Adalet, hukuk ve hakkaniyetin tecelli yerleri olan mahkemeler siyasi erkin güdümünde veyahut herhangi bir ideolojinin emrinde oldukları zaman çekilmez birer zulüm mekanizması haline dönüştüğü insanlık tarihindeki bazı kesitler buna tanıklık etmektedir. Türkiye son iki gününü yargının nasıl ideolojik bir hal aldığını gözler önüne sermektedir. Erzurum savcılığı (CMK 250 kapsamındaki suçları soruşturmakla yetkili) Üçüncü ordu komutanını şüpheli sıfatıyla ısrarlı bir şekilde ifadeye çağırması ve Erzincan Cumhuriyet Başsavcısını tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etmesi, mahkemenin tutuklama kararı vermesinden sonra 61 ve 82 darbe anayasalarıyla şekillenmiş bulunan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Erzurum’daki dört savcının özel yetkilerini ellerinden alan bir işleme imza attı. Bu kararın alınmasında Adalet Bakanlığı müsteşarının katkısı da yok değildi. Çünkü müsteşarın toplantıya katılmaması halinde kurulun toplanma yeter sayısı bulamadığından böyle bir karar alma imkanı olmayacaktı.
Kurulun bu kararı bize Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Sacit Kayasu’yu veya “iyi çocuklar” kartvizitini ortaya atan Yaşar Büyükanıt’ın ismini iddianameye sokan Ferhat Sarıkaya’ları hatırlatmaktadır. Bu iki savcı da “hukukun üstünlüğü” ilkesinden taviz vermediklerinden dolayı HSYK tarafından görevlerinden ihraç edilmişlerdir. Darbe anayasalarıyla şekillen bu kurumun aldığı kararlar tıpkı YAŞ kararları gibi yargı denetimine kapalı kararlardır. Antidemokratik yapıların kendi mevcudiyetlerini muhafaza etmek için anayasal bir kurum haline getirilen bu ve benzeri kurumların yapısı ve fonksiyonları çağdışı ve antidemokratik bir nitelik arzetmektedir.
Türkiye de yargı hiçbir zaman tarafsız ve bağımsız bir nitelik arzetmemiştir. Yapısı ve işleyişi itibariyle bunun gerçekleşmesi zaten mümkün değildir. Liyakatten ziyade ideolojilerin kriter alınarak şekillendiği bir yargının evrensel normlara uygun olarak yargılama yapmasını beklemek safdillikten öte bir beklenti olmaz. Türkiye diğer antidemokratik mekanizmaları gibi yargı mekanizmasını da modern, katılımcı ve çoğulcu demokrasi ölçülerine göre modernize etmeyi başarmalıdır. Bunun içinde bir ileri iki geri oyununu oynayan hükümetin yapması gereken ilk işlerden birisi Avrupa Birliği standartlarında bir yargı reformunu yapmaktır. Bu reformu yapılabildiği takdirde Türkiye de yargı çoğulcu bir bünyeye kavuşur ve “hükümetin daireleri için de en ziyade hürriyetini muhafaza etmeye ve tesirat-ı hariciyeden (dış etkiler) en ziyade azade (bağımsız) kalmaya ve en ziyade bitarafane (tarafsız), hissiyatsız bakmakla mükellef olan mahkemelerdir” sözlerini sanık sandalyelerinde dile getiren Nursi’nin hayalinde yargı tesis edilebilir.
Demokratik hukuk devletinde yargının çekilmez birer zulüm mekanizması haline gelmemesinin öncelikli koşulu yargının yetkisini milletten alıyor olmasından geçmektedir. İlerici ve katılımcı demokrasinin hakim olduğu ülkelerde yargının adalet ve hakkaniyet mekanizması yapan temel anlayış halk iradesinin buralarda tezahür ediyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Millettin iradesinin tezahürü sonucunda teşekkül eden meclisin içinden çıkan yürütmeyi yargısal açıdan denetleyecek olan yargıçların yürütmeden çekinmemesi için, başka bir deyişle yürütme karşısında korumasız kalmamasının en etkili yolu millet güvencesine dayanmaktan geçmektedir.
Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun başkanı Adalet Bakanın olması “yargının bağımsızlığını zedelemektedir” anlayışının sağlam dayanaklardan yoksun bir anlayış olduğu kanaatindeyim. Zira bu görüşe sahip olanların ileri sürdüğü gerekçe yargının Adalet Bakanının aracılığıyla siyasallaşma eğilimine gireceği endişesidir. Halbuki yetkisini milletten almayan ve millete hesap verme sorumluluğu olmayan hiç bir mekanizma kendini ideolojik saplantılardan arındırarak hareket etmesi mümkün değildir. İşte hakim ve savcıların en üst anayasal kuruluşu olan HSYK de yetkisini halktan almadıklarından dolayıdır ki bir çok kararlarında adalet ve hakkaniyet yerine ideolojiler ölçü alınarak hayatı çekilmez kılmışlardır.
Parlamenter sistemlerde kuvvetler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı şeklinde tezahür ederken bu organlardan birinin doğrudan veya dolaylı bir şekilde milletin iradesine dayanmadan millet adına yetki kullandıklarına tanıklık etmekteyiz.
Toplumun ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak ve değişen dünya şartlarının gereklerini yerine getirmekten aciz kalmış olan1982 Anayasasın 6. maddesinde “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde düzenlenmiş ve ikinci fıkrasında “Türk milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır” muğlak ifadeyle egemenliğin kim tarafından kullanılacağını işaret etmiş ve bu işaret ettiği kurumlardan biri de yargı organı şeklinde tezahür etmiştir.
1982 Anayasasında, kararları yargı denetimi dışında bırakılan, millet adına hareket ettiği halde millete hesap vermeyen organlardan biri de yargı olmuştur.
1982 Anayasasında; hakim ve savcıların bağlı olduğu en üst kuruluş, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu şeklinde dizayn edilmiş ve üyelerinin tamamı da milletten yetki almayarak millet adına hareket eden üyelerden oluşmaktadır.
Demokratik hukuk devletinde bizdeki gibi üyeleri hukukçu olup da işlemlerinin yargı denetimim dışında tutan tek bir ülkenin olmamış olması adalet ve hukuk anlayışımızı ortaya koyduğu gibi demokratik seviyemizi de ortaya koymaktadır.
Said Nursi’nin “Hem canilerin, kimsesizlerin ve muhaliflerin dahi bir hakkı vardır ve hakkını aramak için tarafsız bir merci isterler” diyerek her insanın fıtraten hak ve adalet arama melekesine sahip olduğunu ve bunu da tarafsız mercilerden istediği çıkarımı yapmak mümkündür…
Adalet, hukuk ve hakkaniyetin tecelli yerleri olan mahkemelerin siyasi erkin güdümünde veyahut herhangi bir ideolojinin emrinde olmaması için;
1-HSYK yerine Hukuk ve Adalet Yüksek Kurulu kurulmalıdır.
2- Hakimler ve Savcıların mesleğe alımı ve bütün özlük işlemleri bu kurula bırakılmalıdır.
3- Kurulun üye sayısı 15’e çıkartılmalı ve bu üyeler dört yılda bir seçilmelidir.
-Bu üyelerden üçü; adli yargı mensuplarının kendi içlerinde il delegesini seçerek bu delegelerin birinci sınıf adli hakim savcı arasından seçmesi,
-Üyelerden üçü; İdari yargı mensuplarının kendi içlerinde il delegesini seçerek bu delegelerin birinci sınıf idari hakim savcı arasından seçmesi,
-Üyelerden üçü; baro başkanlarının kendi aralarında seçmesi,
-Üyelerden üçü; parlamento tarafından seçilmesi ve bu üyelerin hukukçu akademisyenler arasından nitelikli çoğunlukla seçilmesi,
-Üyelerden üçünün de, yürütmenin teklif ettiği dokuz üye arasından Cumhurbaşkanınca seçilmesidir.
Yürütmenin teklif edeceği dokuz üyenin beşi birinci sınıf hakim ve savcılar arasından, ikisi hukukçu akademisyenler arasından, ikisi de onbeş yılını tamamlamış avukatlar arasından seçmesi gerekir. Ancak böyle bir yapılanma ve eğitim süreci yargının siyasi ve ideolojik davranmaktan alıkoyabilecektir.