Onların çoğu, ortak koşmaksızın Allah’a inanmaz.
Yusuf Sûresi, 12:106
Bu âyette işaret edilen, insanlığın en büyük zaafı ve hayatın en önemli gerçeklerinden biridir: İnsanların pek çoğu, maalesef, Allah’a ortak koşmaksızın inanmaz. Gerçi herkes Allah’a iman ettiğini söyler; fakat diliyle bunu söyleyenlerden birçoğu, dinin “Allah’a ortak koşmak” şeklinde tanımladığı inanç ve eylemlerden yakasını bir türlü kurtaramaz.
Bu hakikatin pek çok örneklerini günlük hayatımızdan bulup çıkarmamız mümkündür. O sebepten, bu konuda kapsamlı bir şekilde söz söylemek için, uzun uzadıya bahislere ihtiyaç vardır. Bizim burada duracağımız konu ise, âyetin dile getirdiği hakikatin bir örneğinden ibarettir. Daha adını anar anmaz, bu örneğin ne kadar yaygın bir vakıa olduğu hemen anlaşılacaktır:
Burçlar.
Bu konu üzerinde daha önceki bölümlerde dile getirilen hususları ana hatlarıyla hatırlayacak olursak:
Burçlardan söz eden Kur’ân âyetleri vardır. Ancak “burç” kelimesi, âyette “yıldız toplulukları, yıldız kümeleri, galaksiler” anlamında kullanılmaktadır; bugünkü anlamıyla burçların o konu ile uzaktan veya yakından hiçbir ilgisi yoktur.
Ayrıca, âyet, burçlara, yıldızlara veya gezegenlere hiçbir güç yakıştırmamakta, tam tersine, bugünün insanının burçlara yakıştırdığı güçlerin tümüyle ve sadece Allah’a ait olduğunu, en açık ifadelerle, tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Lâkin acı gerçek şurada ki, günümüzün insanı, Kur’ân’ın bu apaçık uyarılarını kolay kolay içine sindiremiyor.
Zira burçların tanrısal özelliklere sahip olduklarına öylesine inandırılmış ve bu inanç hayatına öyle sızmış ki, bunun açıkça Allah’a ortak koşmak anlamına geldiği, aklının köşesinden bile geçmiyor.
“Bu dünya üzerinde olup bitenlerin gezegenlerle bir alışverişi yoktur. Bir insanın kişiliğinin belirlenmesinde de o gezegenlerin en küçük bir rolü olamaz” dendiği zaman, dünyası kararıyor.
Ve, sanki bir sevdiğini ebediyen elinden kaçırmak üzere imişçesine, çaresiz bir pazarlığa girişiyor:
Peki, burçların hiç mi tesiri yok? Şu kadarına da mı karışamaz? Şu işi de mi etkileyemez?
Bir maddî sebep olarak da onların tesiri olamaz mı?
Sözün özü:
Fazla geliyorsa yetkilerini biraz kısalım, ama ne olur onları bütünüyle azletmeyelim!
Bütün bu çırpınmalara verilebilecek tek ve net bir cevap vardır:
Gezegenlerin, gerek dünya hadiseleri, gerekse insanın kişiliği üzerinde hiçbir etkisi yoktur, olmamıştır, olmayacaktır, olamaz.
Bu sonuca, basit bir akıl yürütme ile de kolayca varılabilir.
Bir defa, bu konuda hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek vardır:
Maddî sebeplerin iş görmesi için fiziksel temas gerekir. Güneşten bize radyasyon ulaşır, temas ettiği yeri aydınlatır, ısıtır, buharlaştırır. Soluduğumuz havanın molekülleri ciğerlere girer, kana karışır, gideceği yere gider, orada çalışır. Bu maddî âlemde sebep namına ne varsa, hepsi de temas yoluyla iş görür.
Şimdi soralım:
Gezegenler, milyonlarca kilometre uzaktan buraya ne gönderiyor da onunla dünya üzerinde olup bitenleri yönlendiriyor veya doğan çocuğa birtakım özellikler kazandırıyor?
Üstelik, gezegenlere yakıştırılan işler, herhangi bir maddî sebebe yakıştırılabilecek türden şeyler de değildir.
Gökyüzünde dolaşan hangi cansız ve bilinçsiz cismin haddi var ki bu gezegen üzerinde olup biten hadiseleri etkilesin, milyarlarca insanı hükmüne boyun eğdirsin?
İnsanın bu dünya üzerinde yetiştiği ortam, bir ölçüde—o da son derece genel hatlar halinde—onun mizacına tesir edebilir; soluduğu hava, içtiği su, barındığı iklim, meselâ onun sert mizaçlı olmasında bir maddî sebep rolünü oynayabilir. Fakat gökyüzünden derinliklerindeki cansız, ruhsuz, şuursuz gezegenlerin elinde hangi güç var ki, onunla, doğan bir çocuğun yeteneklerini, huyunu, kişiliğini, neden hoşlanıp neden hoşlanmayacağını, elinden hangi işin geleceğini belirlesin?
Ne gariptir ki, kendisine şahdamarından daha yakın Rabbinin ortaksız rububiyetini dikkate almayan insanlar, işlerinde gökyüzünün taşlarından medet umuyorlar ve onlara yakıştırdıkları olağanüstü güçlerden ödün vermek istemiyorlar!
Bu da, zamanımız toplumlarının iliklerine kadar işlemiş bir müşrik ruhudur ki, imanları onun tasallutundan kurtarmak hiç kolay olmuyor:
Tıpkı İsrailoğullarının iliklerine kadar işlemiş buzağı sevgisi gibi…