Yukarıda bir yazım yanlışı var. Belki de yok. Önemli değil. Çünkü buraya başka birşeyi konuşmak için toplandık:
Allah meşakkatinin karşılığını kat kat versin. Said Alpsoy Hoca'nın Youtube'daki derslerini ilgiyle takip etmekteyim. Kadir Mısıroğlu merhumdan sonra mühmel kalan bu hizmetin kuvvetli bir omuz bulması elbette sevindiricidir. Her ne kadar hakettiği izleyici sayısına ulaşamamış olsa da, Hüda büyüktür, illa bazı taşları yerinden oynatıyordur. Oynatacaktır, zira, Âdil-i Hakîm olan Rabbimiz uğruna cihad edenlerin emeklerini zâyi etmez.
Her neyse...
Efendim, o derslerde neler neler anlatılmaktadır bir bilseniz. Kemalistlerin "Bizim Asr-ı Saadetimiz!" deyu destan edip sahiplendiği 27 yıllık süreç, aslında, Anadolu evlatlarının gördüğü en karanlık çağdır. Ekonomi bitiktir. İsraf zirvededir. Yolsuzluk tavandadır. Üretim diptir. İslam'a husumette Ebu Cehil'e parmak ısırtılmaktadır, vs.
Yakın tarih okuması yapanlar bunları zaten bilirler ya, yine de özet geçmek istedim, kusuruma bakmayınız. Resmi tarihin milli eğitim zoruyla taktığı atgözlüğünden azıcık kurtulduğunuzda herşey ayan beyan ortaya dökülür. O dönem, benzeri ancak Stalin Rusya'sında görülecek şekilde, milletin 'donuna kadar soyulduğu' bir zaman dilimi olmuştur. Belki ancak donuna dokunulmamıştır. O da parasal değeri olmadığından...
Eğer onun da ederi olsaydı mutlaka dokunulurdu. Tek Parti affetmez. Kafadan sarığı çeker. Omuzdan çarşafı çeker. Altından atını-eşeğini çeker. Tarladan öküzünü-ekinini çeker. Duvardan Mushaf'ını çeker. Yetmezse gırtlağından canını çeker. Donu çekmek birşey değildir yani Tek Parti'nin seçimsiz demokratik yönetimi için.
O yüzden Avrupa'dan ithal meşhur şarkıcımız Hâdise'nin, herhalde heyecanla giyinmeyi unutup (Ooo, hüsnüzanda yeni bir rekor kırmış olabilirim. Rekorlar kitabı bunu da yazsın), 10. yıl marşını donla söylemesini pek büyütmemek gerektiğini düşünmekteyim.
Neden?
Düşünün bir kere kârilerim: Nihayetinde 10. yıl marşı Türkiye'nin hangi dönemini anlatmaktadır?
Sultan Fatih Muhammed Han devrini değil herhalde. Cık, cık, cık. Otur, sıfır. Nasıl karıştırdınız? 10. Yıl marşının sözleri mehter marşlarının sözlerine benzer mi hiç? Bizim müslüman ceddimiz Allah'ın mahlukatı hakkında 'yarattık-yarattım'lı ifadeler kullanmazlar. İstanbul'u alıp, Roma'yı yıkıp, çağ açıp çağ kapatsalar bile böyle iddialara girişmezler. Hadlerini, yani Allah karşısındaki aczlerini, iyi bilirler.
Evet. Doğru bildiniz. Şimdi tam isabet. Ayağınızı kaldırın. 10. yıl marşı Tek Parti dönemini anlatmak için yazılmıştır. Gerçi yazarlarından Faruk Nafız Çamlıbel, daha sonra Yassıada'da 15 ay tutuklu kalarak (çünkü birara 'Memlekette gerçekten demokrasi var' sanarak Demokrat Parti milletvekili olmuştur) kefaret-i zünûba uğramıştır, ama ne gam! Marşı CHP'li dillerde bâkidir. Ne demiş Füruğ Ferruhzad abimiz: Şair hapse tıkılır, sen şiirini hatırla. Ay, aman, özür dilerim. Yanlış söyledim. Kuş ölür, sen uçuşunu hatırla!
Hah, onu diyecektim, sanatta herşey doğrudan anlatımla yapılmaz. 'Dolaylı anlatım' sanatı 'sanat' kılan asıl öğedir. Nasıl ki, Alîm-i Kadîr olan Sultanımız şu dünya imtihanını, yine Bediüzzaman'ın ifadesiyle, 'Akla kapı açar ama ihtiyarı elden almaz' bir kainatla yapmaktadır; bu yüzden bazıları kâfir olup bazıları müslüman kalmaktadır; aynen öyle de; sanatçı da bazen eserinde dikkatli gözler için farkedilecek ayrıntılar bırakır, ama herşeyi birden 'kolayca anlaşılacak şekilde' söylemez. Hemen misali yapıştıralım: Hat sanatımızda bu düstur galibiyetle câridir.
Hattatlar mesajlarını yazım sanatının giriftliği içinde örterler. Böylece mesaj dikkatle müşteri olanlara has hâle gelir. Her bakanın nazarını incitmez. Bu bir tebliğ tevazusudur, hoşgörüsüdür, merhametidir. Yoksa, bu şekilde dolaylanmayan mesajlar, muhatapları için 'dayatma' şeklinde algılanabilir. Karşı refleksler oluşabilir. O reflekslerden dolayı âdemler nefislerine uyup hakikate karşı direnişte bulunabilirler. Kapanabilirler. Hem, eserin de muhataplarının seviye farkına göre değişebilecek derinliği kalmaz, yüzeyselleşir. Basitleşen kıymetsizleşir de.
Avrupa'dan ithal sanatçımız Hâdise de, giydikleri veya giyinmedikleriyle, bize dolaylı bir anlatımda bulunuyor olabilir. Hakkı yenmesin isterim. Belki de sanatçımız tarzıyla bize daha derin bir mesaj vermek istemiştir. Hadi, o vermemiş olsun, fakat kader o marşı bize bu vaziyette bir sanatçıdan dinlettirmekle 'Beşer zulmeder, kader adalet eder...' sırrını inkişaf ettirmiş olabilir. Öyle ya, milletin donuna kadar soyulduğu bir dönemin marşı da ancak sahneye donla çıkılarak söylenebilir. 10 yılda ne işler eylendiğini, fakir millete neler neler çektirildiğini, 5816'ya çarpılmamaya çalışarak elbette, âdemoğlu ancak böyle anlatabilir. Bu yönüyle sanatçımız dikkate şâyândır. Marşı, o marşı okumaya en layık bir kıyafetle, söylemiştir. (Tesettüre riayetsizliğinin günahı boynuna. Yanlış anlaşılmasın kârilerim. Fakat "Olayı bir de böyle düşünün bakalım!" demek istiyorum.)
Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası'ndaki bazı mektuplarında/müdafaalarında, o zamanki yöneticilerden birisi için "Kur'an'a zararlı bir adam..." ifadesini kullanıyor. Ahirzaman hadislerinin kendisini haber verdiklerini beyan ediyor. Eh, bir beşerin 1400 yıl evvelden, hem de Hâtemü'l-Enbiya aleyhissalatuvesselam tarafından, haber verilecek kadar Kur'an'a zararı dokunsun da, milletine faydası olsun, hiç öylesi mümkün müdür? Elbette değildir.
Çok uzattım. Hülasa: Sanatçının planı yoksa Allah'ın bir planı var. O taşını yanlış atmışsa arkasında kaderin taşı isabet ediyor. Mesajı bir de bu gözle okuyup alınması gereken ibreti almayı unutmayın kârilerim. Tamam. Buraya kadar. Söyleyeceklerim bitti. Allah'a emanet olun. Zeki Kâmilzade kardeşiniz, büyüklerinin ellerinden, küçüklerinin gözlerinden öper. Kendisi de duaya pek muhtaçtır. Okuyanlarından mutlaka 'hayırlısını' talep eder.