Himmet UÇ
Sinemamız, eleştiri disiplini
İstanbul’da bir sinema seyretmeye gittim, dört epizottan oluşan bir kurgusu vardı. Bir azameti insan zihninin ihata edemediği boyutta garip ama yalnızlıktan değil anlaşılmadığı için garip, benzeri olmadığı için garip. Cenab-ı Nebi’nin ahır zamanda övdüğü gariplerden, garip gelmiş, anadolunun klasik köylerinden birinde, doğduğu anda harikalar olmuştur. Fatih doğduğunda babası Sure-i Muhammed’i okuyormuş, “Efendim bir oğlunuz oldu“ diye beşaret vermişler, kaderin programı “Adı Muhammed olsun” diye buyurmuşlar.
Bediüzzaman her yönü ile asil ama asalet denen şeyin bürüdüğü biri değil. Köy yerinde Baba Mirza’nın oğlu, helaket ve felaket asrının kahramanı. Nerden o baba bir doğum şarkısı okusun. Halide Edip, Mevlid’e doğum şarkısı der. Küçük Said’e de bir Doğu Anadolu ezgisi yakarlar mıydı? “Ve ma medehtu muhammeden bi makaleti” diyen adam, bütün güzelliklerin ondan, güzeller güzelinden kendisine yansıdığı adam. Bilemem ama ben gönlümde yaktım, gökte melekler ne düşündüler, birbirlerine neyi muştuladılar? Hayatı boyu debdebeden kaçan Nebiyi Zişan, azamet onun paltosu. Neylesin debdebeyi. Yanına gelen bir bedevi titrer. ”Korkma ben bir dul kadının oğluyum“ der. Sadık arkadaşı Ebabekiri Sıddık hep sade yaşamışlar. O da onların muakıbı sade yaşamış. İslam düşüncesi, debdebe, tantana, gösteriş, dünya perestlik ile çarpışıyor. Yaşamanın mabudiyet ünvanı giydiği bir dönemde nasıl insanlar ulviyat ve ruhiyat ve ibadetin ruhta bırakacağı tesirat-ı harikayı takib etsinler.
O dere kenarında küçük köy ve küçük doğan Said sonra tabiat, atom, hatta ego yani eneyi insanların başına bela eden bela adamların nihilizm şebekesini dağıttığı gün, “küfrün bel kemiğini kırdım” demiş. Küçük yaşta geceleri dağlara doğru gider, ailesi onun halini garipser, esmaya mı çaldıracak bu çocuk kendini diye endişe ederlermiş. Bir Avrupalı büyük adam doğmuş, kundağa sarıldığında üzerinde rahim derisi varmış, o kültüre göre bu çocuğun büyük adam olacağına kanaat getirilmiş, öyle de olmuş.
Büyük olmak nasıl bir his? Çalışarak mı, doğuştan mı yani genetik mi, yoksa say ile gayret ile, o küçük çocuk çalışmasını istiab edecek bir hilkat ile gelmiş dünyaya. Bütün melekat-ı akliye ve hissiye ve sair duyguları yapacağı işe göre ayarlı. Ne yorgan kısa ne çarşaf hepsi ona göre acaba beyin ve hafıza standardı bunların metrik ölçülerine göre nerede, ne bilelim. Abdülkadir Geylani anası karnında iken dereden geçtiğinde durumu annesinin tereddüdünü görmüş veya hissetmiş.
Bediüzzaman’ın hazırlık yılları çalışması ve mücadele yılları üç blok halinde çalışmanın hayret verecek derecede çılgınca olduğu yıllar. Açıkca Bediüzzaman’ı anlamadık, ondan alacağımız en büyük ders çalışmak iken çalışmadık. Ünvanlar, ev-bark, çoluk-çocuk edindik, ama en büyük işi dava için en asgari fedakarlığı yapmadık.
Sonra kendimizi eleştirmedik, hergün harcadığımız boşa giden zamana üzülmedik. Çalışanı eleştirdik, çalışamaz hale getirdik. Benim bu kadar yıl gördüğüm çalışanı eleştirip şevkini kırıp bir şey üretmeden molla kasım tavırlı sözde büyük adam olmak. Himmet uç beşyüz kitap okuyup hayatının kitabını yazmış, adam okuyup eleştirel müdellel otantik bir şey yazmamış. Mardin kolik olmuş, topyekün eleştiri yapıyor, evinde on üç saat döküntülerini sıraya koy kafan patlasın, sonra sana hakaret etsin sen git Taksim’de salaş bir otelde yat. Bu adamlar zehir, bunların davaya hayrı yok, bizim hizmetimizin beyni o beğenmediğimiz dağlarda, bağlarda okunan eserler onları beğenmemeyip, bir takım kalem efendilerinin eleştirilerini okumada kıstas yapmak çok ayıp. Herkes işine baksın, biz cemaat aydınları dershaneleri dizayn edemeyiz, bırakın onları kendi haline, biz o beğenmediğiniz yerlerden, kokulu yorganlar ve salaş yataklardan geldik.
İmdi onları eleştiremeyiz, ayıptır. O Bediüzzaman o evlere “benim evim” demiş. Bir üniversitenin sınıfları onlar. Mevlevi haneler, tekkeler, mevlid haneler buralardan geldi bu millet. Üniversite çok iyi diyorum, ihanet ve dile alınmaz şeyler üretiyor, herkes mal meydanında mal beğeniyor gibi. Yıllardır edindiğim bu rektörler de bu acayip yerlerin panama serpuşu.
Kur’an Sineması cümlesini kullandım. Daha sonra taradım Kur’an sineması çıktı, aşağıdaki metinde.
“Evet, nazar-ı gaflet ve dalâlette vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut ve bizimle münasebetdar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i’câz ile dersini veren Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, aynı i’câz ile, nazar-ı dalâlette câmid, perişan, ölü, hadsiz bir vahşetgâh olan ve firak ve zevalde yuvarlanan bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun’-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren bu Kur’ân-ı Azîmüşşanın elbette her harfinde on ve yüz ve bazen bin ve binler sevap bulunması; ve bütün cin ve ins toplansa onun mislini getirememesi; ve bütün benî âdemle ve kâinatla tam yerinde konuşması; ve her zaman milyonlar hâfızların kalblerinde zevkle yazılması; ve çok tekrarla ve kesretli tekraratıyla usandırmaması; ve çok iltibas yerleri ve cümleleriyle beraber çocukların nazik ve basit kafalarında mükemmel yerleşmesi; ve hastaların ve az sözden müteessir olan ve sekeratta olanların kulağında mâ-i zemzem misilli hoş gelmesi gibi kudsî imtiyazları kazanır. Ve iki cihanın saadetlerini kendi şakirtlerine kazandırır.”
Kur’an bizi geçmiş zamanlara götürüyor, sinema perdeleri gibi perde değiştiriyor.
Eleştirmek bir sanattır, bir edebiyat öğretmeni milletin içinde telefonu uzatıyor, işte bak yok öyle bir şey. Bütün huzursuzluğum bu arkadaşların içindeki zihinleri yetmemekten doğan yersiz eleştiriler. Kur’an’ın şahıs örgüsü var, peygamberler, sinema ve tiyatro ve romandaki gibi kötü şahıslar, bed men var. Firavun, Haman, vs. tiyatro da şahıslarla oynanıyor, sinemadan farkı sahne sayılarının az olması. Bediüzzaman ortaçağ kafası değil, geleneksel kafa da değil, ama batının sanata hizmet eden teknik başarılarını eserlerinde kullanıyor. Fonograf diyor, sinematograf diyor, insan gözünü sinematografa benzetiyor. Sinema ile ilgili imajları kimsede yok ama talebeleri metinlere hakimiyet konusunda farklı oldukları için böyle durumlar oluyor. Yıllardır yerinde sayan sahanın hakim metinlerine tarihine hakim olmayan insanlar bir arada müfettiş nazar olmadan bir şeyler söylüyor. Falan abiye intisap, filanın damadı olmak mı gerekiyor etkin olmak için. Ben Bediüzzaman ile ilgili en az iki bin sahife yazdım yazmaktayım, benim gibi bir sanat edebiyat eleştirmeni, Kur’an ve Risale münekkidi yok, varsa çıksın televizyonda konuşalım. Ben Yeni Türk edebiyatı konusunda şu anda benim kadar eser vermiş insan yok, kendimden bahsetmek istemiyorum, beni benim arkadaşlarım tanımaz ki, ben farklı grupların içinde olsaydım farklı olurdum ama olsun Bediüzzaman bana yeter gerisi ne olursa olsun.
İstanbul’da dört değişik alanda çalışmalar ve tasarı çalışmalar konuşuldu, ama açık olan kimsenin çalışmadığı çalışmaların yetersiz mi yoksa az mı olduğu bir konu. Lütfen beyler çalışalım, lütfen çalışma disiplini olsun. Bediüzzaman’dan herkes bir yol, bir konu, bir tema seçsin onda derinleşsin. Kimi fizyoloji, kimi psikoloji, kimi matematik, geometri, anatomi o kadar çok şey var ki. Bu pencereleri açan adam bize siz bunları bir iken on, yüz, bin yapın diyor. Darılmayın ama çalışmıyoruz. Bak Bediüzzaman’a neler yapmış neler? Sağlıcakla, disiplinli çalışmalara. Bu tür toplantıları yapanlar dışardan editoryal insanlar bulsunlar, biz bize olunca herkes istediğini söylüyor ama biri dışardan bakmalı. Değil mi? Bu kadar üniversel tahsil yapmış insan, neler yapmaz neler. Bir tane biyografik roman okumamış, bir tane eleştiri tarihinden eleştiri okumamış, bir tane biyografi okumamış insan nasıl çalışabilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.