Cevşen-ül Kebirin Mealini Bediüzzaman Verirse

Zafer KARLI

Bu yazımızda 57. ukdedeki ilk iki Sıfat-ı İlahiye’ye Bediüzzaman tarafından verilmiş mealler ile aynı ukdenin kelimesi kelimesine tercüme olan motamot çeviri yöntemi ile yapılmış meal arasındaki fark ve incelikler üzerinde durulacaktır. Böylelikle Cevşen-ül Kebir’in içindeki hakikatler ile mahlûkatın rububiyete karşı tesbih, tahmid, takdis gibi üç muazzam vazifesini ders veren Esma ve Sıfat-ı İlahiye’ye meal verirken Bediüzzaman Said Nursi’nin izlediği yöntemi anlamaya çalışacağız.

57.1- Yâ Men hüve fı’s-semâi ‘azametüh

Motamot Çeviri: Ey semâda (gökte) azameti görülen,

Bediüzzamanın Meali: Ey göklerde ve ecram-ı ulviyede azameti görünen Zât-ı Zülcelâl,

Motamot çeviride “semâda (gökte) azameti görülen,” denmesine mukabil Bediüzzaman “göklerde ve ecram-ı ulviyede azameti görünen” ifadesini kullanmıştır. Çünkü “semâ” ile yeryüzünün herhangi bir noktasından yukarıya doğru bakıldığında uzaydaki gök cisimleri dâhil görülen her şey kastedilir. Bunun yanı sıra ibarede geçen “fı’s-semâi” ifadesindeki “fi” (içinde) edatı semanın/göklerin içindekilere işaret ettiği için Bediüzzaman Said Nursi mealinde göklerdeki ecram-ı ulviye” ifadesi ile okuyucunun tefekkürde derinleşmesine katkı sağlamıştır.

Zemahşerî'ye göre Allah'ın celalini ve azametini gösteren âyetlerin en büyükleri sema’dadır. Keza Cevşen-ül Kebir’de bu Sıfat-ı İlahiye ile tesbih, tahmid, takdis suretinde âfâkî tefekkürün usulünü öğretip âfâkta kudret-i İlahiyeyi temaşa ettirir. Bu hakikate binaen Bediüzzamanda bu Sıfat-ı İlahiye’ye meal verirken “Zât-ı Zülcelâl” terkibini “göklerde ve ecram-ı ulviyede azameti görünen”e mukabil kullanmıştır. Bu terkip ile derin hikmetler içeren bu Sıfat-ı İlahiye’nin anlaşılmasına ve tefekkür edilmesine motamot çeviriye göre daha fazla katkı sağlamıştır. Çünkü azamet, Celâl’in özelliklerinden olup Allah’ın en yüksek seviyede yüceliğini ifade eder.

57.2- Yâ Men hüve fi’l-ardi âyâtüh

Motamot Çeviri: Ey yerde âyetleri ve mu’cizeleri tecelli eden,

Bediüzzamanın Meali: Ey zeminde ve zeminin her bir mevcûdunda vahdaniyetin delilleri, âyetleri müşahede edilen Zât-ı Zülkemâl.

Bediüzzamanın bu ukdenin tamamına meal verme yöntemi bir önceki pasajda izah edilmiştir. Burada önceki ibareye mealen verdiği Zât-ı Zülcelâl” terkibi yerine Allah’a atfen “Zât-ı Zülkemâl” terkibini kullanmıştır. Ayrıca ibaredeki “ayetleri” kelimesini mealen “vahdaniyetin delilleri, ayetleri” olarak ifade etmiştir ki; bu Kur’anî bir bakıştır. Çünkü Kur'an, Allah'ın varlığını inkâr edilemeyecek bir mesele olarak gördüğünden daha çok Allah'ın mutlak anlamda birliği yani “Tevhid” üzerinde durmaktadır. Nitekim Bediüzzamanın, “Kur'ân'dan ve Cevşen-ül Kebir’den aldığı bir ders” olduğunu söylediği risale-i münacat isimli eserinde geçen, Cevşen-ül Kebir’in bu ibaresinin izahı ve şerhi mahiyetinde olabilecek pasajlarından bir tanesi de şudur:

“Arz bütün mahlûkatıyla ve ahvaliyle senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatı adedince şehadetler ve işaretler ederler. Evet, zeminde hiçbir tahavvül ve ağaç ve hayvanlarında her senede urbasını değiştirmek gibi hiçbir tebeddül -cüz’î olsun, küllî olsun- yoktur ki; intizamıyla, senin vücuduna ve vahdetine işaret etmesin.”

Cevşen-ül Kebir’den bu Kur’anî dersi alarak her daim semadan daha çok yeryüzündeki hadisatı müşahede eden insan, Allah’ın Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olduğunu ayrıca eşi, benzeri ve ortağının olmasının imkânsız olduğunu idrak eder. Vahdaniyetin zıddı olan ‘birden fazla olmak’, ‘eşi ve ortağı bulunmak’ gibi Allah hakkında düşünülmesi imkânsız batıl inanç ve fikirlerden uzaklaşıp tevhid-i hakikiye erişir; Allah’ın “Zât-ı Zülkemâl” olduğunu anlar. Bilir ki ancak, Allah mutlak kemâl sahibidir; hakiki kemâl O’na hastır. İnsan için gerçek kemâl Allah’ın Zâtı, sıfatları ve fiilleri hakkında mârifet sahibi olmaktır.

Ayrıca Bediüzzamanın, Cevşen-ül Kebir’in motamot çevirilerinde mealen tercih edilen “tecellî” yerine “müşâhede” kelimesini kullandığı görülür. Müşâhede; “görmek, şahitlik etmek, gözlemlemek; bir nesnenin hakikatine vâkıf olmak” anlamlarına gelir. Tecellî ise; “belirmek, ortaya çıkmak, görünmek; belirti, görüntü” anlamındadır. Cevşen-ül Kebir ile münacatta bulunan kul Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve takdis etmektedir. Bu tesbih ve takdisi Cevşen-ül Kebir’den aldığı ders ve bu ders sayesinde gördükleri ile yapar. Dolayısıyla ilgili ibarelere “tecellî” kelimesi yerine “müşâhede” kelimesi ile meal vermek daha isabetli görünmektedir.

Elhasıl: Bediüzzaman Said Nursi’nin Cevşen-ül Kebir’i meallendirirken Kur’anî bir bakış ortaya koyduğu, ibarelerdeki lafızların işaret ettiği hakikatlerin anlamlarını yine esma-i ilahîye perspektifi ve anlam bütünlüğü içinde ele aldığı görülmektedir. Bu yöntem ile tevhidi bir münacat olan Cevşen-ül Kebir’in meali de Arapça bilmeyenler için küllî bir tefekkür, yüksek bir marifet dersi haline gelmiştir.

Esma-i İlahî perspektifinde kâinattaki ahengi anlamlandıran ve müşahede eden Cevşen-ül Kebir’in her parçası onun bir cihette Kur'an’dan çıkan ve tevhid-i hakikiyi ders veren hârika bir münacat oluşuna delildir. Çünkü Kur’an, insanın sadece yaşantı tarzında değil kâinat ve hadisat ile ilgili düşüncelerinde de yönlendirici ve düzenleyici bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla ekseriyeti Kur’an ayetlerinden iktibas edilmiş Cevşen-ül Kebir’deki marifetullah dersleri insanın kâinat ve kâinatın işleyişi hakkındaki tasavvurunu Allah hesabına inşa etmektedir. Bu harika münacatın en güzel şerh ve izahı Cevşen-ül Kebir’den feyiz alan ve tevellüd eden Risale-i Nur Külliyatı’dır.

Latif Bir Tevafuk:

Bu yazıyı hazırlarken 57. Ukdedeki sadece 3 adet (1, 8 ve 10.) Sıfat-ı İlahiye’nin 19 harf olduğunu ve 57’nin ise 3x19 olduğunu fark ettik. Bu 19 harfli Sıfat-ı İlahiye’lerin sıra numaralarının toplamı da 1+8+10=19 etmektedir. Ayrıca Üstad Hazretlerinin Cevşen-ül Kebir’i okurken durması gerekiyorsa 19’un katlarında durduğunu biliyoruz.

Bunun yanı sıra 57. Ukdedeki ilk iki Sıfat-ı İlahiye Allah’ın göklerde ve yerdeki azametine ve birliğine işaret etmektedir. 57. Sure olan El-Hadid Suresinin ilk iki ayeti de Allah’ın göklerde ve yerdeki hükümranlığına işaret etmektedir. El-Hadid kelimesinin ebced değeri de 57’dir.

Kaynaklar:
-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Şura Suresi 1-8 ayet tefsiri,
-TDV İslâm Ansiklopedisi, “Kemal”, “Müşahede”, “Tecelli” maddeleri

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.