Kemalistler diyorlar ki: "Adınız 'Yorgo' olmadıysa Atatürk sayesinde!" Eh, maşaallah, en azından "Baban kim bilmezdin!" çizgisinden bir nebze uzaklaştılar. Teselli olabiliriz. Zira onlar da farkına vardılar herhalde: Kimsenin ninesi-dedesi "Gavurlar gelip ırzımıza geçsin!" diye beklemiyordu. Böyle hamiyetsiz nineler-dedeler, elhamdülillah, tarih boyunca bizde varolmamış. Aslımız hep Nene Hatunlar, Sütçü İmamlar, yanisi 'mert oğlu/kızı mertler' yetiştirmiş. Galiba bu arkadaşlar atalarını çok izledikleri Netflix'in dizi karakterleriyle karıştırıyorlar. Anadolu'yu '7 Kocalı Hürmüz' şeklinde tasavvur ediyorlar. Yahut da özbir nineleri-dedeleri sahiden pek güvenilir kimseler değildiler. Bazı travmatik anılar biriktirdiler. O yüzden şimdi dışavuruyorlar. Aman, neyse, aile işlerine karışmayı sevmem. Netameli şeylerdir çünkü. Veballeri boyunlarına...
Toparlayıcı önerim: Mazilerine namusları konusunda sahiden güvenmiyorlarsa madem, eh, en azından bunu 'soylarıyla sınırlı şekilde' konuşmalarıdır. Yani Yorgo olabilme ihtimali yalnız onlar için vardır. Biz mübarek ceddimizde bu türden zaaflar görmüyoruz. Allah'tan başka kimseye de bu hususta borç hissetmiyoruz. Evet. Bin yılı aşkın zamandır kâfirin ciğerine ciğerine cihad eden bu yiğit milletin ahlakta kimseye 'Eyvallah'ı olmamış. Nice komutanlar gelmiş-geçmiş fakat kimse kılıcından usanmamış. Okdan, yaydan, silahtan başkasını kafasına-boynuna takmamış. "Ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim!" demiş. Maşaallah. Şimdi niye tutup bir 'Selanikli'ye herşeylerini borçlansınlar? Değil mi ama?
Hem bu mevzuda şöyle bir garabet de var: Bizi 'Yorgo olmaktan kurtardıklarını' söyleyen bu zevatın gidişatında yoğun bir 'Yorgolaşma' seziliyor. Nesilden nesile de artıyor üstelik. Evet. Kızlarına-kızanlarına koydukları isimlerden dahi kolayca teşhis edebilirsiniz durumu. Mesela: Atatürkçülüğüyle tanınan bir megastarın (!) evladının adı Liya. Bir başkasınınki: Arya, Lila ve Elya. Daha bir başkasınınki: Sasha Mia. Daha daha bir başkasınınki: Ares ve Atlas. Uzatmayayım. Liste bu minval üzere uzayıp gidiyor. Karşınıza Leo çıkıyor, Leon çıkıyor, Kayla çıkıyor, Alin çıkıyor, Lina çıkıyor, Kai çıkıyor, Lidya çıkıyor, çıkıyor ha çıkıyor... Bu kadar açıldıktan sonra artık elimizi tutan ne canım? Herhalde bir 'Yorgo' ile de karşılaşacağız yakında. Fakat, dikkat, herşey bir anda olmaz tabii. Aceleyle yapılmaz. Kemalistler de ad devrimini, şapkanın aksine, 'soğukken lezzetli' buluyor olabilirler. Tamam. Bundan da gücenmiyorum. Yanlış anlaşılmasın sakın. Gayet pozitif bir adamım ben. Herşeye iyi tarafından bakmaya çalışıyorum. En azından 'evladına gavurca isim vermediği için' asılanımız olmadı değil mi? Şapkada bu şefkati de göstermemişlerdi.
Kabul edelim. Kemalistler eskisinden daha şefkatliler(!) Onlara oy verdikleri sürece alevileri bombalamıyorlar artık mesela. Sabiha Gökçen'i uçağa bindirip göndermiyorlar. Fakat, alevi olsun sünni olsun, Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan uçağa binmeye mecbur ediliyor yine. Şeyh Said-i Nakşibendî rahimehullahınsa kabri hâlâ bilinemiyor. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerininki yerine iade edilemiyor. Ne yapalım? Karamsar mı olalım? Naçizane, Zeki Kamilzade kardeşiniz olarak, yeni halimizi daha 'kabul edilebilir' buluyorum. Hı-hıı. Zaten evvelden beri risk almayı sevmem. Bu yaştan sonra katliam kaldıramam. O yüzden "Mustafa Kemal'in askerleriyiz!" diye bağıran herkes bir parça ürkütür beni. Kolay değil. Nerelerden geldik bugünlere. Yolu İstiklal Mahkemelerine uğradığı için gelemeyenlerimiz de oldu. Allah cümlesine rahmet eylesin. Yahudiler holokostlarını hiç unutmadıkları-unutturmadıkları gibi Türkiyeli müslümanlar da başlarından geçenleri unutmamalılar-unutturmamalılar. Yoksa? Yoksa Hitler zihniyeti tekrar görevinin başına dönüp "Mustafa Kemal'in askerleriyiz!" diye bağıraraktan, afedersiniz, "Heil Hitler!" diyerekten ensemize çökebilirler. Sandıktan zafer çıkaramamalarına kanmamalı. Onların iktidarı zaten sandığa hiç dayanmadı.
'Yorgo' mevzuuna geri dönelim. Çünkü söyleyeceklerimiz bitmedi. Yorgo olmanın çeşitli şekilleri var. Mesela: Bir 'dışarıdan Yorgo olmak' var, bir de 'içeriden Yorgo olmak' var. Zaten 'dışarıdan Yorgo olmak' süreci de önce âdemoğlunun içinde başlıyor. İçi Yorgo olduktan sonra dışı da pektabi Yorgolaşıyor. Fakat bu 'içi Yorgo olmuşlar' bir de müslümanlara zorla 'dışarıdan Yorgo olmak'ı dayatınca topyekün bir Yorgoloşma sürecinin fitili ateşlenmiş oluyor. 'Mecburen dışarıdan Yorgo olanlar'ın çocukları 'içeriden Yorgo olmayı' da kabullenir hale geliyor. Cedlerinin niyeti 'hayatta kalmak için takıyye yapmak' iken bunlar can u gönülden Yorgolaşmaya gayret ediyorlar. İşte, mezkûr isim konusu, aslında zurnanın son deliği. İsimler Yorgolaşmadan çok önce ülke Yorgolaştırılmaya başlanmıştı zaten. Harfleri İslam harflerinden latin harflerine çevrildiğinde, çarşafı-sarığı çıkarılıp yerine mini etek-fotör verildiğinde, Mecellesi'nin yerine İsviçre Yasası konulduğunda zaten bu halk Yorgolaştırılmaya başlanmıştı. Adının da Yorgo olması o noktada pek ehemmiyetli değildi. Birkaç nesil sonra taşlar yerine oturacaktı. (Taşların yerine oturmadığını düşünenleri, internete, 'gayrimüslim erkeklerle evlenen cumhuriyet kadınları evreni'ni keşfe davet ediyorum. Gayet şiddetle de kınıyorum. Bu ülkede 'Yabancı Damat' diye dizi çekildi yahu. Çocuklarının 'Yorgo' olabileceğine endişelenilmeden hem de.)
O yüzden, güya bizi 'Yorgo olmaktan kurtarmakla' övünen bu zevatın, kendilerini neden Yorgolaşmaktan kurtaramadıklarını tartışmak gerek. Hatta ben, Ali Atay'ın, Fatih Altaylı'ya konuk olduğu programda serdettiği sözleri de bu pencereden kavrayabiliyorum. Demiş ki mesela: “Bu ülkenin seliyle, yangınıyla, tufanıyla, terörüyle ben niye mücadele ediyorum? Hanımın karnı burnunda, ben Maraş’a yardıma gideceğim, karım telefonda vinç arıyor. Dedim: ‘Karım doğuruyor, benim Maraş’ta ne işim var?’ Manipülasyona neden kapılıyoruz?” 'Manipülasyona kapılmak'tan kastettiği depremde zarar görenler için topyekün seferber olmak. Ali Bey böyle hissetmenin yanlış olduğunu düşünüyor. Çünkü, ona göre, herşeyi devletin ilgili birimlerinin çözmesi lazım. (Halbuki, aynı Atay, Gezi kalkışmasında önlere koşarken hiçbirşeyi devletin ilgili birimlerine teslim etmiş değildi.) Cüneyt Özdemir de bir parça eleştirdi durumu tabii: "Ben ne yapacağım ki kardeşim, vergimi veriyorum, mu diyeceksin? Diyebilirsin. Yapan var, görmezden gelen, umursamayan. 'Ay ben böyle görüntülere dayanamıyorum' diyen. İlla Türkiye vatandaşı da olmaya gerek yok. Bir parça vicdanın varsa, evet, sabahın dördünde eşin vinç ararken sen de arabaya atlayıp gidersin. Kurtarma çalışmasına katılırsın. Hiçbirşey olmasa duyurursun. Kıçını devirip uyumazsın. Ali Bey özelinde söylemiyorum, bazı ünlüler var böyle..."
Gözümün nuru Bediüzzaman bahsi geçen 'nemelazımcılık hastalığı' hakkında diyor ki: "Bu zamanda hasene—yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik—yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana mânen fayda verebilir. Hayat-ı mâneviye ve maddîyesinin rabıtasına kuvvet verebilir. Onun için 'neme lâzım' deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil!" Hem de diyor ki: "Başkasının kusuru insanın kusuruna senet ve özür olamaz. Yeis mâni-i herkemâldir. 'Neme lâzım, başkası düşünsün' istibdadın yadigârıdır." Hem yine diyor ki: "Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok. Onun için mazuruz, diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır..." Demek ki, her şekilde, 'nemelazımcılık' memleketimizdeki karanlığa dökülmüş cansuyudur.
Aslında 'nemelazımcılık' da bir tür 'Yorgolaşma tezahürü'dür. Kendi toprağına, insanına, vicdanına, hamiyetine, hatta insanlığına karşı bir yabancılaşmadır. Benzerini sandıktan beklediği sonuçları alamayan solcularda da görmüştük. Yaptıkları yardımlara pişman olduklarını açıkça beyan ediyorlardı. Neden? Çünkü halk oy verirken yine sol partileri tercih etmemişti. Oy vermediklerine göre onlara yardım etmeye gerek de yoktu. Ne halleri varsa görsünlerdi. Devlet, aslında hükümet, gitsin kendisi ilgilensindi. İşte, muhterem kârilerim, bu ikinci Yorgolaşma Yorgolaşmaların en beteridir. Fakat sinsidir. Sûretten anlaşılmaz. İnsanın ismi Ali de olsa içerisi çoktan Yorgo'ya dönüşmüştür. Hatta Yorgo'nun bile Ali'ye gösteremeyeceği hissizliği kendi âline-ashabına karşı gösterir. Her neyse... Ben, tecrübe ettiklerimizden ziyade, kemalistlerin iddialarına şaşırıyorum aslında. Kendilerini Yorgolaşmaktan kurtaramayan zavallılar nasıl oluyor da bizi Yorgoluktan kurtarmış sayılabiliyorlar? Hiç olabilirler mi yani? Hiiiç. Herhalde "Yorgolaşmaktan kurtardık!" demeleri bir tür cerbezedir. Yahut da "Ağam bizimle eğlenir!" Başka nedir?