Siz ancak Müslüman kimseler olarak can verin!
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Sûresi 101-104. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
101-Ve siz, Allah’ın âyetleri kendinize okunurken, hem içinizde peygamberi varken, nasıl inkâr edersiniz?(1) Artık kim Allah’a (O’nun dînine) sımsıkı tutunursa, böylece muhakkak dosdoğru bir yola hidâyet edilmiştir.
102-Ey îmân edenler! Kendisinden nasıl sakınmak gerekiyorsa, Allah’dan öyle sakının (2) ve siz ancak Müslüman kimseler olarak can verin!
103-O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın!(3) Hem Allah’ın size olan ni‘metini hatırlayın! Hani (siz) (birbirinize) düşmanlar idiniz de (Allah) kalblerinizin arasını (İslâm ile) birleştirdi; böylece O’nun ni‘meti sâyesinde kardeşler oldunuz. Hem ateşten bir çukurun kenarında (küfür içinde) idiniz de sizi oradan kurtardı. Allah, size âyetlerini böyle açıklar, tâ ki hidâyete eresiniz.
104-O hâlde içinizden, hayra da‘vet eden ve iyiliği emredip kötülükten men‘ eden bir topluluk bulunsun! Ve işte kurtuluşa erenler, ancak onlardır.
---
(1)“Şimdi, şu Zâtın delâil-i sıdkı ve berâhîn-i nübüvveti (doğruluğunun ve peygamberliğinin delilleri) yalnız mu‘cizâtına münhasır (mu‘cizeleriyle sınırlı) değildir. Belki ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef‘âli, ahvâl ve akvâli (fiilleri, hâlleri ve sözleri), ahlâk ve etvârı (tavırları), sîret (ahlâk) ve sûreti (görünüşü), sıdkını ve ciddiyetini isbât eder. Hattâ meşhur ulemâ-i Benî İsrâiliyeden (yahudi âlimlerinden) Abdullah İbn-i Selâm (ra) gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sîmâsını görmekle: ‘Şu sîmâda yalan yok, şu yüzde hîle olamaz!’ diyerek îmâna gelmişler.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 3)
(2)Abdullah ibn-i Mes‘ûd (ra), Allah’dan gerektiği şekilde sakınmayı: “O’na âsî olmayıp boyun eğmek, nankör olmayıp şükretmek ve O’nu unutmayarak dâimâ hatırda tutmaktır” diye îzâh etmiştir. (İbn-i Kesîr, c. 1, 304)
(3)“Ey ehl-i îman! Zillet içinde (aşağılık içinde) esâret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilâfınızdan (ayrılığınızdan) istifâde eden zâlimlere karşı, اِنَّمَاالْمُؤْمِنُونِ اِخْوَاةٌ[Mü’minler ancak kardeştirler!] kal‘a-i kudsiyesi (kudsî kalesi) içine giriniz, tahassun ediniz (sığınınız). Yoksa, ne hayâtınızı muhâfaza ve ne de hukūkunuzu müdâfaa edebilirsiniz. Ma‘lûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mîzanda (terâzide) iki dağ birbirine karşı muvâzenede (dengede) bulunsa, bir küçük taş, muvâzenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i îman! İhtiraslarınızdan ve husûmetkârâne (düşmanca) tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner.” (Mektûbât, 22. Mektûb, 97)