatte kâfir olduklarını göstermektedir. Onun içindir ki Allah, onların nurlarını gidermiş ve onları şüphe ve nifak karanlıklarında, hayır yolunu bulamaz ve kurtuluş yolunu bilemez bir halde bırakmıştır.
18-“Artık sağır, dilsiz, kördür onlar.Bu sebeple (dalaletten hidayete) dönemezler.”
İnsan hangi yolu benimserse, onu hoş görür ona sıkı sıkıya yapışır. Artık onu o yoldan geri çevirmek ve onunda kendi kendine gittiği yoldan geri dönmesi zorlaşır. Böylece kendisini başka bir tarafa taşımak isteyeni reddeden bir karakter ortaya çıkar.
Münafıklar, dünya hayatı daha tatlı gelince hak ve hakikate karşı kör, sağır ve dilsiz kesilir.Kendini hidâyetten mahrum edenlerin dünyadaki halleri böyle olduğu için âhirette de benzeri bir azâba uğratılacaklardır. “Kıyamet günü onları kör, dilsiz, sağır olarak yüzüstü haşrederiz” (İsrâ 97) âyeti bu gerçeği haber verir. Onlar Cenab-ı Hakk’a: “Rabbim! Beni niçin kör olarak dirilttin? Oysa ben dünyada gözleri gören biriydim” diye itiraz eder.Allah: “Evet, böyle! Âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları nasıl unutup bir kenara attıysan, bugün de sen işte öylece unutulur, bir kenara atılırsın!” buyurur. (Tâhâ 125-126)
19-“Veya (onların hali), semadan sağanak hâlinde boşanan yağmur(a tutulmuş kimselerin durumu) gibidir. Onda (yağmurda) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek var. Ölüm korkusuyla, yıldırımlara karşı parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre sarıp kuşatmıştır.”
20-“Şimşek (karanlıkta) gözlerini kör edercesine çakar.Her ne zaman onları aydınlatsa ışığında yürürler. (Fakat şimşeğin sönmesiyle) karanlık çökünce de oldukları yerde (şaşkın bir şekilde) dikilip kalırlar.”
Bu temsiller, önceki ayetlerde vasıfları anlatılan münafıkların iç dünyalarını dikkat çekici bir tarzda ortaya koymaktadır.
“Eğer, Allah isteseydi, işitme ve görme duyularını giderirdi. Gerçek şu ki,
Allah'ın kudreti herşeye yeter!”
Öyleyse, henüz fırsat varken gaflet uykusundan uyansınlar; akıllarını ve gönüllerini Kur’an nuruyla aydınlatıp apaçık gerçeğe iman etsinler!