Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu ondan geri alamazlar
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Hacc Sûresi 73-76. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
73 . Ey insanlar! (Size) bir misâl getirildi; şimdi onu dinleyin! Şübhesiz ki Allah’dan başka (kendisine) yalvarmakta olduklarınız bir sinek dahi yaratamazlar; isterse bunun için hepsi toplansınlar! Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu ondan geri alamazlar. (Yardım) isteyen de âciz kaldı, kendinden istenen de! (*)
74 . Allah’ı, kadrinin (kudretinin ve büyüklüğünün) hakkıyla takdîr edemediler! Şübhesiz ki Allah, elbette Kavî (pek kuvvetli olan)dır, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir.
75 . Allah, meleklerden de insanlardan da elçiler seçer. (**) Muhakkak ki Allah, Semî‘ (hakkıyla işiten)dir, Basîr (kemâliyle gören)dir.
76 . Onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Ve (bütün) işler Allah’a döndürülür.
(*) “Yani sineğin hılkati (yaratılması) öyle bir mu‘cize-i Rabbâniyedir ve öyle bir âyet-i tekvîniyedir (yaratılışa âid bir âyettir) ki, ‘Bütün esbab (sebebler) toplansalar, onun bir mislini (benzerini) yapamazlar. Ve o âyet-i Rabbâniyeye muâraza edemezler (karşı çıkamazlar), taklîdini de yapamazlar!’ meâlindeki âyete ehemmiyetli bir mevzû‘ teşkîl eden ve Nemrûd’u mağlûb eden ve Hz. Mûsâ (AS) onların ta‘cizlerine (sıkıntı vermelerine) karşı müştekiyâne (şikâyet ederek): ‘Yâ Rab! Bu muacciz (rahatsız edici) mahlûkları ne için bu kadar çoğaltmışsın?’ deyince, ilhâmen cevab gelmiş ki: ‘Yâ Mûsâ! Sen bir def‘a sineklere i‘tirâz ettin. Bu sinekler de çok def‘a suâl ediyorlar ki: Yâ Rab! Bu koca kafalı beşer seni yalnız bir lisân ile zikrediyor. Bazen de gaflet ediyor. Eğer yalnız kafası kadar, kafasından bizleri halk etseydin (yaratsaydın), binler lisân ile seni zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı’ diye Hazret-i Mûsâ (AS)’ın şekvâsına bin i‘tiraz kuvvetinde hikmet-i hılkatini (yaratılışındaki hikmeti) müdâfaa eden sineğin, hem gāyet nezâfetperver (temizlik sever) ve her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu tâifenin elbette mühim bir vazîfesi vardır.” (Lem‘alar, 28. Lem‘a, 286)
(**) “Hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabûl eder mi ki, ulûhiyet ve ma‘bûdiyetin (ilâhlığının ve ibâdete lâyık oluşunun) tezâhürü (görünmesi) için bu kâinâtı öyle bir mücessem (cisimleşmiş) kitâb-ı Samedânî yapmış ki, her sahîfesi bir kitab kadar ve her satırı bir sahîfe kadar ma‘nâları ifâde eder ve öyle cismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî etmiş ki, herbir âyet-i tekvîniyesi (yaratılış âyeti olan her mevcud) ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mu‘cize hükmündedir.
Ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla (âyetlerle) ve ma‘nîdar nakışlarla tezyîn edilmiş (süslenmiş) bir mescid-i Rahmânî kılmış ki, her bir köşesinde bir tâife, bir nevi‘ ibâdet-i fıtriye (yaratılışından gelen bir ibâdet) ile iştigâl eder (meşgûl olur) bir şekilde halk eden (yaratan) bir Allah, bir Ma‘bûd-ı bi’l-Hakk (ibâdet edilmeye hakkıyla lâyık olan Cenâb-ı Hakk), o kitâb-ı kebîrin (büyük kitâbın) ma‘nâlarını ders verecek üstadları ve o Kur’ân-ı Samedânî’nin âyetlerini tefsîr edecek müfessirleri (tefsir ve îzâh edecek kimseleri) elçi olarak göndermesin. Ve o mescid-i ekberde (kâinât denilen en büyük mescidde) hadsiz tarzlarda ibâdet edenlereimamları ta‘yîn etmesin. Ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları (kitâb ve suhufları) vermesin? Hâşâ, yüzbin hâşâ!” (Şuâ‘lar, 11. Şuâ‘, 228-229)