Bakara 7- “Allah, (inkârdaki ısrarları sebebiyle) onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.”
Ayet, öncelikle kalpten bahsetmektedir. Kur’an’ın kullandığı kalp kavramı; latife-i Rabbanî denilen manevî kalbi, aklı ve ulvî duyguların merkezi olan ruhu içine alacak geniş bir kapsama sahiptir. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “İnsan vücudunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulduğunda bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, o et parçası kalptir.” (Buhârî, İmân, 39; Müslim, Musâkât, 107)
Said Nursi, kalbi; “imanın mahalli olan latife-i Rabbaniye”, “insanın çekirdeği”, “Ayine-i Samed” ve “Ebedü’l-abada açılmış bir pencere” olarak nitelendirerek, kalbin çok geniş ve cami mahiyette olduğunu beyan etmektedir.
Kur’an’da kulak, bir duyu organı olmasının ötesinde insanın bilinç ve algı düzeyini yansıtan, farkındalığını ortaya koyan bir özellikle anlatılır. Sadece seslerin işitilmesi değil; söylenenin anlaşılması ve söylenen hususun yaşanmasında kulak, ayrı bir önem taşır. Bu özelliğinden dolayı diğer duyu organları ve kalple birlikte zikredilir. Ayette belirtildiği üzere kendisine tebliğ edilen ilahi öğütler karşısında yüz çevirip, inatla, düşünmeden haktan uzaklaşan kimselerin kalpleri ve kulakları mühürlenmiştir.
(Ancak) “kulaktaki zar, nur-u imân ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder.” (İşaratü'l-İ'caz; Bakara Sûresi, 6. âyetin tefsiri)
“Gözlerinin üzerinde de bir tür perde vardır. İşte onlar için çok azîm bir azap vardır.”
Bu, maddi bir perde olmayıp; gaflet, ülfet, cehalet gibi durumlardır. Azabı tavsif eden “azîm” kelimesinde “büyüklük, çokluk ve devamlılık” mânaları vardır. Ayrıca, azabın “azîm” kelimesiyle vasıflandırılması diğer azaplarla mukayese edildiğinde, onların buna nisbetle küçük kaldığını anlatır.
Kur’an’da insanın sorumluluk bağlamında işitme organın göz ve kalple birlikte zikredildiği görülmektedir. (bkz İsra, 36) Hidayete erişmek; hakikate kulak vermek ve kalbin Hakk’a yönelmesi ile mümkündür. Zira, onların fiziki gözlerinden kaynaklı bir körlükleri yoktur, onların hakkı görüp tanımalarını engelleyen kalplerindeki körlüktür, basiret körlüğüdür. (bkz Hacc, 46)
Bazı müfessirler ayette sırasıyla kalp, kulak ve göz’ün gelmesini “imanın mahalli olan kalp hidayetten uzaklaştıkça kulak hakkı işitmez, göz hakikate karşı körleşir” olarak yorumlamışlardır.