Kur’an Meallerinde Anlam ve Anlatım Bozuklukları

Zafer KARLI

Edebi bir eseri başka bir dile çevirebilmek öncelikle her iki dili ve o dillerin edebi inceliklerini çok iyi bilmekle mümkündür. Böylelikle kasıt mana doğru anlaşılıp uygun kelimeler ile tercüme cümleler kurulabilir. Eğer konu, İlahi Mesaj’ın çevirisi ise bu durum çok daha zordur. Çünkü “Ezeli Hitap” sınırlı idrakle anlaşılmaya ve başka bir dile aktarılmaya çalışılmaktadır. Hâl böyle olunca Kur’an meallerinin düzenli olarak tashih ve takviye edilmesi şart görünmektedir. Bu sebeple yazımızda, ülkemizdeki meallerin büyük çoğunluğunda sık karşılaşılan anlam ve anlatım bozukluklarına örnekler ile işaret edeceğiz.

Ör-1

“Allah çok kuvvetlidir; çok güçlüdür.”
(11/66, 42/19, 21/ 58, 57/25, 33/25, 22/40 ve 74’te geçmektedir.)

Kur’ân’da Allah’ı niteleyen Kavî ismi, yedi âyette “yegâne galip” anlamındaki Azîz ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Kavî ismi, Allah’a nisbet edildiğinde “her şeye gücü yeten, kudret sahibi” mânasına gelir. Bu âyetler Allah’ın her şeye muktedir olduğu anlatımların sonunda yer almıştır.

Ayete, “Allah, her şeye gücü yetendir; yegâne galiptir.” şeklinde meal vermek daha isabetli görünmektedir.

Ör-2

“Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaştırılmış gençler,”

“Sürekli genç kalan hizmetçiler,”

“Ölümsüz gençler,”

Vakıa Suresi 17. ve İnsan Suresi 19. ayette geçen "vildanun muhalledun" ifadesi yukarıdaki gibi mantık hatası çeviriler ile karşılanmıştır. Çünkü cennetteki herkes zaten ölümsüzdür zaten kimse yaşlanmayacaktır. Cennete yaşlı bir şekilde de girilmeyecektir.

Vildan kelimesi, velidin çoğuludur. Ayette henüz buluğa ermemiş ve günah işlememiş ve öylece vefat etmiş masum çocuklar kastedilmektedir. Muhalledun ise “ebediliğe mazhar edilmiş” demektir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de ayeti şöyle tefsir etmiştir:

"Kur'an'da geçen, 'vildânun muhalledûn' tabiri gösteriyor ki, müminlerin akıl-baliğ olmadan önce ölen çocukları, cennette ebedî, sevimli, cennete lâyık bir sûrette çocuk olarak kalacaklar. Demek ki, cennette diğer hadsiz lezzetlerin yanında; evlat okşayıp, koklamak gibi, en güzel bir zevki de Allah ebeveynlere ikram eder. Buna göre, cennetin tenâsül yeri olmadığını nazara alarak, orada evlat sevgisi ve okşamasının söz konusu olamayacağını söyleyenlerin bu görüşleri doğru değildir." (Sözler, s. 689; Mektûbat, s. 71).

Bediüzzaman'ın bu görüşü, Hz. Ali (ra) ve Hasan-ı Basrî'nin görüşlerine dayanır. (Kurtubî, 17/203)

Ayetteki “vildanun muhalledun” için “ebediliğe erdirilmiş çocuklar” şeklinde meal vermek daha isabetli görünmektedir.

Ör-3

Enfal 66 -Kavmin, gerçeğin ta kendisi olan o (Kur’ân’ı) yalanladı. Sen de onlara: “Ben artık sizin üzerinize bir vekil değilim.” de.

Kur’an’da geçen “vekil” kelimesi Türkçedeki vekil manasında değildir; koruyucu ve sorumlu sahip manasındadır. Hâlbuki meallerde Türkçedeki manasıyla çevrilmiştir.

Doğru meali şöyledir:

“Senin kavmin (başlarına gelecek) o azabı inkâr etti. Hâlbuki o apaçık bir haktır. De ki: “Ben sizden sorumlu muhafız değilim.”

Not: Kuvvetli görüşe göre zamir, azaba racidir. Çünkü aynı ayet içinde yalnızca azap geçmektedir. Ayetin siyak sibakı da onu gösterir.

Ör-4

Bakara 41-Gelin, yanınızda bulunan (Tevrât)’ı doğrultucu olarak indirdiğim (şu Kur’an’a) îman edin, onu inkâr edenlerin ilki de siz olmayın.

Bu ayeti okuyan bir kimsenin aklına haklı olarak “Bu ayet Medine’de indiğine ve İsrailoğullarına hitap ettiği halde üstelik Kur’an daha önce Mekkeliler tarafından inkâr edildiğine göre, neden “inkâr edenlerin ilki” diyerek böyle bir hitapta bulunulmaktadır?” sorusu gelebilir.

Evvele kelimesine El Müfredat’ta verilen anlamlar şöyledir;

1- Zaman bakımından önce gelen.

2- Bir şeye başkanlık etme, başkasının kendisini örnek alması, kendisine uyması bakımından önde gelen.

3- Konum ve nispet bakımından önde gelen.

4- Yapılış düzeni bakımından önde gelen.

Eğer ayet içinde geçen “Evvele” kelimesi, 2. anlamı gözetilerek çevrilmiş olsaydı, kafalarda herhangi bir soru işaretinin oluşmasına gerek kalmazdı.

Ayete, “Onu inkâr edenlerin öncüsü olmayın.”şeklinde meal vermek daha isabetli görünmektedir.

Ör-5

Kamer 48-O gün (onlar), yüzüstü ateşe sürüklenecekler (ve kendilerine): “Cehennemin acısını tadın!” denilecek.

Ayette geçen ve cehennem olarak meal verilen “Sekar” kelimesinin kök anlamı “beyne acı veren sıcaklık”tır. Nitekim Araplar, aşırı sıcaklarda ''sekarethü’ş-şemsü (güneş onu şiddetle yaktı)” derler. Ayrıca “aşırı sıcak bir gün” anlamına gelen “yevmün müsemkırun” deyiminde de aynı fiilden türetilen “müsemkırun” sözcüğü kullanılır.

Bu kelime cehennemden bahsederken de kullanılmıştır ancak, bu durum kelimenin anlamını “cehennem” yapmaz. Cehennemden bahsederken de kullanılması/kullanılabilmesi, cehennemin “acı veren ve ölçülü ceza” olmasıdır. Nitekim Kuran, cehennem cezasını; dünyada katlanmaya başlayan ve en sonunda yapıp-edilenlerin ölçülü karşılığı olarak tanımlar.

Nitekim; Müddessir suresi 26. âyette “sakar”ın ateşin isimlerinden olup cehennemin ağır cezalık kısımlarından birini ifade ettiği belirtilir 27-28. ayetlerde ise sakar ; "hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran korkunç bir yer" olarak anlatılmaktadır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.