Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 30. Sözün İkinci Makamında zerreyi tanımlar, alemin yaratılışında ve fiili emirlerin görünen aleme ulaştırılmasında zerrelerin hareketlerinin ne anlama geldiğini açıklar ve zerrelerin ne derece hassas ve duyarlıklı görevler yürüttüğünü akıcı bir üslup içinde anlatır.
Konu bir bakıma simyayı (Element, metal ve minerallerin öz nitelikleriyle ilgilenen Yüksek Kimyayı belirtiyor ), bir bakıma kimyayı, bir bakıma atom fiziğini ilgilendirir gibi gözükse de, zerreleri böylesine mikro-planda, neredeyse esir maddesiyle irtibatlı bir biçimde ele alıp akıllılar meclisine sunarak inceleyen bir bilim dalı henüz keşfedilmiş değildir.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيم
وَقَالَ الَّذينَ كَفَرُوا لَا تَاْتينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلى وَرَبّى لَتَاْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَايَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَلَا اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلَا اَكْبَرُ اِلَّا فى كِتَابٍ مُبينٍ
“İnkâr edenler “Kıyamet başımıza gelmez” dediler. De ki: Evet, gaybı bilen Rabbime and olsun ki o sizin başınıza kesin olarak gelecek. Ne göklerde ve ne de yerde, zerre ağırlığında birşey bile Ondan uzak kalamaz. Ondan küçük olsun, büyük olsun, ne varsa hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır.” (Sebe’ Sûresi, âyet, 34/3)
1-وَرَبّى ‘Rabbime yemîn olsun’ kase/yemin lafzı ile,
2-لَتَاْتِيَنَّكُمْ ‘O sizin başınıza gelecek lafzındaki te’kid lâmı ile,
3-لَتَاْتِيَنَّكُمْ lafzındaki te’kîd nunu ile,
4-لَتَاْتِيَنَّكُمْ lafzının tekrarı ile, yani بَلى = Evet tasdik harfinden sonra hükmen zikredilmiş olan “kesin olarak kıyâmet gelecektir” fiilinin tekrarı ile kıyâmetin kesin vukû bulacağı haber veriliyor.
“O, gaybı bilen bir Rabb’dir. Semâvât ve Arz’da zerre ağırlığı kadar bir nesne bile, O’ndan gizli kalamaz..” Rabbini bu sıfatla vasıflandırması iki hikmete dayanmaktadır:
1-Kıyâmet, gaybî bir hâdise olduğu için, siz onun ne zaman vukù bulacağını bilemezsiniz. Onun vaktini ve saatini, ancak Âlimü’l-Gayb olan Allah bilir, O ta’yîn eder.
2- Müşriklerin; insanlar ölüp, kemikleri çürüyüp, zerreleri toprağa karıştıktan sonra o zerrelerin ikinci kez tekrar aynı bedende bir araya gelmelerini, yâni cismânî haşri aklen imkânsız görmelerine karşılık, Cenâb-ı Hak ilim sıfatıyla onları susturmuştur.
“Semâvât ve Arz’da zerre ağırlığı kadar bir nesne bile, O’ndan gizli kalamaz.”
“Zerreden küçüğü de”, “Ondan, yâni zerreden büyüğü de…”
Yani atomlar, protonlar, nötronlar, kuantum fiziğinin konusu olan maddeler, guarklar, esir maddesi, atom altı/atom üstü partiküller…Ve diğer tüm mevcûdât…
“Her şey, Kitâb-ı Mübîn’dedir, yâni Levh-i Mahfûz’dadır. Orada yazılmış, kaydedilmiştir.” (Sebe’ sûresi, 3)
Âyet-i kerîmede geçen “miskàl ”, mutlak ağırlık ölçüsüdür. Burada mastar ma'nâsında kullanılmıştır. Yâni “zerre ağırlığı kadar” demektir. Yoksa âyet-i kerîmede geçen “miskàl” kelimesiyle fıkıhtaki, altının 4.5 gramına tekàbül eden ağırlık ölçüsü kastedilmiyor.
Demek yerde ve gökte hiçbir şey, O Âlimü’l-Gayb’dan gizli kalamaz. Kıyâmetin ne zaman vukù bulacağını, Haşrin ne zaman geleceğini yalnız O bilir, başkası bilemez. Hem semâvât ve Arz’da hiçbir şey kaybolmadığına, her şey kaydedildiğine göre, bir muhâsebe ve muhâkeme günü mutlakà olacaktır.
Özetle: Bu âyet, iki önemli mesele üzerinde duruyor:
Biri: Allah’ın ilim ve kudreti her şeyi kuşatmıştır.
Diğeri: Haşir haktır ve vukù bulacaktır. Evet bu âyet, bir hazîne gibi bütün âlemi içine alıyor. Îmâna dâir iki mühim kutup olan Tevhîd ve Haşri isbât ediyor.
“Şu âyetin pek büyük hazînesinden bir miskàl zerre miktârında, yâni zerre sandukçasında olan cevheri gösterir ve zerrenin hareket ve vazîfesinden bir nebze bahseder..” (Otuzuncu söz, ikinci makam)
Merhûm muhterem Müellif (ra)’ın müşâhede sonucu kalp dilinden dökülen Zerre Risâlesi ise, o hazînede zerre kadar bir cevherdir. Bir zerrenin içerisindeki ma'nâları, esrârı çözüyor. Bu âyetin hazînesinden bir zerreyi açıyor ve o zerre içerisinde, ilim ve kudret-i Rabbâniyye’nin tecelliyâtını ve haşri isbât ediyor. Zîrâ her bir zerre, bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın esmâ ve sıfatını, vücûd ve tevhîd-i İlâhî’yi i’lân ederken, diğer taraftan esmâ ve sıfatın gereği, tevhîdin de netîcesi olan haşre şehâdet etmektedir.
Diğer bir ifade ile ; Zerre Risâlesi; “Her bir zerrede başta ilim ve kudret olmak üzere bütün evsâf-ı İlâhiyye nasıl tezâhür etmiş, bir zerrenin içerisinde İlm-i İlâhi’nin ve Kudret-i Rabbâniyye’nin İmâm-ı Mübîn ve Kitâb-ı Mübîn’deki tecelliyâtı ne sûrette görünüyor ve haşre nasıl delâlet ediyor?” suâllerine cevâb vermektedir (ve zerrenin hareket ve vazîfesinden bir nebze) bir miktâr (bahseder.) ‘Zerrenin hareketindeki hikmet ve maksad nedir? Hangi görevleri yerine getiriyor ? Ne vazîfe görüyor?’ gibi müşkilleri halleder, zihinlerdeki sorulara cevap verir.
(Tahavvülât-ı zerrât,) zerrelerin hareketi, yâni hâlden hâle geçişi, değişmesi (Nakkàş-ı Ezelînin,) --Cenâb-ı Hakk’ın bir ismi de Nakkàş’tır. Kâinâttaki bütün nakışları O yapmaktadır. Ağaç bir nakış, çiçek bir nakış, sinek bir nakış, insan bir nakış ve hâkezâ bu âlem sergisinde her şey bir nakıştır, Nakkàş’ını gösterir.- O Nakkàş-ı Ezelî, bu âlemdeki masnûâtı nakşederken, (kalem-i kudreti) o nakışları işlerken, (kitâb-ı kâinâtta yazdığı âyât-ı tekvîniyyenin) - O Nakkàş-ı Ezelî, kudret kalemiyle kâinât kitâbında, “kün” emrinden gelen âyetleri yazıyor. Meselâ, cemâdât, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan her biri, kudret kalemiyle yazılan birer âyettir. Tahavvulât-ı zerrât ise; - Cenâb-ı Hakk’ın, kudret kalemiyle kâinat kitabında tekvînî âyetleri yazma (hengâmındaki) ânındaki (ihtizâzâtı), harekâtı, hafif titremeleri, deprenmeleri, harekete geçmeleri, sallanmaları (ve cevelânıdır.) Gezmesi, dolaşması, akıp gitmesidir.
Kalem-i kudret, İlm-i İlâhî’nin ünvânı olan İmâm-ı Mübîn’in kànûn ve programı altında ve Kudret-i İlâhiyye’nin ünvânı olan Kitâb-ı Mübîn’deki geometrik şekil ve kuvvelere göre âyât-ı tekvîniyyeyi, zerrât mürekkebiyle hakîkat-ı zaman denilen Levh-i Mahv ve İsbât üzerinde yazarken, o andaki kànûn ve kuvvelerin hareketi ile zerrâtın zâhirî harekâtına ve ihtizâzâtına/titreşimlerine “tahavvülât-ı zerrât“ denir.
Müellif merhûm (r.a), burada iki benzetme yapıyor:
Birincisi: Zât-ı İlâhî bir sâni’, Kudret-i İlâhiyye bir kalem, kâinât bir kitap, mevcûdât ise o kitâb-ı kâinâtın âyât-ı tekvîniyyesidir. Kudret-i İlâhiyye, o âyât-ı tekvîniyyeyi zerrât mürekkebiyle yazıyor,
İkincisi: Sâni’-i Zülcelâl bir Nakkàş, masnûât bir nakış, Kudret-i İlâhiyye bir kalem hükmündedir. Nakkàş-ı Sermediyye o nakş-ı san’atı zerrât boyasıyla boyuyor.
Tahavvülât-ı zerrât ise; o kitâbet/yazılım ve nakış/işleme ânındaki harekât ve titreşimidir. Peygamberler Silsilesi, Evliyâ ve Sıddîkîn, zerrelerin hareketlerinde bu hakîkatı müşâhede etmişler, vücûd ve tevhîd-i Sâni’ı bununla beşere ders vermişlerdir.
(Devam edecek inşâallah)