“İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ın zikrine ve inen Hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalbleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar?” (Hadid Suresi, 57/16)
O gün imanda kemal izlerini göstermek suretiyle İslâm’ın faaliyete geçmesi için aşk ve heyecan yükselişini uyandırmak, istikbalde de o ruhî şuurun sönmemesi adına yakalanan ivmenin yükseltilmesi ve yüceltilmesi uğruna fadakârlıktan kaçınmamak…
Lisan ile, hal ile, kalem ile, Kur’ân dersleri ile, kabiliyetine uygun hizmetleriyle, atılım ve girişimcilik potansiyeli ile, madde ve mânasiyle bu havuzda yer alabilmek, mânevî şirkette pay sahibi olabilmek…
Gelecekte dahi o neş’enin sönmemesi, gerilememesi için heyecan ifade eden bir teşvik azarlamasıdır Rabbimiz tarafından…
Yani iman edenler için vakti ve zamanı gelmedi mi ki, Allah’ın adının anılmasına, Nurlarının yayılmasına, kanayan yaraların sarılmasına koşmakta tembellik gösteriyorlar !
Kur’âna kulak verilmesine, indirilen hükümlere saygı duyulmasına karşı mesafeli ve gevşek davranıyorlar ?
Aradan zamanın geçmesiyle arzularda gevşeklik, kalbde katılık, tavırlarda değişiklik meydana gelmesiyle hizmetten uzaklaşarak hezimete düşme ihtimali belirmektedir.
Tembellik ve tenperverlik kıskacından çıkamayanlar, hizmet yarışında gerilerde kalmaya mahkûm olurlar.
Yaşlanan cemiyetin yeniden tecdidi, diriliş ve tamiri ; hayatla birlikte hizmet akışının temposundaki hıza, asrın yöntem ve tekniklerine, zamanın şart ve gereklerine ilgisiz kalmamaya ve her gün tazelenen heyecana bağlıdır.
Bediüzzaman ve talebeleri; her gün yeniden doğmanın, şevk bineğine sarılmanın aşk ve neş’esini gönüllerinde hissederek zamanın bütün imkânsızlıklarına ve menfi şartlarına meydan okudular.
Kardeşliği pekiştiren, Düşmanlığı yatıştıran, Hakkı bâtıldan ayrıştıran, Allah için koşturan, lillah için buluşturan, nur kalemi konuşturan, hep hikmeti araştıran, seyyah gibi soruşturan nur kardeşlerimize ve cümle Müslümanlara; daha çok dua etmenin zamanı gelmedi mi ?
Helâket ve felâket asrı olan zamanımızda, insî ve cinnî şeytanların şerrinden mânevî istiâze, şahs-ı mânevî ile sıkı irtibat, daha çok okumak, tebliğ etmek, muhtaçlara el uzatmak, mâsumların yardımına koşmak, kol gezen salgın İspanyol nezlesi misâli pek çok veba salgınına karşı takva ve rıza dairesine daha çok sığınmak; ittihad, ittifak, tesanüt, uhuvvet, müfritane irtibat, mü’minler arası diyalog ve işbirliğine oldukça muhtaç ve mecbur olduğumuzu daha çok idrak ve iz’an etmenin zamanı gelmedi mi ?
•İmtiyaz talebinde bulunmanın kendimize saygısızlık olduğunu, birbirimizin başarısından sadece onur duymamız gerektiğini;
•Hizmette yarışın Kur’ânî perspektiften hayırda yarış çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini,
•İlişkilerimizin temelinde uhuvvet ve ahlâkî ilkelerin bulunduğunu,
•İş ve hizmet üretmenin esas olduğunu, engellemenin vebal olduğunu,
•Birbirimizin kabiliyetlerinin açığa çıkarılmasına ve geliştirilmesine destek vermemiz gerektiğini,
•Katı değil, katılımcı işbirliği anlayışı ile hizmetlerimize el atmamız gerektiğini,
•Zaman, emek, insan ve kaynak israfını önlememiz,
•Muhabbet (sevgi) ve hürmet (saygı) dilini hâkim kılmamız gerektiğini,
•Aslımıza, kültürümüze, özümüze, günümüze ve gündemimize dönmemiz gerektiğini,
•Keşkelerin yerini, iyiliklerin, güzelliklerin alması gerektiğini,
•Zulme, zalime, isyana, tuğyana, haricî / dahilî istibdada, habis ruhlara, mâcerâperestlere, dessâsâne ve entrikalarla merkeze oturmak isteyen kafalara dur demek gerektiğini…
Daha iyi anlamanın ve idrak etmenin zamanı gelmedi mi ?
Evet, bizler birer yolcuyuz…
Nehirler aktı geçti,
Kurudu vakti geçti.
Nice han, nice sultan tahtı bırakıp geçti…
Hizmetten geri kalma !
Lütfundan seni seçti.