Kendisine hayat bahşedilmiş her 'hayat sahibi' bir mekânı, iradeyi, zamanı paylaşmak durumundadır.
Hayat, paylaşmayı zorunlu kılar.
Hayat, diğer yönüyle de serbestlik demektir.
Hayat sahipleri birbirleriyle paylaşırken ve serbestliklerinin farkına vardıklarında eşitliği de isterler.
İstekler, arzular, ihtiyaçlar eşittir. İrade eşittir. Mekân eşittir. Zaman eşit saatlerin içindedir.
Paylaşmak eşitler arasındadır.
Paylaşabilmeyi istemek eşitliği başta kabul etmektir. Paylaşmaktan kaçınmak hayatın devamının sona ermesi, intihar etmesi demektir.
Hayat sahipleri istekleriyle, arzularıyla, belki hayalleriyle orantılı olarak göreceli bir iradenin farkındalığına kavuşabilirler.
Bu ‘farkındalık’ eşitliği bozan bir şeydir aslında. Göreceli güçlü olmak farkındalıktan ve bunun iradede görünmesinden ibarettir. Görünmek eşitlikle birlikte paylaşmayı da bir sorun haline getirecektir.
Görece güçlü olan payın eşitliğini lehine kanırtacak, görece güçsüz olan da buna karşı –aslında güçsüz değil, zayıf kalacaktır.
Zayıflık, aynı zamanda gücün potansiyele atılması ve bu şekilde, geride biriktirilmesini ya da gücün kullanılmasında kendi içinde eşitsizliğe dönüştürülmesi; mesela bazı isteklerden el çekerken bazısının gereğinden fazla istimal edilmesini netice verecektir.
Bu durum iradenin pürüzsüz yüzeyinde, eşitsizlikten kaynaklanan yumruların (zulüm denilen) ortaya çıkmasına sebep olacaktır.
İradenin bu şekliyle idealinden uzaklaşmasıyla, her idealden uzaklaşmanın neticesi olarak, çatışma doğacaktır. Çatışma hem içsel hem de dışa dönük olarak iki ayrı koldan ilerleyecektir.
Çatışma, eşitsizliğin kaçınılmaz sonucudur.
Eşitsizlerin ilişkilerinde çatışmadan başka bir sonuç beklenemez.
Aynı mekan, zaman, irade atmosferinde dolaşan ‘hayat sahipleri’ eşitliğin kaybolması sonucu ortaya çıkan iradî yumrularından kurtulamadıkları sürece çatışma kaçınılmaz kalacak, her çatışma yeni zulüm ve mazlumlar üretecektir.
Görüldüğü üzere, zulüm iki taraflı bir sorundur.
Zulüm yalnızca bir tarafın bozulması ile olmaz, karşılıklı bozulmanın sonucudur.
Yani, zalim olmak gibi mazlum olmak da bir bozulmadır.
Bununla birlikte, hayatta önemli bir kural da şudur; hayat eğer bir yerinden kaybediyorsa başka bir yerden kazanıyordur. Yani, hayatın kendi içinde, eşitliğini kaybetmesi aslında mümkün değildir; bize eşitliğin kaybolması görünen hayatın dengesinin (adalet unsurunun) bozulmasıdır.
Yani, zulüm başka yerden ters yönlü bir zulmü getireceği gibi; mazlum diğer yönden bir zalimi de doğuracaktır.
Dinin (hayatın hayatı olan) vasat üzerinde olması, hayatı söz konusu eşitliğe taşımasındandır.