1818-1883 yılları arasında yaşamış olan, Marksizm ideolojisine ismini veren Karl Marx, tarih, felsefe ve hukuk eğitimi aldıktan sonra insan toplumunun tarihini, her biri farklı bir üretim ilişkisine karşılık gelen dört aşama şeklinde tarif etmiştir. Beşinci aşamada ise insanlığın gelişe gelişe, en sonunda sınıfsız ve statik bir evreye varıp donup kalacağını ve insanlık misyonunu tamamlayacağını iddia etmiştir. Yani “Bir çeşit gelişmek kanunu, gelişimsizliğin hâkim olduğu durağan bir toplumsal yapıya ulaşacak ve insanlar bir tarağın dişleri gibi her yönden eşit olacak” diyerek sınıfsız bir toplumun diğer bir ifade ile komünizmin geleceğini söylemiştir. Halbuki mutlak müsavat yani her yönden eşit olmak mümkün değildir. Eşitlik ancak hukuk önünde olabilir. Bu hususu "Lemalar" isimli kitabında (22. Lema) çok güzel örneklerle izah eden Bediüzzaman, her yönden eşit bir toplumun yaratılış kanunlarına aykırı olduğunu açıklamıştır.
Toplumların gelişme yönünü, olayları gözlemleyerek bilimsel yoldan belirlemek isteyen Marks, proleteryanın (işçilerin) zaferiyle kurulacak olan sınıfsız toplumun (Komünizm) yapısı hakkında net açıklamalarda bulunmaktan kaçınmıştır. Sadece sömürülmekten kurtulan insanın, kendi faaliyetine düşen gerçek paya hak kazanacağını ve kendi üretiminin tam karşılığını alabileceğini, dolayısıyla da toplumun, insanın insanı sömürmesinden büsbütün kurtulacağını ileri sürmüştür.
Fakat Marks, işçi sınıfı ile burjuva arasında kalan sınıfı ihmal etmiştir. “Orta sınıf” olarak nitelendirilen bu sınıfı, Marks, gereği gibi inceleyememiş, tahminlerinde yanılmıştır. Hâlbuki günümüzde orta sınıf güçlenmiş, toplumun en önemli ve etkili bölümünü meydana getirmiştir.
Bediüzzaman Said Nursî ise beşeri yaşam devirlerini izah ederken ilk dört dönemi Marks’ın öngörülerine benzeyen bir biçimde ele almıştır.
Bediüzzaman, dördüncü dönem olarak ifade ettiği “Ecir= Ücretlilik” devrini daha geniş bir perspektifle incelemiştir. Marks’ın “kapitalizm ve komünizm” devirleri olarak ele aldığı dördüncü ve beşinci dönemi; ücretli dönem şeklinde ifade etmiştir. Gerçekten de ücretli ve maaşlı sistem hem kapitalizmde hem de komünizm sisteminde esas gelir sistemi olmuş insanların büyük bir çoğunluğu ister kamu ister özel sektörde olsun maaşlı olarak çalışmışlardır. Marks’ın dört ve beşinci dönem olarak ele aldığı devirler, özde aynı olup insan emeğinin sömürülmesi esasına dayanmaktadır. Halbuki insan esir olmak istemediği gibi ücretli olmak da istemez.
Bu durumu tablo ile ortaya koymaya çalışır isek:
Bediüzzaman: “Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla nev-i beşerin (insanlığın) hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki (…) beşer birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet (kölelik) devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi malikiyet ve serbestiyet devridir.”
Marks ve Bediüzzaman’ın beşeriyet devirlerini bir tablo ile karşılaştıracak olursak, son aşamada farklılık göze çarpmakta ve Bediüzzaman’ın bu son devrede ‘malikiyet ve serbestliği’ öngördüğü ortaya çıkmaktadır.
Marksist teoride sosyalizm, kapitalizmin yerini alacak ve daha sonra sosyalist yapı kendiliğinden söneceğinden komünizme dönüşecek bir topluma işaret edilmiştir. Marksizm, komünizmin teorik ve felsefî zeminini; komünizm, sosyalizmin ardılı olarak gelişecek toplumsal sistemi ifade etmektedir.
Fakat gelişmelere baktığımızda başta Sovyetler Birliği olarak komünist sistem çökmüştür. Yeryüzünde Kuzey Kore haricinde bu sistemi uygulayan devlet kalmamıştır. Çin ve Küba devletlerini komünist sisteme sokmak mümkün değildir, zira komünizm romantizm düzeyine getirilmiş ABD ve emperyalizme karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesinin sembolü olarak görülmüştür. Bu ülkelerde de mülk sahibi olmak (malikiyet) ve serbestlik büyük ölçüde dünya standartlarına yaklaşmıştır.
Dünyada demokrasinin ve serbestlik sisteminin uygulanmadığı maalesef sadece Müslüman devletler kalmıştır. “Arap baharı” adı verilen özgürlük hareketleri sonunda bütün diktatörlüklerin sona ereceği açık bir şekilde görülmeye başlamıştır. Sırayla bütün diktalar, şeflikler çökmektedir.
Milletini seven ve akıllı olan baskıcı yönetimler, dünyada ortaya çıkan sür’atli değişimlere direnmez ve kan dökmeye kalkmaz, malikiyet ve serbestlik yönetiminin gereklerini yerine getirir. Zararın neresinden dönülse kârdır. Bu iptidaî ve zalim yönetimlerin bir an önce insan haklarına değer veren demokrasilere dönüşmesi şarttır. Zaten bu kaçınılmaz sondan kurtuluş da yoktur.
Ne mutlu vatanımızın bulunduğu bu coğrafyada yaşayan insanlara ki, Bediüzzaman’ı tanıma fırsatını ilk önce onlar bulmuşlardır. Türkçe ve Arapça yazmış olduğu eserlerinden istifade etmişler, sonra da çeşitli dillere çevirerek istifadeye sunmuşlardır. Herkesten evvel bu şaheser Kur’ân tefsirlerini elde etme imkânı buldukları için Rabbimize şükretmeleri gerekir.
Zamanından en az 100 yıl öncesini görerek insanlara yol göstericilik yapan bu zatı dinlemeyenler ise hüsrana uğrayacaktır. Onu ve eserlerini dinleyenler ise hem bu dünyada hem de ahirette saadete erişecekleri bellidir. O halde biz de ona koşalım ve eserlerini okuyup istifade edelim. Bunca yattığımız o derin uykudan uyanalım, vesselâm…