Üstadımızın bize öğrettiği, müsbet hareket etmektir. Sağa sola saldırmak yerine, onu bunu kırmak yerine, şuna buna laf yetiştirmek yerine, Söz’ün incisine müşteri olmak… Nûh’un[as] mirasına talip olmak, sövülsek de, dövülsek de, aşağılansak da, ayıplansak da, mesleğimizin muhabbetiyle meşgul olmaktır. Eyyub’un[as] sancısını çekmek, dilimizi susturmadıkça, kalbimizi ifsad etmedikçe her hali Rabbimize yönelişe çevirmektir. Yunus’un[as] istimdadına sahip çıkmaktır; üç karanlığa birden düşsek de, Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek, zulmü kendimize atfetmek, “Subhansın Sen” diyebilmektir. Meryem’in kaderine müşteri olmaktır; kimselerin itibar etmediği tenhalarda, İsa [as] hakikatinin sadık hamelesi olmaktır. Muhammedî bir telaşa kuşanıp Hira’ya yürümektir; böyle gelmiş böyle gitmez isyanıyla, insanlığa ümit olmak üzere, “göklü Söz”ün, vahyin yağmurunu çabuklaştırmak için ter dökmektir, yorulmaktır. Başkalarının ayıplarıyla uğraşmak yerine, kendi ayıplarımızın terkine, kendi hatalarımızın ıslahına öncelik vermektir.
Son yazdığımız makale, belli ki, hepimize, bir ömrün bile az dar geleceği vazifeler yüklendiğinin habercisidir. Makalenin kimseleri eleştirmesi söz konusu değil; kaldı ki eleştiri birbirimize kardeşlik borcudur. Makalede, hakaret ve dışlama, ayıplama ve aşağılama ise zaten söz konusu olamaz. Sadece, omuzlarımıza ihsan-ı İlahi tarafından konulan Kur’ân talebeliği vazifesinin hakkını verme çabasıdır.
Herkes ve her şey azgın küfür ateşiyle yanıyorken, ortalık hurafe ve polemiğin dumanıyla boğulurken, ümmetin safdilleri tele-hocaların magazin bilgileriyle oyalanırken, Risale-i Nur’un duru ve berrak bakışını, diri ve diriltici akışını anlatmaktan başkasına vaktim yok.
Bununla beraber, yazılan yorumlara bakınca, ihtimal ki, talebe olmanın hakkını verme niyeti olmayan, sadece polemiğin değirmenine su akıtmaya hevesli, başkalarına sürtünerek var olmayı marifet sayan, bunu da, “Üstad’a ve talebelerine sahip çıkma” görüntüsüyle perdeleyen bir takım örgütlü kişiler var yakınlarda bir yerde. Benim de sosyal medya ve bilgisayar yeteneğim, farklı isimler altında aynı bilgisayardan gönderilmiş sahte kişileri görmeye yetiyor; haberleri olsun.
Yine de hatırlatayım: Beni eleştiren-ama eleştiren; tahkir eden değil, adımı Risale talebesi olma dışında bir unvanla anmaya heveslenen değil, söylediğimi anlamak yerine süslü cümleler kuruyorsun deyici olan değil, anlama zahmetine katlanmak yerine ‘felsefe yapıyorsun’a sığınan sığ kafa sahibi değil, tahkiksiz konuşan değil, dedikoduları hakikat zanneden değil-kardeşlerimin hiçbiri bu bahse dahil değildir.
Başta, Şahin Doğan kardeşimin itibarı ve haysiyeti, beni her vesileyle tatlı tatlı eleştiren sevgili Ahmet Ay’ın onuru ve şerefi bana emanettir. Hiçbirine zerrece laf etmem, laf ettirmem. Adını bile açıktan yazamayacak kadar dobra olmayan, söylediğinin ardında gerçek kimliği ile durmayan “klavyeşör”ler muhatabımız değil. Bizi birbirimize düşürerek kendi menhus davasını gizlice yükseltecekler başka kapıya…
Mesleğimiz uhuvvettir. Enerjimiz ise ümit…