Zekâtın kelime anlamı “artma, çoğalma, arıtma ve berekettir. ” Fıkıh ilminde ise Allah’ın belirli yerlere sarfedilmek üzere dince zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder. Kur’ân-ı Kerim’de zekât kelimesi iki yerde sözlük anlamında (Kehf, 18/8; Meryem, 19/13); sekizi Mekke döneminde nazil olan surelerde olmak üzere 30 âyette ise terimsel anlamda kullanılmıştır.
Zekâtın hicretin 2. yılında farz kılındığı kabul edilmekle birlikte, daha Mekke döneminde konuyla ilgili sekiz âyetin nazil olması zekâtın İslâm’da önemli bir müessese olduğunu gösterir. Mekke döneminden itibaren Müslümanlar zekât vermeye alıştırılmışlar, hicretin ikinci yılında da kesin bir yükümlülük altına sokulmuşlardır.
Kur’ân-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in (sav) sünnetinde zekât daima namazla birlikte zikredilmiştir. Şu halde namazla zekât arasında kuvvetli bir bağ vardır. Birini yapanın diğerini de yapması gerekir. Birini yapıp diğerini ihmal etmek, bir yönüyle yapılanı da ihmal etmek anlamına gelmektedir. Bir müslüman ancak bu ikisini de ifa etmesi durumunda mânevi olgunluğa erişmiş olacaktır. Biri bedenî, diğeri mâlî bir ibadet olmakla birlikte, her ikisinde de ortak amaç Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasını kazanmaktır.
Cenâb-ı Allah zekât vermeyi müminlerin, muhsinlerin, iyi ve müttakî kulların vasıflarından saymıştır. Şu halde bu zümreden olmak isteyen zengin bir mümin namazını da kılacak, zekâtını da verecektir. Bu ibadetleri yapmak müminin özelliklerindendir. Zira Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
“Müminler muhakkak felah bulmuştur. Öyle müminler ki, onlar huşu sahibidirler. Onlar, boş sözlerden ve faydasız şeylerden yüz çeviricidirler. Öyle müminler ki, onlar zekâtlarını verirler” (Mü’minû, 23/4).
“Hidayet ve müjde namaz kılan, zekât veren müminler içindir” (Lokman, 31/3-4).
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Asıl iyi olan, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere sevdiği maldan harcayan, namaz kılan ve zekât verenler... dir. ” (Bakara, 2/177).
Kur’ân-ı Kerim müşrikleri kötülerken onların vasıflarından birinin de zekat vermemek olduğunu bildirir:
“Yazıklar olsun o müşriklere ki, onlar zekât vermezler ve ahireti de inkâr ederler” (Fussılet, 41/6-7).
Zekât vermeyen bir zengin Allah’ın geniş rahmetine, Allah ve Resûlü’nün (sav) dostluğunu da kazanamaz:
“Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu sakınan, zekât veren ve âyetlerime iman edenlere has olmak üzere tespit edeceğim” (A’râf, 7/156).
“Sizin yâriniz ancak Allah’tır. O’nun Peygamberidir. Allah’ın emrine boyun eğici olarak namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir” (Mâide, 5/55; Tevbe, 9/113).
Hz. Peygamber (sav) İslâm binasının üzerine kurulduğu beş temel esastan biri saydığı için zekât İslâm’ın şartları arasına girmiştir. Her ne kadar iman bakımından zekât vermek şart değilse de, İslâm’ı yaşayan normal bir müslüman sayılmak için şarttır.