Mustafa ÖZCAN
Şeytan ayrıntıda gizli…
Müfit Yüksel’in de şahit olduğu üzere Fatih’de bir kahvenin açık bir alanında oturuyorduk. Kafası ulusalcı teorilerle bozulmuşbir arkadaş masamıza geldi. Belli ki bize ve fikirlerimize karşı bir husumeti besliyordu. Bizden hesap sormaya gelmişti. Lafı döndürüp dolaştırıp bozuk plak gibi bizim İran’la mezhep savaşını kışkırtmak istediğimizi iddia ediyor ve bunun vatan hainliği olduğunu söylüyordu. Biz de böyle bir şey istemediğimizi faraza böyle bir durum vaki olsa bile bunun sorumlusu biz olmayacağımızı ve bunun sebebinin biz değil İran olacağını anlatmaya çalıştık. Adam kurulmuş zemberek gibi olduğundan ikna etmek mümkün olmadı. Sonra benim Suriye meselesinden dolayı İran’a çok yüklendiğimi halbuki Hıristiyanlara hoş görünmek için çalıştığımı yani Hıristiyanlara yaptığım güzel muameleyi İran veya Şiilere karşı esirgediğimi söylemeye çalıştı. İsevi Müslümanlar adlı bir kitap yazdığımı hatırlattı. Ayaküstü anlatacak halimiz yoktu: ‘Yahudi Müslümanlar’ da olabilir.
Bu bir eğilimi ortaya koyuyor. Bu eski dinini İslam’la tashih etmek ve tamamlamak anlamına geliyor. Aramızda elbette ‘Siyonist Müslümanlar’ da var. Elbette bu kavramların mahiyeti tartışılır. İsevi Müslümanlar arkadaşın zannettiğim gibi teslisi tevhit ile değiştirmek ve Hıristiyanylara cennette yer ayırtmak değildir. Bu bizim işimiz ve haddimiz değil. İbni Teymiyye, İbnu’l kayyım, Bigiyev ve Karadavi gibi fenau’n nar yani cehennemin sönmesi gibi bir nazariyeye de sahip değilim. Sadece fetret kavramı çerçevesinde bir istisna olabileceğini Gazali gibilerin görüşleriyle anlatmaya çalıştım. Arkadaş ‘Papa’yı İslam’ın Cevabı’ gibi daha yeni kitaplarımızı hatırlayamıyor bile. Zira mesele üzüm yemek değil veya hakikati öğrenmek değil bağcıyı dövmek. Irak işgali karşısında en sert tepkiyi gösterenlerden birisi bizdik. O dönem Yeni Asya’da yazdığımız makalelere bakılabilir. Bizim kimseye nedensiz ve delilsiz saldırma veya imtiyaz verme gibi bir hakkımız yok. Kusurumuzun değil, kastımızın olmadığını söylüyoruz.
*
Fatih’teki arkadaşın bizi suçlaması gibi kendisine ‘Cezayir’in Kaddafisi’ diyebileceğimiz Reşid Bin İsa Yusuf Karadavi için de aynı suçlamayı yapıyor. Vaktiyle ABD’ye birlikte gitmişler ve burada Karadavi Hıristiyanlarla en güzel bir biçimde tartışılması gerektiğini söylemiş ve 'La tücadilu ehle’l kitabi illa biletli hiye ahsen’ ayetini okumuş. Kur’an: ”Hıristiyanlarla en güzel bir surette tartışın buyuruyor. Ya da Hasan el Benna’nın ifadesiyle kılıçla değil, sevgiyle savaşın. Lakin bunun sınırlayıcıları ve istisnaları var. Saldırgan veya mütecaviz olana karşı misliyle cevap verilir. Bunun Hıristiyanlıkla değil Hıristiyan karakteri yani saldırganlıkla alakası var. Bush karakterli Hıristiyanlar olduğu gibi Carter tabiatlı Hıristiyanlar da var. Burada saldırgan karaktere ‘el asa limen asa’ yani hırlayana sopa formülü uygulanır. Kimse durduk yerde Hıristiyanlara vuralım demiyor. Lakin baba ve oğul Bush’un yaptığı ortada. Şii veya İran meselesi de öyle. Kimse durduk yerde İran’a sefer düzenleyelim ve vuruşalım demiyor. Lakin İran İslam dünyasında haksız bir operasyon yapıyor. İmparatorluk kurmak ve Şiiliği yaymak ve Sünni dünyayı paramparça etmek istiyor. Afganistan, Irak, Lübnan ve Suriye ve birçok yerde yaptıkları ortada. Her gün bir başka İslam ülkesini veya komşu İslam ülkesini tehdit ediyor.
Hazreti Ali Bizans dururken neden Haricilerle savaşmak zorunda kalmıştır? Reşid Bin İsa bu hususta ne der acaba? Yoksa ona göre Hariciler mi haklı? Zira Hariciler ona bu imkanı veya genişliği bahşetmediler. iç kargaşa varken dış düşmana yoğunlaşmak mümkün mü? Dahili tehdide yoğunlaşmak onunla savaşmaya can atmak değildir zararı bertaraf etmektir. İç kargaşa da fırkadan ziyade fırkalaşmanın yayılmacı amaçlar veya düşmanlık için kullanılmasından doğar. Ticani, Salih Verdani gibi müteşeyyi bir unsur olarak Reşid Bin İsa sahabeler hakkında çirkin ifadeler kullanıyor ve sahabeler arasındaki kavgaları gündeme getirerek onların adil değil zalim olarak nitelendiriyor. Yüz bin sahabe adil mi diye sorarak onları toptan zalim derekesine indiriyor. Sahabeler arasındaki ihtilafları afişe ederek tarihi inanç değeri olmaktan çıkarmak gerektiğini söylüyor. Tunuslu ultra laik Muhammed Talbi gibi Sünnileri sahabeyi ve tarihi tasdik etmekle suçluyor. Muhammed Talbi de bunu selefilik olarak nitelendirmektedir. Sahabeleri sevmek selefilik oluyormuş.
*
Hem Kemal Helbavi hem de Reşid Bin İsa tanıdığımız eski dostlarımız. Lakin ikisi de tutarsız ve dengesiz. Tutarsızlıkları da dengesizliklerinden kaynaklanıyor. Halis Çelebi devrimden sonra Malik Binnebi’nin talebelerinden birisini de yanına alarak İran’a gittiğini ve orada tarihin yeniden dirildiğine tanıklık ettiğini yazmaktadır (http://www.elaph. com/Web/opinion/2012/9/ 760731. html?entry=writers ). Reşid Bin İsa, tarihi gömeyim derken Halis Çelebi devrim sonrasında İran’da tarihi sürecin dirildiğine tanıklık ettiğini ve bundan dolayı devrimle yollarını ayırdığını söylemekte. Buna mukabil, Cezayirli arkadaşın çocuklar gibi şen şakrak olduğunu ve kendisini devrimin büyüsüne kaptırdığını söylemektedir. Bu bahse konu Cezayirli Reşid bin İsa olabileceği gibi bir benzeri de olabilir. Zira Çelebi ismini vermiyor. Şia adına Tarihi diriltenler Sünnilerin tarih anlayışından hesap soruyor. Ahmaklık böyle bir şeydir. ‘Eğitim ile cehalet gider ama ahmaklık baki kalır’ demişlerdir. Zira devası yoktur. Bizim İran’la ilgili uyarılarımız nehyi anil münker babındandır. Zira eskilerin ifadesiyle ‘ şerri şer yapmak için değil, sakınmak için öğreniyorum.’. Biz de bilebildiğimiz kadarıyla halkımızıbilmedikleri konuda uyarıyor ve yol gösteriyoruz. Yoksa saldırgan tarafta değil saldırıya maruz kampta bulunuyoruz.
Reşid Bin İsa devrimden sonra Hamidullah Hoca’nın İranlı bir erkekle evlenmek isteyen Cezayirli bir bayana cevaz vermediğini halbuki eski yazılarında buna dair cevaza rastladığını ve kıza bu yazılarını gösterdiğini aktarıyor. Gerçekten de MahmutŞeltüt gibi bazıları Caferilik mezhebiyle ibadetin geçerli olduğunu söylemişlerdir. Şeltüt hata etmiştir zira iddia ettiği gibi Caferilik mezhebinin sahih zaptı bizim kriterlerimize göre mümkün değildir. Burada Cafer-i Sadık’ın mezhebi değil ona isnat edilen mezhep reddedilmektedir. Sözleri ve fiilleri tahrifata uğramıştır. Menkulat nevindendir. Vaktiyle Reşid Rıza da başında kavak yelleri estiği sıralarda Hamidullah Hoca gibi yanlış yapmış ve Şii Sünni evliliklere cevaz vermiştir. 20-30 yıl sonra ise pişmanlıktan parmağını ısırmıştır. Reşid Bin İsa’nın düz mantığına göre Karadavi gibi Sünni alimler Şiilere Hıristiyanlardan daha mesafeli davranıyorlar. Hiç de öyle değil. Yıllar yılı Karadavi Şia ile yakınlaşmanın yollarını aramış ve tecrübeyle bunun çıkmaz bir yol olduğunu görmüştür. Bu içinde bulundukları saldırgan karakterle alakalıdır. Hazreti peygamberin en yakınlarına saldıran bir zihniyet bizimle nasıl dost olabilir? Reşid Bin İsa ise onlara gönlünü kaptırdığından dolayı ne dediğini bilmiyor. Gönlüne söz geçiremeyene biz de geçiremeyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.