Çanakkale Zaferi’ni tekrar kazanamazsınız, ama o zaferi kazanan insanı kazanabilirsiniz. Yaşatabilirsiniz. Daha doğrusu yetiştirebilirsiniz.
Her başarının özünde insan var…
Ama biz nedense parlak zaferlere kilitlenip kalır, zaferin özündeki insanı görmezden geliriz. Süleymaniye Camii’ne hayran olurken, Sinan’ı ıskalamak neyse, zaferlere bakarken insanı ıskalamak da o.
Bu yaklaşım hem zaferi kazanan ecdadımıza, hem de kendimize haksızlıktır!
Gelelim Çanakkale Zaferi’ne…
Çanakkale Zaferi, salt stratejik hesaplara, askeri plânlara, kısacası maddi temellere dayandırılması mümkün olmayan bir destandır.
Maddi temellere dayandıramazsınız, çünkü evvelemirde bu temelleri inşa edecek para yoktur…
Devlet öylesine parasızdır ki, cepheye sürdüğü askerin karnını doyuramamakta, ayağına postal, sırtına kaput verememektedir. (İlginç bir ayrıntı: Mustafa Çavuş (Nam-ı diğer Diyar-ı Bekirli Musto) isimli kara yağız bir delikanlının yaz günü sırtında yamalı bir kaputla dolaştığını gören yüzbaşısı, kaputu çıkarmasını emretmiş, ancak Mustafa Çavuş utana-sıkıla, kaputun içine giyecek çamaşırı ve elbisesi olmadığını, bu yüzden aylardır sırtında kaputla savaştığını söyleyince, oracığa çömelmiş, başını ellerinin arasına alıp ağlamıştır).
Anadolu’nun dört yanından gelen gencecik Mehmedler yarı aç, yarı tok (kavrulmuş süpürge tohumu yiyerek) savaşıyor, subaylarımız haftada bir çıkan sıcak çorbalarını bile, “Onlar güzel yemeklere alışkındır, biz nasıl olsa ne bulsak yiyebiliyoruz” diyerek İngiliz esirlerine veriyorlardı…
Mehmedcikler, Müttefiklerin modern silahlarının yanında “çakaralmaz” sayılabilecek kadar eski silahlarla savaşıyorlardı…
Durumun ne kadar aleyhimize olduğunu anlamak için kaba bir döküm verelim...
Müttefikler 18 büyük zırhlı, 24 denizaltı (toplam tonaj 250 bin), 13 torpido gemisi, bombardıman ve keşif amaçlı olarak kullanılan 42 modern uçak, mevzilerimize günde ortalama 23 bin mermi fırlatan 506 top ve çok iyi eğitilmiş 350-400 bin askerle Çanakkale’yi geçmeye gelmişlerdi…
Biz ise doğru düzgün bir mayın gemisine (tüm gemilerimizin toplam tonajı yalnızca 25 bin) sahip olmadan Çanakkale’yi savunuyorduk…
Çoğu eski, demode 150 topla günde ortalama 370 mermi ancak atabiliyorduk. Sadece 2 uçağa ve aceleden eğitimini dahi tamamlayamamış bir kısmı lise son sınıf öğrencisi 350-400 bin askere sahiptik…
Toplar eski olduğu için atılan mermilerin çoğu namlunun hemen önüne düşüyordu.
Top eksikliğini gidermek için, Mehmedcikler, köylerden soba boruları toplamış, mevzilere dikmiş, arada bir altında çalı çırpı yakarak duman çıkarmalarını sağlamışlardı…
İngilizler, dumanı tüten soba borularını, ateşlenmiş top zannediyor, bu sayede belki moralleri biraz olsun bozuluyordu. (Peygamber-i Âlişan Efendimizin, Mekke fethi öncesinde tepelere bol miktarda ateş yaktırıp, olduklarından daha güçlü, daha kalabalık görünmek isteğine paralel olarak geliştirilen soba borusu stratejisine bakarak, Çanakkale’yi savunanların, yürek ritimlerini Peygamberlerinin yürek ritmiyle bütünlemiş olduklarını anlamak zor olmasa gerektir)
Gerçek şu ki, saldırganların maddi anlamda her şeyleri vardı, tamamdı; savunanların ise hemen hiç bir şeyleri yoktu, olanlar da yarım yamalaktı…
Buna rağmen kazandıklarına göre, bu zafer ne anlama geliyor?
Bu sualin cevabını, Mehmed Âkif, “Çanakkale Şehitlerine” isimli muhteşem şiirinde veriyor:
“Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
“Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
“Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
“Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
“Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
“Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.”
•
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ise, “İman hem nurdur hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden insan kâinata meydan okuyabilir” diyerek, Dâr-ül-Hikmet-ül İslâmiye’den arkadaşı Âkif’in “Alınır kala mı, göğsündeki kat kat iman” şeklindeki vurgusunu, meydan okumaya dönüştürüyor.
İşte bizim, yani kaht-ı rical (insan kıtlığı) içinde çırpınan milletin bu yüzden “Çanakkale İnsanı”na çok ihtiyacı var…
Demem o deme ki, zaferleri güne getiremeyiz, ama zaferi kazanan insanın ruh dünyasıyla ruhumuzu bütünleyebiliriz.
Ancak o zaman yürek boyutlu zaferler kazanmaya aday hale gelebiliriz.
NOT: Dostlarım! 18 Mart Perşembe günü (bugün), Uşak’ta, Atatürk Kültür Merkezi’nde, saat 20.00’de; 19 Mart Cuma günü (yarın) Darıca (Kocaeli) Şato Klas Düğün Salonu’nda, saat 19.30’da; 20 Mart Cumartesi günü Pendik (İstanbul), Mehmed Âkif Ersoy Kültür Merkezi’nde, saat 19.00’da, 21 Mart Pazar günü ise Osmaniye Ahmet Şekip Ersoy Kültür Merkezi’nde, saat 19.30’da “Çanakkale Zaferi”ni konuşacağız. Dâvetlimsiniz.
Vakit