Bakara Suresi (8-20) Meal Tefsiri

Zafer KARLI

**8 ile 20. ayetler arasında münafıkların bazı özelliklerinden bahsedilmiştir. Buna göre münafıklar: İman ettik, dedikleri halde iman etmezler, kalplerinde çeşitli hastalıklar vardır, yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yaparlar ve bizler aslında ıslah ediciyiz, derler. Müminleri küçümseyip alay ederler, hakka talip olmak yerine dalalete müşteri olup, satın alırlar.

8- “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, ‘Allah'a ve ahiret gününe iman ettik’ der.”

“Hâlbuki onlar asla iman etmiş değillerdir.”

Kâfirlerin en kötüsü ve Allah'ın en çok buğzettiği kimseler bunlardır. Çünkü onlar hile ve yalancılıkla inkarlarını gizlemişlerdir. Bu yüzden “cehennemin en alt tabakasındadırlar...” (Nisâ, 145) Bunlara, Nisâ (137-145), Tevbe (66-67) ve Münâfikūn sûrelerinde “münafık” adı verilmiştir.

9- “(Akılları sıra) Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar, sadece kendilerini aldatırlar da, bunun farkına varmazlar.”

Çünkü “…onların kalpleri var, fakat bununla gerçeği anlamazlar; gözleri var onunla görmezler; kulakları var onunla işitmezler. Hâsılı bunlar hayvanlar gibidirler, hatta onlardan daha şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar da bunlardır.” (A’raf, 179)

10- “Onların kalplerinde bir hastalık vardır.”

Hastalık kelimesiyle anlatılmak istenen şüphe, cehalet, ikiyüzlülük, yalanlamak ve inkârdır. Bunlar, zamanla başka manevi hastalıklara da davetiye çıkarmaktadır. Nitekim, ayetin devamında “hastalık” kelimesinin belirsiz zikredilmesinden artan hastalığın aynı hastalık olmayıp zamanla başka hastalıklara da sahip olduklarını anlamak mümkündür.

“Allah da onların hastalığını daha da artırmıştır. Yalanlarına karşılık onlara elem verici bir azap vardır.”

İman ve salih amel ile tedavi etmedikleri bu hastalık, ilâhî yasalara göre zamanla müzminleşerek onları fecî âkıbete mahkûm eder.

11- “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.”

(Zaten,) “hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür.” (Münazarat, Sualler ve Cevaplar)

Fesad; başta küfür olmak üzere bütün isyan davranışlarından ibarettir. Allah’a isyan eden veya O’na isyanı emreden kimse yeryüzünde bozgunculuk yapmış olur. Hâlbuki göklerde ve yerde ıslah itaatle gerçekleşmektedir.

12- “Dikkat edin, onlar müfsitlerin ta kendileridir.”

İlâhî ölçüleri doğrudan veya dolaylı bir şekilde inkâr eden, dünya görüşleri yüzünden fıtrî dengeleri alt üst olmuş müfsitlerin kurtuluş reçetesi, yeryüzündeki buhran ve fesadı derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmamaktadır.

“Lakin (bunun) şuurunda değillerdir.”

Münafıklar, vahyin rehberliğinden uzak oldukları için neyin salâh, neyin fesat olduğunu fark etmezler. Buna karşılık Kur’an, ölçülerini kendisinin koyduğu sâlih amellerle yeryüzünü fert, aile ve toplum planında ıslaha çabalayan sâlih kulların sulh ve salâh istikametindeki misyonunu belirtirken fesad-salâh zıtlığını da açıkça ortaya koymaktadır.

13- “Onlara, ‘(şu) insanların iman ettiği gibi iman edin’ denilince, ‘Biz o sefihlerin iman ettiği gibi mi iman edeceğiz?’ derler.”

Ayette “(şu) insanlar” ile kastedilen sahabelerdir. Sefih; câhil, dar görüşlü ve kâr-zarar hesabı yapamayan kıt akıllı kimse demektir.

Kendilerini imana davet edenlere karşı münafıkların verdiği bu cevap üç şekilde gerçekleşmiş olabilir:

  1. İçten içe böyle söylenmişlerdir.
  2. Kendi aralarındaki alay yollu gizli konuşmalarıdır.

Bu takdirde Allah, Peygamberini ve mü’minleri bundan haberdar etmiştir.

  1. Onları imana davet edene böyle dediler. Bu takdirde münafıklar konuşmalarında hile yapıp iki anlama gelecek (tevriyeli) ifadeler kullandılar. Yani “Bizi sefihler zannetme! Sizin nazarınızda sefihler gibi olamayız. Bilakis biz, samimi mü'minlerin yaptıklarını yapmaktayız.”diyerek imana davet edeni kandırmak istediler.

Her türlü durumda kalplerinde var olan ise; “Onlar bizim nazarımızda her topluluğun düşük seviyeli kimselerinden toplanıp bir araya gelmiş sefih kimselerdir.” demektir. (Detay bilgi için; Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, Bakara 13. Ayetin tefsiri)

“Dikkat edin, asıl sefihler onlardır. Lakin bilmezler.”

Ayet, onların körlüklerini ve hidayetten uzaklıklarını en beliğ bir şekilde ifade etmektedir.

14- “Onlar iman edenlere rastladıklarında, ‘âmenna’ (iman ettik) derler.”

Böyle diyerek onları geçiştirirler.

“Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, ‘Biz sizinleyiz, biz (onlarla) ancak alay etmekteyiz’ derler.”

Şeytân; hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış yaratık demektir. Âyette ifade edilen şeytanlar, hakkı kabul etmemekte şeytan gibi direnen kimselerdir veya bunlardan murat, münafıkların reisleridir. Kur'an-ı Kerim, “şeyâtıne’l-insi ve’l-cinni” ibaresiyle insanlardan da şeytanlar olduğunu bildirir. (En’am, 112) Onların yanında “Biz sizinleyiz” diyenler ise, onlara tabi kimselerdir. Nitekim Kur’an’da inkârcıların şeytanlarla beraber haşredileceği belirtilir. (Meryem, 68)

15- “(Gerçekte) Allah onlarla alay eder.”

Allah, bu alaycı tavırlarından dolayı onların alaylarına mukabele eder, onların mü’minlerle istihza etmelerini cezalandırır. Âyette, istihzaya verilen ceza, istihza şeklinde ifade edilmiştir. Belağatta buna “müşakele” denilir. Müşakele, şekilde bir olma ve benzeyiş, aynı ifadenin birbirinden farklı anlamda kullanılmasıdır. Mesela “kimse bana cahillik yapmaya kalkmasın, ben ondan daha fazla cahillik yaparım” diyen bir kimse, kendisi hakkında kullandığı cahillik ifadesinde müşakele yapmaktadır.

“Ve şaşkın bir halde tuğyanları içinde dolaşmalarına fırsat verir.”

Tuğyan; kişinin soyluluk, zenginlik, siyasal ve sosyal statü, iktidar gücü vb. gibi gelip geçici durumlara aldanarak önce yaratılmışlara ardından Allah’a karşı büyüklenmesi, böylelikle dalalete düşmesidir. Bu vasfın münafıklara izâfe edilmesi; tuğyanın onlarda baskın bir sıfat olduğunu gösterir.

Onların şaşkınlığından kasıt; basîretsizlik ve fikir körlüğü içinde olmalarıdır.

16- “İşte onlar, hidayet karşılığında dalâleti satın aldılar.”

Onlar, heveslerini ilâhî hakikatlere tercih etmiştir.

Ayette, "satın almak" tabirinin kullanılması satın almanın müşteri tarafından sevilen şeyler hakkında söz konusu olmasındandır.

“Fakat bu ticâretleri kâr etmemiştir.”

Nefsânî heveslerini ilâhî hakikatlere tercih edenlerin alışverişleri zarar etmiştir

Araplar kişinin alışverişinde kar ve zarar etmesini alışverişin kâr ve zarar etmesi şeklinde ifade ettikleri yani kar ve zararı alışverişe isnat ettiklerinden dolayı Allah da burada kârı ticarete isnat etmiştir.

“Onlar, (böylece büyük bir zarara uğramış üstelik) maksatlarına da ulaşamamışlardır.”

Batıl inanç, sahibini karanlığa mahkûm eder, bir çıkış yolu bulamaz.

Not: Misaller vermek, birtakım hususları açıklamak, gizli ve ancak düşünülerek anlaşılan şeyleri açık ve hissedilir olarak açığa çıkartmak için Kur'an'ın izlediği bir yöntemdir. Burada da Allah onların zararlarının büyüklüğünü açık bir şekilde ifade etmek için 17-20. ayetlerde iki darb-ı mesel getirerek şöyle buyurdu:

17- “Onların misâli, (geceleyin) ateş tutuşturmaya çalışan bir insanın hali gibidir:”

Münafıkların menfaatleri gereği müslüman olduklarını söylemeleri tıpkı kendisinden yararlanmak için ateş yakan kimsenin haline benzer.

“Ateş, (bu kimsenin) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların nurunu giderdi. Böylece onları zifiri karanlıklar içinde görmez bir hâlde bıraktı.”

Ayet “Allah onların ateşini giderdi" buyurmuyor, Allah onların nurunu giderdi” diyor. Halbuki âyetin evvelinde geçen, “ateş tutuşturmaya çalışan bir insan” lafzına uygun olması için, “Allah onların ateşini giderir” denmeliydi. Bunun izahı şudur: Ateşte aydınlatma ve yakma özelliği vardır. Ayet, “Allah, onların nurunu giderdi” buyurmakla, bu özelliklerden aydınlatma özelliğini çektiğini fakat yakma özelliğini bıraktığını ifade etmiş oluyor.

Bu darb-ı mesel onların önce iman edip sonra kâfir olduklarını göstermektedir. Onun içindir ki Allah, onların nurlarını gidermiş ve onları küfür, şüphe ve nifak karanlıklarında, hayır yolunu bulamaz ve kurtuluş yolunu bilemez bir halde bırakmıştır.

18- “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu sebeple onlar (dalaletten hidayete) dönemezler.”

Münafık, başlangıçta imanın gereğini yaşamak ister. Fakat dünya hayatı daha tatlı gelince kendine engel gördüğü ayetlere sonrasında da hak ve hakikate karşı kör, sağır ve dilsiz kesilir.

19- “Veya (onların hali), semadan sağanak hâlinde boşanan yağmur gibidir (böyle bir yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir). Onda (yağmurda) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek var. Ölüm korkusuyla, yıldırımlara karşı parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.”

Kur'an-ı Kerim, Allah tarafından geldiğini gösteren şiddetli yağmur gibi birçok ayet (belge) ve hayır taşımaktadır. Onda bulunan tehdit ve azarlayıcı ifadeler gök gürültüsü gibidir. Onda bulunan nur ve kimi zaman münafıkların gözlerini kamaştıracak dereceye varabilen apaçık deliller, şimşek gibidir. Onda bulunan bu dünyadaki cihad çağrıları ile ahirette vuku bulacak azap tehditleri de yıldırımlar gibidir.

20- “Şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. Her ne zaman (şimşek) onları aydınlatsa ışığında yürüdüler, karanlık yapınca da oldukları yerde dikilip kaldılar.”

Ayette Kur’anın nuru, çakan şimşeğe ve münâfıkların da fırsat buldukça o ışıktan istifâde etmeleri, temsilî olarak anlatılmıştır.

“Eğer, Allah isteseydi, işitme ve görme duyularını giderirdi.”

Öyleyse, henüz fırsat varken gaflet uykusundan uyansınlar; akıllarını ve gönüllerini Kur’an nuruyla aydınlatıp apaçık gerçeğe iman etsinler!

“Gerçekten, Allah her şeye kâdirdir.”

Allah, münafıkları şiddetinden sakındırmaya, onları çepeçevre kuşatmaya ve gözlerini ve kulaklarını gidermeye kadir olduğunu bildirmek üzere, bu âyette kendisini her şeye muktedir / Kâdir olarak vasıflandırmıştır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.