Özkan ERDEM
Sosyolojik cemaatsel yanılgılar-1
Tarihsel zaman içerisinde ‘cemaatler ve nur talebeleri’ hakkında toplumda var olan kanı/algı farklı sosyolojik dönemlerde sürekli değişmiştir. Bu değişim zaman zaman pozitif/iyi yönde bir algı şeklinde değişse de, zaman zaman da negatif/kötü yönde bir algı değişimi de söz konusu olmuştur.
Günümüzde mevcut konjonktürel yapı içerisinde de cemaatler ve nur talebelerine yönelik farklı/yanlış algılar söz konusudur. Bu açıdan gerek geçmişten kalıp bu günü etkileyen gerekse bulunduğumuz zaman dilimi içerisinde doğan ‘sosyolojik yanılgılar’ üzerine bir yazı dizisi hazırlama niyeti içerisindeyim. Bu yazı dizisi ‘Nur Talebelerini Doğru Anlamak’ başlıklı yazımın bir devamı olarak da görülebilir. Tabii, yine, maddeler halinde yanılgıları yazıp sonrasında çürütmeye çalışacağım.
Değişik sosyal platformlarda ve girdiğim ortamlarda görebildiğim kadarı ile var olan sosyolojik yanılgılara vira bismillah deyip başlayalım:
1) “Gündemi cemaatler olan ülkeler; içi boşaltılan, hortumlanan ülkelerdir.”
Gerçekten de öylemidir acaba? Bir ülkede cemaatler konuşuluyor ise yahut gündemdeki konular cemaat perspektifinden ele alınıyor ise o ülkenin içi boş mudur? Hortumlanıyor mudur? Yoksa aksine o ülke ahlak-hürriyet-adalet-birlik ve beraberlik bağlamında kalkınıyor, diğer Ortadoğu ilkelerine kıyasen hatta Avrupa ülkelerine kıyasen içi daha dolu olan bir ülke haline mi geliyor? Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de, Suriye’de iç kaos yaşanır iken; Türkiye’de herhangi bir iç çatışmanın olmaması, birlik ve beraberliğin devam etmesi, ekonominin kalkınması, özgürlüklerin artması, kalite standartlarının iyileştirilmesi, ifade özgürlüğü bağlamında yol kat edilmesi, dine saygının artması, İslamiyet’e olan bakış açısının pozitifleşmesi ve artması, din ve dindarlara dil uzatılmaması, herkesin inanç özgürlüğünün korunması, inançlara saygılı olunması, farklı dillere saygının giderek artmasının yanı sıra daha birçok noktada yol kat edilmesinde cemaatlerin ve nur talebelerinin hiç mi payı yok acaba? Ben, yaşanan bu pozitif gelişmelerde/ilerlemelerde pastadaki en büyük payın cemaatsel kitlelerin meydana getirdikleri güçlerden oluştuğunu düşünüyorum. Yani, cemaatlerin değişim oluşturma ve Uhuvvet Risalesi ekseninde bir kardeşlik yahut birlik ve beraberlik tesisi için ortaya koydukları çabaların bir sonucunun yansıması olarak okuyorum. Buna katılır veya katılmazsınız ama ben bu gelişmeleri bu şekilde yorumluyorum. (Tabii Uludere’de yaşanan katliamı da görmezden gelemeyiz. Ülkede bir takım güçler hafiften bir iç çatışma oluşturma emeli peşindeydiler. Ama şükür ki buna muvaffak olamadılar. Olamamalarındaki en büyük engellerden birinin de cemaatlerin olduğunu düşünüyorum. Faili kim olursa olsun, bu katliamı yapanları şiddetle kınamak gerekiyor. Ülkede var olan 75 milyon insanın lisanı ile bu katliamdaki failleri şiddet ve esefle kınıyorum.)
2) Sosyolojik yanılgı olarak gördüğüm ifadelerden biri de şu: “Cemaatler, ateist aile çocuklarının evden kaçıp sığındıkları limanlardır.”
Bu cümleyi sarf edenin niyetinin ne olduğunu tam olarak kestiremesem de benim zihin dünyamda uyandırdığı kadarı ile hem katılıyor hem katılmıyorum. Katıldığım taraf; cemaatlerin kucaklayıcı, sahiplenici, imanı kuvvetlendirici bir yapılanma olarak görülmesidir. Cemaatlerin kimseyi ‘sen ateistsin aramızda ne işin var’ deyip dışlamaması, aksine ‘kim olursan ol, ne olursan ol yine de gel’ deyip kucaklamasıdır. Bu açıdan cemaatler evet birer limandır. Dinlemek için insanların uğradıkları mekânlardır. Din zaten dinlenmekten gelirmiş. Dolayısıyla dinlenmek için uğrayan insanların dine bağlılığı artar, imanı kuvvetlenir şeklinde algılanabilir.
Katılmadığım tarafı ise şu; Eğer cemaatler salt ateistlerin uğradıkları ve dinlendikleri limanlar olarak görülüyor ise, yanlıştır. Hatta cemaatlerin sadece imanı olmayanlara imanını kazandıracak ya da sadece imanı kuvvetlendirici mekânlar olarak algılanması da yanlıştır. Çünkü cemaatlerin sosyal yönleri de var ve bu yönleri basite indirgeniyor veya ihmal ediliyor demek olur, eğer cemaatler sadece ateistlerin sığındığı limanlar olarak algılanırsa. Hatta bu tür bir düşünce cemaatler ile ateist gruplar arasında bir çatışma kültürünün oluşmasını da sebebiyet verebilir. Çünkü ateistlerde kendi kitlesel ve sosyolojik güçlerinin cemaatler tarafından kontrol altına alındığı düşüncesini oluşturabilir. Bu açıdan cemaatleri sadece ateistlere bakan yönü ile algılayıp dillendiren zihniyetlerin yanlışlığını düzeltmek gerekiyor. Cemaatler her kesime, ister dindar olsun ister dine dost ve arkadaş olsun, ister hatta tenkid fikri ile olsun kapılarını açar. Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri de henüz hayatta iken kapılarını kendisini inkar etme fikri ile yanına gelenlere dahi açmış hatta onlardan bir kısmının talebelik unvanı ile şereflenerek ayrılmalarını sağlamıştır. Bu açıdan Bediüzzaman’ı rol model alan nur talebeleri ve cemaatler de kapılarını herkese açmış bulunmaktadır. İsterse bu ülkede darbe yapmış bir general dahi olsun, Risaleler’den istifade niyeti ile geliyor, ıslah olmak istiyor ise cemaatlerin o generali dışlaması söz konusu bile olmaz. Risaleler’den istifadesi, ıslahı için ne gerekiyor ise ellerinde gelenin en iyisini yaparlar. Bunu bütün cemaatlerin yapacaklarından hiç şüphem yok açıkçası.
3) “Birçok gazetecinin/yazarın tutuklandığı dönemlerde nedense hiç cemaat gazetelerine ait gazeteciler ve yazarlar tutuklanmamıştır.”
Bu da toplumda var olan çok büyük bir sosyolojik yanılgıdır. En özgür dönemlerde dahi, cemaat mensuplarının ve farklı cemaatlere ait gazete çalışanlarına gözünün üstünde neden kaş var diyerek tutukladıklarını, yargıladıklarını cümle âlem bilir. Bazı gazetecilerin çok donanımlı ve bol imkânlı mekânlarda hapsedilmesine karşın cemaat kimliği bulunan gazeteci ve yazarların tutuklandığı zamanlar en ağır şartlarda ve kötü imkânlar eşliğinde hapsedildikleri de bir gerçektir. Hatta, ben, cemaat kimliği bulunan gazetecilerin ve yazarların eksi 30-40 derecede suyun bile buz olup donduğu o zor şartlarda hapsedilen Bediüzzaman Said Nursi gibi ağır şartlar altında tutularak ıslah(!) edilmeye çalışıldıklarını düşünüyorum. Bundandır ki bir cemaatsel kimliğe sahip bir gazeteci/yazar tutuklandığında en mahrum bölgelerde, en zor şartlarda, en kısıtlı imkânlarla tutulmaya çalışılır. Ayrıca Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi madem ‘edipler edepli olmalı’ ve madem edebi en çok takınanlar cemaat mensubu gazeteciler olduğuna göre, sahi neden en çok onlar tutuklanıyor ve en ağır cezalara çarptırılıyor? Ülkede edep ve ahlak endeksli bir dilin tesisi için en özgür bırakılan yazar ve gazetecilerin cemaatsel kimliğe sahip yazarlar/gazeteciler olması gerekmez mi? Hal böyle iken, kalkıp, gerek davranışsal gerekse fikirsel bazda en demokratik ve en çok hürriyet taraftarı oldukları iddiasını taşıdığım cemaatsel gruplara mensup gazeteci ve yazarların tutuklanmadığı ve özgür bırakıldıklarını iddia etmek kimi ne derece inandırabilir sizce?
Ülkenin birlik ve refahı için en çok çalışan grup olma hüviyetine sahip cemaatlerin en çok eziyet görmesi, en çok dışlanması hangi hukuk devletinde, hangi yasalarda, hangi vicdani ahlak ilkelerinde bir karşılığı olabilir acaba?
Not: Uzun bir seri şeklinde devam ettirmeyi planladığım bir yazı dizisine böylelikle bir giriş yapmış olduk. Haftaya Cuma günü kaldığımız yerden sosyolojik yanılgılara, nasipse devam etme niyetindeyiz. Haftaya tekrar bu satırlardan görüşünceye dek Allah’a emanet olun. Selamlar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.