Risale-i Nur, Kur'an'ın lafzını filolojik tetkikler çerçevesinde açıklayan tefsirlerden olmayıp Kur'an'ın hidayet mesajını doğrudan doğruya aktaran bir tefsirdir ki, Bediüzzaman buna manevi tefsir demektedir.
Risale-i Nur’da izlenen bu yöntem kişiyi marifetullaha eriştirip tahkiki bir iman ile hidayete sevk eder.Zira Cenâb-ı Hak, İlâhî kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’de marifetullahı bedihî olarak ortaya koymuştur. Şu kâinat semasının, gurubu olmayan manevî güneşi Kur’ân-ı Kerim; şu mevcudat kitab-ı kebîrinin âyât-ı tekviniyesini okutturmak, mahiyetini göstermek için şuâları hükmünde olan envârını neşrediyor. Beşerin aklını tenvir ile sırat-ı müstakîmi gösteriyor.
Bu yazımızda manevi tefsiri anlamak için besmelenin Risale-i Nur‘da nasıl ve hangi esasların zaviyesinde tefsir edildiğini örnekler ile açıklamaya çalışacağız. Zira Besmele-i Şerîfe, hem tekvînen bütün kâinâtı içine alan, hem de teklîfen bütün kütüb ve suhufları ihtivâ eden Kur’ân’ın mücmel bir hülâsasıdır. Hem de bütün Kur’ân’ın, dolayısıyla bütün kâinâtın ve bütün kütüb ve suhufların hülâsası olan Fâtiha-i Şerîfe’nin bir fihristesidir. İnsanın, Besmele olmadan rahmet-i İlâhiyye’yi bulması, mümkün değildir.
Eski Said dönemi eserlerinden İşaratü-l İ'caz’da;
Bediüzzaman, Kur’ân-ı Hakimin her bir cümledeki, hey’atındaki nazım ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerin birbiriyle münasebetini tefsir ettiği İşaratü-l İ'caz isimli eserinde besmelenin terkip ve düzenindeki incelikleri tetkik etmektedir. Besmele, içinde tevhit, haşir, adalet ve nübüvvetin bulunduğu gramer kaideleri ile izah edilmektedir.
Bediüzzaman İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde Kur’an’ın hem nazmındaki hem de lafız ve ibarelerindeki ahengin mucize oluşunu ders veren, genel olarak Kur'an'ın lafızlarının açıklamasını esas alan tefsir anlayışına sahiptir. Fakat Yeni Said Döneminde manevi tefsir dediği usül ile Kur’an’ın mesajını tefsir etmiştir.
Sözler isimli eserinde Birinci Söz‘de;
Bediüzzaman, besmelenin bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânı olduğunu temsil ve örneklerle Birinci Söz‘de tefsir etmiştir.Birinci Söz’de besmeleyi tefsir ederken Bakara Sûresi 60. ayet ve Enbiyâ Sûresi 69. ayete yer verip ilişkilendirmiştir.Bu risalede Bediüzzaman her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın namına hareket ettiğini, zerrecikler gibi tohumların ve çekirdeklerin başlarında koca ağaçları bunun için taşıdığını, dağ gibi yükleri bu güç ve kudretle kaldırdığını beyan eder.Bu anlatım ile marifetullah dersi verir. Marifetullah ise, Allah’ı tanımak, “İlahi sıfat ve isimlerin tecellilerini tefekkürde erişilen mertebe,” “ilahi hakikatlara vukufiyet”,“kalbî inkişaf”tır.Zira “Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Neticenin kayyumu imandır. Bürhan, ancak onu görmek için bir menfezdir. Ve bürhan bir değildir bin değildir, zerrat-ı âlem adedince bürhanlar vardır.”(Mesnevî-i Nuriye)
Lem'alar isimli eserinde, Ondördüncü Lem’anın ikinci makamı besmelenin binler esrarından altı sırrına dairdir. Makam münasebetiyle birinci sözün ardına alınan Ondördüncü Lem’anın ikinci makamında besmelenin zaviyesinden Ulûhiyet, Rahmâniyet ve Rahîmiyet tecellileri şöyle müşahade edilmiştir:
Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teâvün, tesanüd, teânuk, tecâvübden tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Ulûhiyet,
Küre-i arz simasında, nebâtat ve hayvanâtın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lûtuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübrâ-yı Rahmâniyet,
İnsanın mahiyet-i câmiasının simasındaki letâif-i re’fet ve dekaik-ı şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezahür eden sikke-i ulyâ-yı Rahîmiyet tefsir edilmiştir.
Evet, Kur'ân-ı Kerim çok âyetiyle insanı mevcudatın "nasıl yaratıldığı"na bakmaya dâvet eder. Semavat, arz ve içindekilere ibret nazarıyla bakan mutlak ilim, mutlak kudret, mutlak irade sahibi bir Zât-ı Zülcelâli görür. Sebeplerin, tabiatın, tesadüfün veya hiçbir şirk unsurunun bu nizam ve intizamda söz konusu olamayacağına dikkatleri çeker. Risale-i Nur'un doğrudan doğruya Kur'ân-ı Hakîm'den aldığı bu ders ile, insanı marifetullaha ulaştıran en kısa yolu açmıştır.Böylelikle insan sebepler perdesi içinde boğulmamakta tevhid-i hakikiyi ders almaktadır. Risale-i Nur bu Kur'ânî yöntem ile "huzur-u daimîye" ve "hâzırâne bir ubudiyet" ile kulluk mertebelerinde inkişafa sevk eder.
Eğer denilse ki Risale-i Nur, Kur’an-ı Kerim’i neden böyle bir yöntem ile tefsir ediyor?
“Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemâlât-ı insâniyenin en büyüğü îmandır ve îmân-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı mârifet-i kudsiyedir” diye, ehl-i hakikat ittifak etmişler.(1) Bu sebeple, Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihâta eden Rubûbiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’i ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve irâdesiyle olduğuna kati îman etmek ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine îman etmek, kalben tasdik ettirmekle olur. Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbâba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hattâ hadsiz şerikleri hükmünde esbâbı mercî tanımak ve herşeyin yanında hazır irâde ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a îman hakîkati onda yoktur. (2) Bu yüzden Risale-i Nur’un irşad tarzı; tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklit değil, tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil, hakikattir; dava değil, dava içinde bürhandır.
1-Barla Lahikası, 322
2-Emirdağ Lâhikası – I, 151