Bakara Suresi 30-39 Ayetler

Zafer KARLI

**30 ile 39. ayetler arasında Hazreti Âdem’in yaratılış kıssası, meleklerin ona saygı secdesi yapması, şeytanın kibirlenmesi, Hazreti Âdem’le Havva’yı kandırması ve onların yeryüzüne indirilmesi anlatılmıştır.

30- “Bir zamanlar, Rabb'in meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife kılacağım’ demişti.”

Allah, Hz. Âdemi yaratmadan önce insan türünü yeryüzünde var edeceğini haber vermektedir. Sonraki ayetlerde (36. ayet) görüleceği gibi şeytanın Hz. Âdemi aldatması, insanın dünyaya gönderilmesine sadece bir sebep olmuştur.

Halife, başkasına halef olan ve onun yerine geçen demektir. Bundan murat Hz. Âdem ve neslidir. İnsandan önce yeryüzünde mükellef varlık olarak cinler vardı, insan onlara halef kılındı. Hz. Âdem ve nesli Allah’ın halifesi değil, yeryüzünün halifeleridir.

(Melekler) dediler: Orada fesat çıkaracak ve (haksız yere) kan dökecek birisini mi (halife) kılacaksın?”

Meleklerin, Âdem’i nereden tanıdıkları, onun yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini nasıl bildikleri konusunda aşağıdaki iki yorumu akla ve vâkıaya daha yakın ve hadisenin anlatılış üslûbuna daha yatkın buluyoruz:

1. Allah’ın yaratacağı insanı onlara önce tanıtması, sonra da onu yeryüzüne halife yapacağını bildirmesi üzerine –bu bilgiye dayanarak– kanaatlerini açıklamışlardır.

2. Âdem’in yaratılışını müşahede etmişler, onun maddî ve mânevî özelliklerini görüp bilmişlerdir.

“Oysa biz Sana hamdederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz.”

Tesbîh, terim olarak Cenâb-ı Hakk’ı ulûhiyyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade eder. Allah’tan başkasına nisbet edilemez. Tesbih, tevhid inancını pekiştiren bir kavramdır, tenzih ve takdis de aynı mahiyettedir.

Melekler “Oysa, biz Sana hamdederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz.” diyerek kendilerinin halife kılınmaya daha uygun olduklarını kastettiler.Melekler kendilerindeki bu artı durumu nazara vermeleri, zımnî olarak “biz böyle bir hilafete daha layıkız” manası taşır.

(Bunun üzerine Allah,) Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim dedi.”

Size gizli kalan birçok yararlı şeyleri ben bilirim… İnsanoğlunu yeryüzüne halife kılmada, sizin bilmediğiniz fakat benim bildiğim hikmetler vardır.

Mesela; yeryüzündeki herhangi bir şeye ihtiyaç duymayan melekler halife kılınsaydı, insanların kâinatın sırlarını araştırıp-tanıması, yeryüzünü imar edip orada bulunan türlü faydalı ürünleri, ekin ve madenleri çıkartmak vb. gibi birçok hususlarda hikmetin tecellisine mazhar olamayacaklardı. Ayrıca, insanın şerri irade etme imkânına sahip olduğu halde hayır işlemesi, meleklerin hayırlı işler görmelerinden daha önemlidir. Meleklerin gıpta ettikleri bütün peygamberler, bütün sahabeler, Allah’ın bütün veli kulları bunun şahitleri olmuşlardır.

31- “Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti.”

Allah, Hz. Adem’e eşyayı değerlendirme imkanı verdi. Varlıklar ile semboller arasında zihinsel bağ kurma yeteneği ihan etti; varlıkların niteliklerini, işlevlerini araştırıp öğrenme, eşyayı kullanma ve böylece varlıklar üzerinde tasarruf edebilme gücü verdi.

“Sonra onları meleklere arzetti.”

Eşyayı göstererek “Bu nedir, şu nedir, neye yarar?” gibi sorularla onları sınava tabi tuttu.

“Haydi (iddianızın doğruluğundan) eminseniz şunların isimlerini Bana haber verin, dedi.”

“Masumiyetiniz için hilafete daha layık olduğunuzu düşünüyorsanız, haydi şu eşyanın isimlerini haber verin.” Allah, “Bana haber verin!” buyruğuyla yürekleri sarsacak bir heybet hitabında bulunmuştur.

32- “(Bunun üzerine melekler) dediler: Subhaneke: (Ey Rabbimiz!) Seni (her türlü noksanlıktan) tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiç bir ilmimiz yoktur. Gerçekten, Alîm - Hakîm ancak Sen’sin.”

Sen her şeyi en iyi şekilde bilir ve her yaptığını tam bir hikmetle yaparsın. İlimde ve fiilde kemalde olup, hükmünde ve yönetiminde yanılmayansın.

33- “(Allah) ‘Ey Âdem! Onlara bunların (eşyanın) isimlerini haber ver’ dedi.”

Burada Cenâb-ı Hakk’ın Âdem’e bir inâyet ve rahmet tecellisi vardır: Meleklere, özellikle hakkında bilgileri olmayan bir şeyi talep ederken (31. Ayette) “Bana haber verin!” buyruğuyla yürekleri sarsacak bir heybet hitabında bulunmuştur. Âdem’e ise, heybet ve korkuya kapılmasını gerektirmeyecek şekilde “Onlara (meleklere) bunların (eşyanın) isimlerini haber ver!” buyurmuştur.

“O da onlara eşyanın isimlerini haber verince, (Allah şöyle) dedi:”

“Ben size dememiş miydim göklerin ve yerin gaybını hakkıyla bilirim ve sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim.”

İnsan, bütün esmanın tecellilerini bilecek, idrak edecek câmi bir istidada sahip kılınmıştır. Bundan dolayı arza halife olmuştur.

Bu imtihanla Âdem’in meleklere üstünlüğü ve hilâfete liyakâti tespit edilince, bu kez ilâhî hikmetin ikinci adımı gerçekleştirilmek üzere meleklere Âdem için secde emri gelmektedir:

34- “Hani meleklere ‘Âdem için secdeye varın!’ demiştik.”

Müfessirlerimiz meleklerin Hz. Adem'e secdelerinin tıpkı kardeşlerinin, Hz. Yusuf'a yaptıkları secde (Yusuf, 4) gibi ibadet kastı taşımadığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Burada meleklerin secdesinin şekilselliği değil de onun içerdiği anlam öne çıkarılmalıdır. Bu olay, Allah'ın emri gereği meleklerin, Hz. Adem'in şahsında, insana saygı sunma, onu yüceltme ve selamlamalarıdır.

İnsanın bu azim kıymetini Said Nursi şu cümlede veciz bir şekilde özetlemiştir: “Nasıl esmâda bir ism-i âzam var, öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır.” (Sözler, 33. Söz, İnsan Penceresi)

“Onlar da derhal secde ettiler ancak İblis (secde) etmedi.”

Burada İblis’in Âdem’e secde etmesi doğrudan emredilmemişse de A’raf 12, Hicr 32, Sâd 75 de ona da bu emrin verildiği görülmektedir.

“(O) dayattı ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”

İblis, kendisinin daha üstün olduğu inancıyla Allah’ın Âdeme secde emrini yanlış bularak (haşa) kâfirlerden oldu.

35- “Dedik: Ey Âdem, sen ve eşin (Havvâ) cennete yerleşin. Ondan (cennetin yiyeceklerinden) dilediğiniz gibi bol bol yiyin. (Fakat) şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa (haddini aşan) zalimlerden olursunuz.”

Yasağın “yaklaşmayın!” şeklinde gelmesi dikkat çekici bir durumdur. Çünkü harama yaklaşan kimsede bütün kalbiyle harama doğru bir meyil meydana gelir. Mıknatısın bir çekim alanı olduğu gibi, günahların da bir çekim alanı vardır, yaklaşan kendini kurtaramaz.

36- “Fakat, şeytan onların (Âdem ve eşinin) ayağını oradan kaydırdı. İçinde bulundukları yerden onları çıkardı.”

İçinde bulundukları itibarlı ve nimetli konumdan onları çıkardı.

“Biz de dedik: Birbirinize düşman olarak inin.”

Buradaki düşmanlık, insanlarla şeytanlar arasındadır ve bu, aralarındaki iman küfür mücadelesinin başlangıcıdır.

“Yeryüzü sizin için belirli bir süreye kadar barınak ve geçim yeri olacaktır.”

Yeryüzü, sizin geçici yerleşim yeriniz ve imtihan mahallinizdir.

37- “Bunun üzerine, Âdem Rabbinden bir takım kelimeler aldı (ve onlarla tevbe etti).

Bu kelimeler ile kastedilen (Âdem ve Havva) dediler: Ya Rabbena! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen gerçekten de hüsrana düşenlerden oluruz!” âyeti olabilir. (A’raf, 23)

“Bunun üzerine O da tevbesini kabul etti. Gerçekten O, Tevvab Rahîm’dir.”

Allah’ın günaha karşılık ikabı kaldırması, yerine de sevabı koyması, rahmetinin neticesi olduğu için burada “Tevvâb” ismi “Rahîm” adıyla anılmıştır.

38- “Onlara şöyle dedik: Hepiniz oradan inin.”

Hz. Adem ve Hz. Havva, dünyaya bir ceza olarak gönderilmemiş, yaratılış amacı nedeniyle gönderilmiştir. Eğer onlar Cennette kalsaydı, melek gibi makamları sabit kalırdı; insani yetenekleri gelişmezdi. Halbuki, sabit makam sahibi olan melâikeler çoktur; o tarz ubudiyet için insana gerek yok! Halbuki, meleklerden farklı olarak insana nefis ve şehevi hisler verilmiştir. Bu hislerin tezahürlerinin görülmesi için insanın dünyaya gönderilmesi, onlara bazı sorumlulukların verilmesi ve bir imtihana tabi tutulması gerekliydi. Ta ki, insan bu imtihan ve tecrübe sonunda ya cennete layık bir kıymet alsın veya cehenneme ehil olacak bir vaziyete girsin. (Geniş açıklama için bkz. Said Nursi; Mektubat, 12. Mektup)

“Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber/kitap) gelir de kim hidayetime uyarsa, artık onlara (hem dünyada hem de ahirette) bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”

Korku; gelecekle ilgili olur, hüzün ise, sevincin zıddı olup, üzülmek ve kederlenmek demektir. Bu ise ancak geçmişe ait hususlarla ilgili olur. Dolayısıyla ayetin mânası şöyledir: “Allah’tan gelen hidayet rehberine uyan kimseler için âhirette korkulacak bir şey yoktur. Geçmişte yaptıkları ve dünyada geri bıraktıkları şeyler için de kederlenmeyeceklerdir.”

39- “İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar ashab-ı nardır.

Onlar orada (ateşte) daimîdirler.”

Âyet, “açık alâmet” demektir. İlahî san’at eserlerine; O’nun varlığına, ilmine ve kudretine delalet etmeleri cihetinden “âyet” denilir. Keza, Kur’an cümlelerine de “âyet” denilir. Burada “âyetlerimiz” ifadesinden murat, her iki tür âyet de olabilir. Ashab-ı nar, cehennem ateşine mahkûm edilenlerdir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.