Zelyut, anlamıyorsun! M. Kemâl ile Nursî’nin ortası yok!..
Rıza Zelyut’un “Belaüzzaman” tesmiyesine verdiğimiz cevabın mürekkebi kurumadan “adil” olmaya dâvet edilmeseydik, bir daha bu mevzua dönme niyeti taşımıyordum... Ne var ki, Zelyut bir taraftan nedâmet ifâdeleri kullanırken beri taraftan Nur talebelerini asla kabul edemeyecekleri bir uçuruma “adil” olma kisvesi altında sürüklemeye çalışıyor. Buyuruyorlar ki:
“Ben nasıl Said Nursi'yi anlamaya çalışıyorsam; sizler de Mustafa Kemal Paşa'yı anlamaya çalışacaksınız. Onu deccal gibi değil; İslam dünyasını emperyalizmin saldırısından kurtaran bir mücahit gibi algılarsanız; daha doğru bir noktaya yönelmiş oluruz.Tefrika ile mücâdele etmek gerçek cihattır.”
Sapla samanı birbirine karıştıran, zıdların cem’ine gayret gösteren bu hazîn ifâdeyi bütünüyle red veya kabul mümkün değil. Tasnife mecburuz. Sultan Vahidüddin’in ikna, telkin ve direktifiyle sonradan dâhil olduğu İstiklâl Mücâdelesi’nin Emperyalist güçlere karşı olduğu, doğru. Fakat bu mücâdelenin içinde milletin bir ferdi olarak yer alan M. Kemâl’i harekete geçiren saikin dinî bir vecibe olan “cihad” inancı olduğu, yalanın büyüğü...
Yer yüzünde hiçbir insan, M. Kemâl’in dinî bir inanç ve hissiyatla mücâdele verdiğini isbata muktedir olamaz. Zirâ “yok”un isbatı kabil değildir... Nitekim daha savaş yıllarında Mazhar Müfit’in kaleminden vesikaya inkılâb eden hâtıralarıyla sâbittir ki, M. Kemâl’in hiç bir zaman İslâm diye bir dâvâsı da bir meselesi de olmamıştır. Sadece zaman ve şartların ilcaatı istikametinde mevcut bütün unsurlarla bir orkestranın şefi maharetiyle oynamış ve kullanmıştır.
Deccal ve Süfyan meselesi bütünüyle gaybî ihbarâtla sâbittir... Deccal’ın kim olduğunu, ancak Allah bilir; lâkin Peygâmber Efendimiz’in Süfyan’a dair zikrettiği vasıfların kahir ekseriyetinin M. Kemâl’in icraatlerinde hayat bulmasının müsebbibi biz değiliz. Değiliz, çünkü İslâm dinini bütünüyle yaşanmaz kılan inkılâbları biz yapmadık, akıl hocası da biz değiliz.
Hak ile bâtılın ortası, şeytanî bir desassiyettir. Hak ile bâtıl için bir orta nokta tesbitine çalışmak; hakkı bâtıla boyun eğdirmek, bâtıla hak libâsı giydirmektir. Bediüzzaman ile M. Kemâl’in dost olmadıkları, ikisi için bir orta yerden bahsedilemeyeceği her ikisinin de ikrarıyla ve hayatları ile sâbittir. M. Kemâl, Bediüzzaman’a dünya hayatını zindana çevirmiş, Bediüzzaman ise onun düşünce ve inkılâblarını son nefesine kadar reddetmiş ve yazılı kayıd altına alarak muhalefetini târihin hâfızasına emanet etmiştir.
Zelyut, Cumhuriyet mefhumu etrafında müşterek bir mesaimizin olabileceğini söylüyor, mümkündür. Ancak vaz geçilmez şartı, bütün dünyada kabul gören hürriyetçi ve demokratik bir cumhuriyet olmalı... M. Kemâl’in tasavvuratındaki gibi ismi Cumhuriyet, hakikatte İstibdad-ı mutlak olan ve seksen küsur yıldır memleketi yaşanmaz kılan bu ceberrut yapı değil.
Zelyut, tesbitinde samimi ise, millete hasım, himâyesi ordu ve yargı olugarşisine tevdi edilmiş bu sözde cumhuriyyeten kurtulmaya çalışan bu mazlum milletin safında bir an önce yerini almalıdır. Yoksa, âkibetin mağlubiyet olduğunu erken farketmiş eski gâlibin kurnazlığı içinde hasmını aza razı olmaya ikna etmeye çalışmak samimiyet değil, katmerli samimiyetsizliktir. Kabul etmeyiz, makbul de değildir...
En basitinden, Rıza Bey!.. M. Kemâl ehramlardan geri kalmayan bir kâşânede medfunken Bediüzzaman Hazretleri’nin kabrinin M. Kemâl’in adamları tarafından bir gece vakti parçalanıp naaşının bir meçhule defnedilmesine itiraz etmek hiç mi aklınıza gelmiyor? Bu ahlâksızlık ve zulmü kabul edemeyeceğimizi hiç mi düşünmüyorsunuz? Evet bu, şeni’ bir ahlâksızlıktır ve er veya geç bu şenaate “adil” bir bedel terettüb edecektir.
“Tefrika ile mücâdele gerçek bir cihaddır!” diyorsunuz, doğru. Yerden göğe kadar hakkınız var. Ancak, düşman addedilen tefrika, ayniyet vasfı taşıyanlar arasındaki tefrikadır. Yoksa, Eb-u Cehil ile Eb-u Bekir’i birbirinden ayıran tafrikaya bin rahmet!.. Eb-u Bekir ile Eb-u Cehil’i tefrik etmemek, ikisini müsavi addetmek Cehennem’de kendine yer hazırlamaktır. Benim yerim Eb-u Bekir’in yanı, orta yerde durmak isteyenler önden buyursunlar!..
Küfr-ü mutlakı temsil eden komünizme karşı Hırıstiyan âleminin dindar ruhanileri ile ittifak arayışını ABD öncülüğündeki siyâsi cereyana bağlamanız, sathilikten değilse daha tehlikeli bir sebebi olmalı. Mantığa göre, “Vesilelerde niyetin tesiri yoktur, maksada zarar vermez.” Maksadımıza ABD’nin başka bir niyetle destek vermiş olması, neticeyi değiştirmez. Nitekim dün ABD’nin emperyalist emelleri ile dost olmadığımız gibi bugün de değiliz, yarın da olmayacağız. Dost olmamak, her zaman düşman olmayı iktiza etmez; ama bilmelisiniz ki, bu nokta-i nazardan ABD’ye, kelimenin tam mânâsıyla düşmanız. Kirli ve kanlı pençesini İslâm âleminin içinden çekmediği müddetçe de düşman kalmakta devam edeceğiz.
Risâleleri anlamamaktan yakınıyorsun, zavallı meslekdaşım!.. Üzülme, yalnız değilsin! Cumhuriyet devri Türk aydınlarının müşterek vasfıdır Nurları anlamamak! M. Kemâl’in Harf İnkılâbı’yle bir gecede bin yıllık irfânlarını mahvedip cehl-i mutlaka mahkûm ettiği mazlum bir milletin çocuğusun, utanılacak bir şey yok; o senin kusurun değil... Osmanlıca’yı bilmek bin yılın irfânına hükmetmeyi gerektirse idi Osmanlı teb’asının bütünüyle ulemâdan müteşekkil olması iktizâ ederdi. Dili bilmek ayrı, bin yıllık bir irfân kaynağından fışkıran Nurları anlayamamak ayrıdır... Ama ümitsizliğe mahal yok, anlamak için gayret etmelisiniz. Osmanlıca bilmeniz, gayretinizin erken mükâfatlandırılmasına bir sebep teşkil edecektir, şüphesiz...
Üstâd’ın târihçesi ile ilgili bilgileriniz bütünüyle yanlış, düzeltmek için uğraşmayacağım... Tavsiyem, resmî ideoloji ve resmî târihin geniş yalan sahasından kurtulmaya çalışmanız olacaktır. Buna muvaffak olursanız, yalanlarla örülü bu zifirî karanlıktan sıyrılabilirseniz, hakikatle yüzyüze ister istemez geleceksiniz. İntibah sabahınızda yanınızda olacağız, emin olunuz!..