İnsanı Gafletten Uyandırıp Rabbi İle Buluşturan Eser: Risale-i Nur Külliyatı

Zafer KARLI

Çok kimseler zannederler ki mânen terakkî etmek, yalnız fazla ibadetledir. Hayır, hakîkî terakkî, Cenâb-ı Hakk’ın huzûr-u ilâhîsinde olduğunu bilerek, Sünnet-i Seniyye istikâmetinde, ne yapılması îcâb ederse onu yapmakla olur. (1) Bu hâl ise tahkiki imanın hayattaki tezahürü ile doğru orantılıdır. Nitekim İmam-ı Gazalî’ye göre sülûk; imanî hakikatleri bilip idrak için yaşanan bir yolculuktur. (2) Bundan dolayı sülûk, Hz. Peygamber’in (s.a.v) izinde, onun örnek olduğu kulluk hayatını yaşayabilecek kabiliyetlerin inkişaf etmesi gayretidir denilebilir. Bu inkişafa Risale-i Nur’da; “Ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi, Risale-i Nur, (nafile) ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî burhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü'l-hakaike yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akîde ve usûlü din içinde bir velâyet-i kübrâ yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydandadır.” (3) denilerek işaret edilmiştir.

Eğer denilse Said Nursi’nin kâmil bir mürşid olduğuna sufiler nasıl bir kanaat ortaya konmuştur?

Said Nursi’nin allâme ve kâmil bir mürşid olduğunu meşayıh ikrar etmiştir. Bunlardan Şeyh İsmail Çetin Efendi: “Üstad Bediüzzaman Hazretleri, cem’ül-cem’ mertebesindedir.” demiştir. Bununla neyi kastettiğini ise şöyle izah etmiştir: (Bediüzzaman Hazretleri) “bir ilimde değil, birçok ilimlerde tekâmül etmiştir demek istiyorum. Mesela sadece hadisçi, sadece kelamcı, sadece fıkıhçı, sadece müfessir, sadece felsefeci değil, birçok ilimlerde tekâmül etmiştir.” Ayrıca Bediüzzaman için “Ekmel-ül Ulema” tabirini kullanmış. Bu tabiri şöyle açıklamıştır: “Âlimlerin en üstünü manasına kullanıyorum. Zamanında “Türkiye’mizde en üstün âlim” demiştim. Halen o görüşteyim. (4)

Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’daki tevhid ve marifete dair irşad ve ders esasının temelinde -ilm-i kelam ve tasavvufta da yaygın olan- kâinattaki fiillerden eserlere, eserlerden isimlere, isimlerden sıfatlara, sıfatlardan şuûnâta, oradan da Zât-ı Vâhid-i Ehad’e ulaştıran fikrî, hissî, manevî yolculuk vardır. Bu manevî yolculuk Risale-i Nur’da başlangıçta imanın en mühim esası tevhid ile fikrî seviyede yaşanır. Kişi ibadet, sünnet, evrad ü ezkar ile Nur Mesleği’nde ilerledikçe o aklî-fikrî süreci manevî süreçler ile hidayet ve marifet noktasında mesafe kat eder. Risale-i Nur’da işlenen tevhid konuları, bazı risalelerde bir seyyahın tevhid hakikatine “manevî seyahat”i şeklinde kaleme alınmıştır. Tevhide yolculukta aklın tam teslim ve ikna olduğu o merhalede nefis de ya ilzam veya iskât ettirilir. Bundan sonraki merhaleler, kalbin ve ruhun derece-i hayatında devam eder. Ancak Risale-i Nur’daki seyr ü sülûk, ‘tevhid mertebelerinde yapılan seyahatler’den ibaret değildir. İmanın tahkike erişmesi için iman hakikatleri müdellel bir şekilde işlenir. İçerdiği zikir ve telkinler ile Risale-i Nur’daki dersler tasavvufun vâridât ve semerâtını da hâsıl eder. Çünkü Risale-i Nur’daki seyr ü sülûk, tasavvuftaki sülûk-u kalbî ve ruhîyi de içine alan daha genel ve kuşatıcı bir fikriyat ve ameliyatı ihtiva eder.

Risale-i Nur, bütünüyle aklî, fikrî, hissî, kalbî, ruhî bir yolculuktur, maddeden manaya, dünyadan ukbaya, mahlûktan Halık’a bir yolculuktur. Risale-i Nur’da marifetullâhı arş-ı kemalât olarak niteleyen Bediüzzaman Hazretleri, o arşa çıkmak için İslam tarihi boyunca gidilen dört ana yoldan birincisinin, mi’râc-ı Kur’anî olduğunu, kendisinin de o yolu seçtiğini söylemiş, müntesiplerini de böyle Kur’anî bir yola sevk etmiştir. Böylelikle Risale-i Nur’un ciddi, samimi müntesiplerinden imanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir daha nuranî daha parlak manzaraları açar. (5)

Kaynaklar:
1- Sâdık Dânâ, Sultânü’l-Ârifîn, s. 19-20.
2-Ravzatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’s-Sâlikîn (Tasavvufun Prensipleri), s. 43-44. çvr. Remzi Barışık, Kılıç Kitabevi, İstanbul, tsz.
3- Emirdağ Lâhikası-I, 53. Mektup.
4-http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=3862&ctgr_id=138 Erişim: 20.01.2024
5-Otuz Üçüncü Söz, İhtar.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.