Hüseyin KARA
Şimdi bizim, ya geçmiş ve gelecek?
Şimdi ile birlikte geçmiş ve geleceği kurcalamadığı bir anı var mıdır insanın?
İnsan yalnızca bulunduğu anla sınırlı bir varlık değil ki!
Akıl ve hayali ona çok büyük dünyalar kazandırır. Etki alanı değil belki, ama ilgi alanı çok geniştir. Kâinat bile onun ihtiyaçlarına, sorularının karşılık bulmasına, duygularının gerçek açılımına cevap veremez. Cirminin tam aksine kâinatları içine alacak türden manevi bir âlemi var insanın. Terazinin bir kefesine kâinat ve diğer kefesine insan konsa, insanın bulunduğu taraf her zaman ağır basar. Bir velinin dediği ne kadar doğrudur: “Bütün kâinatı kalbime koysalar bir köşesini bile dolduramaz.”
Hayvanın tersine insan, “şimdi” ve “şimdi”nin dışındaki her şeyle ilgilenen, onlardan geleceklerden hüzünlenen ve neşelenebilen garip yaratık… Üstelik bu yanı ona oldukça büyük bir zenginlik de katar. Zaten hayvandan ayrıldığı nirengi noktası da budur; onun yerde, gökte ve onların ötesindekilerle her şeyle ilgilenir oluşu…
İnsanın çok yönlü oluşu bir avantajken, iyi bir bakış açısına sahip olmayan için çoğu zaman bir dezavantaj da olabilir. İnsan, çok şeyin acısını ya bir anda ya da dilim dilim çekebilir. Hayatı bir anda allak bulak olabilir, bir cehenneme dönüşebilir. Her cihetten hücumlara maruz kalabilir. Sessiz sessiz yol alırken birden alabora, yaşadığına bin pişman olabilir. Bir baş ağrısı dünyasını zehir edebilir. Bel bağladığı aşkından unutamayacağı tokatlar yiyebilir. İçinin derinliklerinde sakladığı sevgisi başına bela olabilir. Her şey ona düşman görünebilir. Etrafını saran kalabalığın tam ortasında yalnız kalabilir. Yalnızlık onu kavurabilir. İçini büyük bir ürperdi sarabilir. Çok güvendiği bir dostundan kahredici ihanet görebilir. Mazide kalan küçük bir hatıra kafasının içinde bir kurt olup beynini kemirebilir. Gelecekteki ne olduğu belirsiz ve belki de hiç olmayacak bir şey uykularını kaçırabilir. En yakınında olan birinin yalnızca bir sözü onu hançerleyebilir. Yerde ayağına takılan bir çakıl taşından ve gökte kayan bir yıldızdan aynı tonda korkabilir. İlk insanın yaşayışından tutun son insanın debdebeli yaşayışına kadar her şeyden etkilenebilir. İçinden bir duygunun feveranıyla bütün galaksiler üzerine yığılabilir. Dünyanın altında kalabildiği gibi görülmeyecek kadar küçük olan bir varlığa yenik düşebilir. Sonsuz ufka umutsuz gözlerle bakabilir ve hayatı kararabilir…
Özetle dar ve kısır görüşüyle kendi başına kaldığı sürece isteklerinin belki de hiçbirini yapamayacak kadar aciz olan bir yaratık varsa o da insandır.
“Şimdiyi yaşa” derler. Dopdolu şimdiyi nasıl yaşayabilir insan? Aklı, iradesi ve hayali varken “şimdi”de kendini nasıl hapsedebilir? Belki bir an bunu başarabilir; ama yarın, gelecek zamanlarda kâh geçmişe ve kâh geleceğe kafasının takılmaması mümkün mü? Yok, olumlu bir bakış açısı geliştirmedikçe geçmişi hüzünler deposu ve geleceği korkular karanlığıdır insanın. İmandan yoksun bir insanı saracak boşluktur, yokluktur, karanlıktır ve belirsizliktir. İnsana en acı gelen ve insanı en büyük yalnızlığa iten de ilgilenilenlerin hakkında hiçbir şey bilmemektir. Bilmediği şeyin düşmanıdır insan.
Buna göre hikmetlerini bilemediği her şey onun amansız düşmanıdır. Bu basit değerlendirmeye göre, kendinde olmayan ve ancak biraz düşünebilen insan için düşmanların içinde yaşıyor denmesi pek de mantıksız gelmiyor. İmandan yoksun olan ne geçmişten ne de gelecekten emindir. Geçmiş ve gelecek bir kıskaçtır, insanı sıktıkça sıkar; şimdiyi yaşayabilecek mecal bırakmaz insanda. Hüzünler üşüşür, korkular çullanır. Karabasanlar basar.
Tek Yaratıcıya inanarak her şeyi bu imana göre değerlendirmeyen insan, geçmiş ve geleceğin bombardımanına her zaman maruz. Oradan yüreğine su serpecek hiçbir şey gelmez. Mutlu olmasına, gülmesine ve “oh hayat varmış” dedirtecek umuda vesile olan bir ışık hiçbir yönden karanlığını dağıtmaz. Bu halde koca dünyada zindandadır. Nefes alamayacak durumdadır. Tevhidin bakış açısıyla etrafa bakmadıkça hayatından asla güven duyamaz.
Şimdi ile birlikte geçmiş ve gelecek bizimdir, bizim kaderimizdir oysa. Mutlu olmamız için geçmiş ve geleceği kendi lehimize çevirmek zorundayız. Bu o kadar zor değil üstelik; yalnızca bir bakış açısı ile kendimize, dünyaya ve kâinata bakmak… Bu bakış açısı ile birlikte yok olan var olur, hüzünlerin ve korkuların kaynağı olan geçmiş ve gelecek dost hale gelir. Bu iman gözlüğüyle geçmiş tatlı bir nostalji olurken, gelecek de ümitlerin kaynağı oluverir. Her şey yok olmaktan kurtulur. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “…eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar, imanın nuruyla ışıklanır ve vücut bulur.” Canlanır zerreler. Bilinmeyenler ayan beyan olur. Düşmanlar dost olur; canavarlarsa munis bir yaratık. Uzak olanlar yakınlaşır. Bir sevgilinin hürmetine her şey sevgili konumuna girer. Gözler parıldar. Zihinler durulur. Baş göklere değer ve insan ayakları üzerine durmaya başlar.
Tevhitten uzak olanlar için yok olan, düşman olan geçmiş ve gelecek, artık güzelliklerin ve hikmetlerin kaynağı olur iman edene. Varlık nurlarıyla dolar kâinat. Karanlıkta uzun süre kalıp ışığa kavuşanın mutluluğu nasılsa, kâinatın bin bir bilinmezin karşısında tevhidin ışığında aydınlananın rahatlığı da odur.
İşte o zaman geçmiş de gelecek de bizim emrimizdedir.
İşte o zaman geçmiş ve gelecek hüzünlerin değil hazların kaynağı olur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.