Risale-i Nurun Mütaalası Allah Hesabına Kâinata Bakmaktır

Zafer KARLI

"Evet, Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı Azîm-i Kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir." (Sözler, On İkinci Söz)

İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre yaratıcısını tanımakla sorumlu olan insanoğlunun birinci görevi, akıl etme yetisini kullanarak varlıklar üzerinden Allah hesabına çıkarımda bulunmaktır. (1) Başka bir ifadeyle mevcudata Allah hesabına bakmak ve varoluşu hikmet nazarıyla okumaktır.

Nitekim hidayet rehberi Kur’an, imanla ilgili açıklamaları, bazen telkin, bazen de ispat tarzında sunmuştur. Telkin tarzındaki açıklamalar vahiy ile gönderilmiştir, vahiy ile gönderilen bilgileri destekleyen deliller ise hem bizzat vahyin içinde, hem de kâinatta yer almışlardır. Bu sebeple, Kurʹân kendisinin en küçük birimine ʺâyetʺ dediği gibi, kâinatta bulunan varlıklardan her birisi için de ʺâyetʺ ifadesini kullanmaktadır. Öyleyse, Kur'ân ile kâinat arasında bir bağlantı vardır. Kâinattaki mânâların anlaşılması için Kur'ân'ın rehberliğine ihtiyaç vardır. Kur'ân-ı Hakîm, kâinatı, tevhidin en büyük, en küllî bir delili olarak sunarken, daha çok her insanın kolayca anlayabileceği delilleri dikkatimize sunar. Yer, gök, yıldızlar, ay, yağmur, su, bulut, arı, karınca, rüzgâr gibi ilahi kanunların nazara verilmesi bunun en güzel örnekleridir. Kur’ân’da kâinat kitabına yapılan bu tür atıflar başlıca üç maksatla gündeme getirilir:

a-Bunlardan birincisi, Allah’ın varlığına ve birliğine, ilminin ve kudretinin sonsuzluğuna işaret,

b-ikincisi, ahirette dirilişin mümkün olduğuna birer işaret,

c-üçüncüsü de kâinattaki bu nimetlere şükredilmesinin gerekliliğine işarettir.

Keza, baktığı halde görmemek, gördükleri üzerinde düşünüp onlardan ibret almamak müminlere yakışmayan ve hatta cehennem ehli kişiler için kullanılan bir sıfattır. (2) Madem “Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım, hidayetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Hak’tan gelip Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurani hikmeti neşreden odur.”(Sözler, Yedinci Söz)

Mesela, Üçüncü Şuâ olan Münâcât Risalesi, aşağıda meali verilmiş âyetin bir nevi tefsiridir.

“Gerçek şu ki; göklerin ve yerin yaratılışında,”

“Gece ve gündüzün ihtilafında,”

Gece ve gündüzün peşpeşe gelmelerinde veya farklı olmalarında,

“İnsanlara fayda veren yüklerle denizde akıp giden gemilerde,”

“Allah'ın semadan bir su indirip de onunla ölümünden sonra arzı (yeryüzünü) diriltmesinde ve hareket eden her canlıyı onda (hayat verip) yaymasında,”

“Rüzgârları ve gök ile yer arasında emre âmâde olan bulutu çevirmesinde aklını kullanan kimseler için elbette âyetler vardır.” (Bakara 164)

Yirmi Dördüncü Mektup’ta geçen ve şair Lebîd b. Rebîa’ya atfedilen “Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Onlar sana Mele-i alâ’dan gönderilmiş mektuplardır.” sözü adeta Risale-i Nur Külliyatının tekvini ayetleri teşrii ayetlerin perspektifinde okuyarak marifet-i ilahiyeye erişme metoduna işaret etmektedir. Başka bir ifadeyle kâinatı ve hadisatı kelam-ı ilahiyi referans alarak anlamlandırmak böylelikle hakikate erişmektir.

Münacat risalesinin başında bulunan Bakara 164. ayette Allah’ın tek ilâh olduğunu ve O’ndan başka hiçbir ilâhın bulunmadığını gösteren pek büyük, kesin ve açık deliller sergilenmektedir. Bunlar âşina olduğumuz ve fakat ülfetimiz sebebiyle hakikatleri üzerinde derinlemesine tefekkür edemediğimiz tekvini ayetler, kevnî bir takım hâdiselerdir. Bu ayetteki kevnî hadiseler;

1-Göklerin yaratılışı,

2-Yerin yaratılışı,

3-Gece ve gündüzün değişmesi

4-Gemilerin denizlerde seyretmesi,

5-Yağmurun yağması ve onunla ölü haldeki toprağın canlanıp yeşermesi,

6-Yeryüzünde her çeşit canlının gelişip yayılması,

7-Rüzgârların çeşitli yönlere doğru hareket etmesi,

8-Bulutların yer değiştirmesi.

Bu Risale-i Münâcât için Bediüzzaman, Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin her bir mukaddimesinin sekiz neticesi var.” demiştir. Bediüzzaman, münacat risalesinde ayeti tefsir ederken hem vücûb-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile ispat eder. Nitekim Fahreddin er-Râzî’ye göre bu âyet, yaratıcının varlığını kanıtlama hususunda sadece geleneksel bilgilerle yetinmeyip aklî delillerden de yararlanmanın gerekliliğini göstermektedir. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 248-250)

Dipnotlar:
1-Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ramazan Altıntaş, “Ebu Hanife’nin (ö. 150/767) Akıl-Vahiy Anlayışı”, Kelam Araştırmaları Dergisi, 2/1, (2004): 12.
2-Buna dair örnek olarak Bakara Suresi 2:18, A’raf Suresi 7:179, Furkan Suresi 25:73, Mülk Suresi 67:10 vb gibi ayetlere mealen dahi bakmak yeterli olacaktır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.