“Zihin Tutulması”, “kul” olmanın sırlarından biridir ve narsis olan egoistleri acziyete düşüren bir psikolojik çelmedir. “Ben yaptım, ben başardım, ben olmasaydım… senin zekân ve ilmin benimkinin zekâtı bile olamaz” gibi ilmî enaniyeti zir-ü zeber eden bir psikolojik beyin felcidir zihin tutulması…
Yani, insan cüzi bir irade ve meyille bir şeyi yapmaya sadece karar veriyor ama eylemleri yapan kendisi değildir. Eylemleri yaratan Allah’tır. Bizim zihni melekelerimizin tasarlayıcısı ve çalıştırıcısı O’dur. Yani beynimizde tüm işlem merkezleri Allah’ın tasarımıyla yaratılmıştır ve işleticisi de O’dur. Nitekim bir trafik kazasında hafızası silinen bir insanın eski hafızasını geri getirme gücü yoktur. Hafızayı tekrar formatlayacak olan da O’dur. Eğer benim zihinsel melekelerimi silecek olursa, benim düşünecek, tasarlayacak, okuyacak ve anlayacak; anladığımı yazacak neyim olabilir ki? Ya de zihinsel engelli bir bireyin yapacağı neler olabilir ki?...
Bütün bunları derken, aklıma ünlü sanatçı Perihan Savaş’ın bir trafik kazasında içler acısı bir vaziyet alan kocası Yılmaz Zafer geldi. Önceleri oldukça zeki, yakışıklı ve becerikli olan Yılmaz Zafer, bir trafik kazası geçirince bütün bu özelliklerden mahrum olmuştu. Haberlerde, onunla ilgili oldukça ibretlik manzaralar izlemiş ve insanın ne kadar aciz olduğunu düşünmüştüm. Ancak, Perihan Savaş kocasını o halde terk etmemiş, bir çocuk gibi üzerine titremişti. İşin o tarafı da takdire şayan bir davranış biçimiydi.
Bu bağlamda, insan olarak hepimiz kendimizi bir otokontrole tabi tutmalı ve rektefe ameliyeleri yapmalıyız. Yani, benim aklımı, zihnimi, düşünce dünyamı, hafızamı vs. hassalarımı veren Yüce Yaratıcıdır. O koskoca güneşi, ayla perdelediği gibi, benim zihnimi de perdeler ve ben hiçbir şeyi düşünemez olurum. Zihin tutulması, güneş tutulması gibi bir şeydir bu bağlamda bir zaman zihnimi ve zihinsel melekelerimi “zihin tutulması” ile tutmuştu Yüce Yaratan. Hiçbir şey yazamaz olmuştum. Aklıma hiçbir şey gelmez olmuştu. Şunu iyi anladım ki, zihnimi donatan ve açan O olduğu gibi, atıl hale getiren ve tutan da O’dur.
Biz sadece cüzi bir meyil gösteriyoruz ve beynimizin işlem merkezleri, akson ve dentritleri muhteşem bir sistemle çalıştırılıyor. Beynimizdeki “Psikosibernetik Sistem” muhteşem bir tasarımın eseri olarak faaliyet gösteriyor. Beynimizde, bir kelimenin yazılması için, binlerce işlem yapılıyor ve ben bu işlemlerin mahiyetinin künhüne vakıf değilim. Beynimin daha ne kadarlık kısmını kullandığımı dahi bilmiyorum. Yani yapan ben değilim. Yapan da yaratan da O…
İnsan olarak haddimizi bu çerçevede değerlendirmeliyiz. Yani, bir cüzi iradeyle pozitif veya negatif şeylerin olmasını arzu ediyoruz; meylimizi o yönde istimal ediyoruz. Gerisini yapmak bizim işimiz değil. Beynimizdeki sistemleri ve karmaşık işlemleri hatasız bir şekilde işleten Yüce Yaratıcıdır. Narsislerin boğulduğu nokta burasıdır. Her şeyi kendileri yapıyor zannediyorlar. Enaniyetlerinin ve süper egolarının istiklâliyetini ilân ediyorlar. İrtibatsız bir irade gücü ile her şeyi hallettiklerini zannediyorlar. Oysa Yılmaz Zafer vakasında olduğu gibi, ellerinden çıktığında geri getiremiyorlar. Demek ki, veren de O; alan da O…
Üstad Bediüzzaman Said Nursi de bu sırra çok iyi vakıf olduğundan, “Risale-i Nurlar benim eserim değil, onlar bir mevhibe-i İlahiyedir” diyor ve ekliyor; “Kur’an-ı Kerim’in feyzinden kalbime doğan füyuzatı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda geldi. Bu risalelerin heyet-i mecmuasına Risale-i Nur ismini verdim. Hakikaten Kur’an’ın nuruna istinad edildiği için bu isim vicdanımdan doğmuş. Bunun ilham-ı İlahî olduğuna bütün imanımla kaniim…” (Şualar)
Görüldüğü gibi, Bediüzzaman, “ben yazdım” demiyor; “ilham-ı İlahî” diyor. Burada Risale-i Nur Külliyatı’nın Allah’ın lütfuyla yazdırıldığını ima ediyor. Ancak bazı art niyetliler, Bediüzzaman’a iftira ederek “kendini peygamber ilan ediyor” diyorlar. Bu müfteriler bilmiyorlar mı ki, Allah arıya bile ilham ediyor. Bediüzzaman’a da Risale-i Nur eserlerini ilham etmiş; yani bir sünuhat-ı İlahîdir.
Sonuçta bizi yoktan var eden Yüce Allah, gerek maddî ve gerekse manevî olsun tüm nimetleri karşılıksız olarak bize ihsan etmiş. Zihinsel melekelerimiz de öyle. Ve bu zihinsel melekelerimizi Allah’ı tanımak ve ibadet etmek için ihsan etmiş. Bunları kendi kazanımımız gibi görüp narsis ve egoist olmak için değil…