Zamanı tüketmeden kullanmak

Ümit ŞİMŞEK

Zaman konusunda insanı yanıltan en önemli nedenlerden biri, “değerlendirme” kavramının “tüketim” ile karıştırılmasıdır. Yarını veya öbür günü düşünmeden amaçsız bir şekilde gününü gün etmeyi bir hayat tarzı olarak benimsemiş olan insan, hoşça vakit geçirdiğinde, hayattan beklenen şeyi yerine getirmiş olduğunu düşünür. Onun içindir ki, “Zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna verilen cevaplar, çoğu zaman, belirli tüketim biçimlerini sergilemektedir.

Bu durum ortaya ilginç bir sonuç çıkarıyor:

Verimsiz bir şekilde tüketilen zaman, hiç bitmemesi istenen zamanın tâ kendisidir. İnsanlar sonsuza kadar yaşamak ister; fakat bir gün sona ereceğini çok iyi bildiği zamanını bir an önce tüketerek ondan kurtulmaya çalışır! Zamanın bir türlü geçmek bilmediği anlardan daha fazla insana eziyet veren hangi şey vardır?

Zamanın ne şekilde muamele gördüğünü belirleyecek olan, ondan arta kalan sonuçtur. Eğer geçirilen zaman, dolaylı veya dolaysız şekilde bir meyve vermiş, bir amaca yönelik sonuç ortaya çıkarmışsa, o zamanın değerlendirilmiş olduğundan söz edebiliriz. Aksi takdirde, ne kadar hoş bir şekilde geçerse geçsin, o zaman sadece tüketilmiş demektir. Üstelik, tüketilen şey, sayılı olan son derece değerli ömür dakikalarından çalınmıştır.

Bu tespit, bizi insan hayatının amacına getiriyor. Hiç kuşku yok ki, insan, elindeki bir ömürlük sermayeyi verimli bir şekilde kullanmak için, onu hangi yönde işleteceğini bilmek zorundadır. Bu, ipleri eline almak ve kendi hayatının kontrolunu eline geçirmek anlamını taşır. Kulağa pek kolay gelse de, bu, zamanımızda dünyanın en zor işi olup çıkmıştır. Zira uygarlığın insanı her taraftan kuşatan tuzakları, cazibeli oyuncaklarıyla insana her an yeni hedefler göstermekte, rüzgârın önüne kattığı kuru yaprak gibi oradan oraya savurup atmaktadır. Günümüzün insanı, ne yazık ki, bir televizyon dizisinin yarınki bölümü için harcadığı merakın onda birini, kendi hayatının tümü için ayırabilecek durumda değildir. Hergün her köşe başından yüzlercesi birden beliren bu tür tuzaklar karşısında sağa sola sapmadan dosdoğru bir yönde yürüyebilmek, ancak çok sağlam bir özgüven ve güçlü bir dirence sahip insanların başarabileceği bir iş haline gelmiştir. Bu kimseler, niçin yaşadığını bilen ve bu hayattan beklentilerini net bir şekilde belirlemiş olan kimselerdir.

Hayatın amacından söz ederken, “Allah’ı tanımak ve Ona kulluk etmek” şeklinde tanımlanabilecek genel yaratılış amacı içinde, herbir insan için ayrı ayrı belirlenmesi gereken özel amaçları kastediyoruz. Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi, insan neslinin herbir ferdinde, bütün bir canlı türünden elde edilecek manevî mahsulâtı üretme potansiyeli vardır. Bu tespit, dünyaya gelen her insanın, gelmiş ve gelecek diğer bütün insanlardan farklı bir amaç için yaratılmış olduğu sonucuna bizi götürür. Her insanın önde gelen işi, kendi özel yeteneklerini ve hayat şartlarını dikkate alarak, bu amacı keşfetmek olmalıdır. Bunu belirlemiş olan bir insan için, gerisi fazla zor olmaz. Ondan sonrası, bu büyük amaç doğrultusunda kendisine ara hedefler belirlemek ve elindeki yegâne sermaye olan ömrünü, o hedeflere ulaşacak bir şekilde değerlendirmekten ibarettir.

Kısacası, bu, “niçin yaşadığını bilen insan” olmak demektir—hem genel, hem de özel anlamda.
Yani, hem bu dünyada niçin var olduğunu bilmek, hem de bugün, bu saatte niçin yaşadığını bilmek.

umsimsek@gmail.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.