Stephen Hawking gibi bilim adamları niçin ateist oluyorlar?
Hawking gibi zeki insanların ateist olmaları beni tereddüde düşürüyor. Bu bilim adamları niçin ateist oluyorlar?
Hawking gibi bilim adamlarının 'Tanrı'yı inkar etmeleri gayet normaldir. Çünkü onların Tanrı'sının kâinatı idare edecek gücü yoktur.
Tahrif edilmiş, yani insanlar tarafından büyük oranda değiştirilmiş olan Hristiyanlıkta üçlü İlah anlayışı hâkimdir. Bunlar; Baba, oğul ve kutsal ruhtur. Böyle üçlü bir ilah anlayışıyla kâinatın idaresi, bilim adamlarını tatmin etmemektedir.
Tabii iş bununla da bitmemektedir.
Hristiyanlar da İslamiyet’te olduğu gibi, Allah’ın rahmet, inayet ve iyilik sahibi olduğu kabul edilir. Böyle insanların iyiliğini isteyen bir ilahın ölüm, hastalık gibi istenmeyen musibetleri niçin verdiği sorusuna da onların din adamları olan papazlar; Yaratıcının bu kötülükleri istemediğini, ama o kötülüklerin, o yaratıcının haberi olmadan tabiat ve tesadüfün eseri olarak kâinata girdiğini ileri sürerler.
Şimdi böyle bir ilah anlayışı kimi tatmin eder?
İşte bilim adamlarının çoğunun inkâr ettiği, kabul etmediği ilah, gerçek yaratıcı değil, onların kendi âlemlerinde kabul ettikleri her şeyden aciz, hiçbir şeye gücü yetmeyen bir ilah anlayışıdır.
Onlar, İslam dini aleyhindeki menfi propagandanın tesiriyle, maalesef İslam’ın İlah anlayışından da mahrumdurlar.
Kısacası, İslâm dininden istifade etmeyen Batı dünyasında düşünür sayısı kadar İlah anlayışı vardır.
Kâinatı yaratan ve idare eden İlah hakkında bu kadar karışık bilgi kirliliğinden dolayı, Hawking gibileri böyle bir İlah inancı tatmin etmediği için inançsızlığı, yani ateizmi seçmişlerdir.
Onların âleminde artık bir yaratıcı yoktur. Her şey tabiatın veya tesadüfün eseridir ve kendi kendine meydana gelmektedir.
Sinek bir bardak suyu okyanus zannedermiş
Hawking; “Artık Tanrı’nın bildiğini biliyoruz. Tanrıya gerek yok.” demişti. Böyle bir ifade şeytanın küfrünü de geride bırakan bir inkâr sözüdür. Şeytan Allah’ı inkâr etmiyordu. O kendinin Hz. Âdem’den daha üstün olduğunu iddia etmişti.
Sinek bir bardak suyu okyanus zannedermiş. Hawking bu sözüyle kendisini sinekten daha aşağı bir duruma düşürmüştür.
Şimdi Hawking’in bilgisini tahmin edelim. Onun bilgisi bin sayfalık bir ansiklopediyi ancak doldurur. Biz ona fazlasını verelim. Mesela Hawking’in bilgisi on bin sayfalık bir ansiklopediyi dolduracak kadar olsun.
Allah’ın bilgisi ise sonsuzdur. Bu sonsuzu anlamak için şöyle bir misal verebiliriz:
Yeryüzü genişliğinde bir ansiklopedi farz edin. Bunun yüksekliği de buradan güneşe kadar, yani yaklaşık 150.000.000 kilometre olsun. Kabul edin ki bu ansiklopedi hep bilgi ile doludur.
Bu kadar bilgiyi sonsuzdan çıkarsanız geriye ne kalır? Yine sonsuz kalacaktır. Ne kadar bilgiyi sonsuzdan çıkarırsanız çıkarın yine geriye kalan sonsuzdur.
İşte bu misal Allah’ın sonsuz ilmine bir pencere açmaktadır.
Değil Hawking’in bilgisi, Hz. Âdem’den kıyamete kadar gelecek bütün insanların bilgileri toplansa, Allah’ın bilgisinin yanında okyanustan bir damla kadar dahi olamaz.
Aynadaki güneşin görüntüsü aynanın içinden olmadığı gibi, insandaki görünen bütün vasıflar, özellikler ve güzellikler de hep Allah’tan gelmektedir, O’nun isimlerinin yansımasıdır.
Ayna, kendisinde görünen güneş ışığını, kendisine ait diye gururlanamayacağı gibi, insan da kendisinde tecelli eden ve yansıyan Allah’ın Âlim isminin tecellisine kendi ilmi olarak sahiplenemez, bunda hakkı yoktur.
Allah o isminin tecellisini bunlardan alıverse, evin yolunu dahi bulamayacak olan bu insanlar kendilerini dev aynasında görüyorlar.
Kendisini tekerlekli sandalyeden kurtaramayan adamın İlahlık dava etmesi
Kendisini İlah yerine koyarak, “Biz artık Tanrı’nın bildiğini biliyoruz” diyen, hastalıklı bedeniyle sandalyeye mahkum, kendisini bu halden dahi çıkarmaya gücünün yetmediğini düşünemeyen, bu haliyle; “Ben kılıcımla yıldızları yere düşürürüm.” diyen bir çocuğun durumuna düşen Hawking’in ne kadar maskara olduğu ve cahilce bir söz ettiği ortadadır.
İsteyen Hawking’i kendisine rehber edebilir ve arkasından gider.
Hawking gibi bilim felsefecileri İslâm’ın Allah kavramını samimi olarak anlamaya yönelmedikleri müddetçe de doğruyu bulamayacaklarını, Allah Kur’an’da pek çok ayette bildiriyor.
Cenab-ı Hak böyle bilim adamlarını, ateş yakarak etrafındakileri aydınlatan, fakat kendisi karanlıkta kalan, hakikati göremeyen sağır, dilsiz ve kör kimselere benzeterek şöyle buyurur:
“Allah onlara mühlet verir. Onları azgınlıkları içinde bocalar halde bırakır. İşte bunlar o kimseler ki, hidayetin yerine dalaleti satın almışlardır. Ve hidayete erememişlerdir. Böylece ticaretleri kâr etmemiştir. Onların misali, ateş yakan kimsenin haline benzer. Vaktaki ateş etrafındakileri aydınlatınca, Allah da onların nurlarını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık onlar dönemezler.”(Bakara, 2/16-18)
Bir başka ayette de yine Cenab-ı Hak onların gözlerinin üzerine perde çekildiğini ve artık hakikatleri göremediklerini şöyle beyan buyuruyor:
“Onları uyarsan da uyarmasan da iman etmezler. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Ve onların gözlerinin üzerine de perde çekmiştir.” (Bakara, 2/6-7)
Demek ki Allah’ı inkâr edenler, inatlarından dolayı Allah’ı tanımak istemiyorlar. Niyetleri Allah’ı bilip tanımak değil, O’na isyan etmek, karşı gelmektir. Onlar bu halleriyle şeytanı da geride bırakıyorlar. Allah da onların o kötü niyetlerine karşılık onların kulaklarını ve kalplerini mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiştir.
İslâmiyet’in ilah anlayışında Allah sonsuz güç, irade ve kudret sahibidir. Kâinattaki bütün icraat ve tasarruflar her an O’nun kontrolündedir. Hiçbir iş ve hiçbir fiil O’nun izni ve iradesi olmadan meydana gelemez. Her şeyi bizzat idare eder. Bir iş bir işe ağır gelmez.
Nasıl ki, güneş yedi rengi, ısısı ve ışığıyla yeryüzündeki bütün yaprak ve bitkilerle münasebettedir. Güneşi hayat sahibi kabul etsek, yedi rengi de onun, görme, işitme, konuşma gibi sıfatları olsa, bir anda bütün bitkilerle konuşabilir, her birisinin sesini birden işitir, bütünü birden görürdü. Biri diğerine mani olmazdı.
Madem Allah’ın bir mahlûku olan güneşte bu özellik var, elbette sonsuz güç ve kudret sahibi Cenab-ı Hakk’a göre;
- Bütün mahlûkatın idaresi bir atomun idaresi gibi,
- Bütün varlıkların yaratılması ve onların seslerinin işitilmesi bir atomun yaratılması ve sesinin işitilmesi gibi
O’na kolay ve rahattır.
Hawking böyle bir ilah anlayışından mahrum olduğu için, kâinatın idaresini Allah’a veremiyor. Allah hakkında böyle gerçek telakkiye sahip olsa, elbette o da atomdan galaksilere kadar her şeyin Allah’ın ilim, irade ve kudretiyle olduğunu tasdik edecektir. Vücudunda yaklaşık yüz trilyon hücrenin her birisinde bir saniyede üç bin değişik reaksiyonu geçekleştirenin de Allah olduğunu kabullenecektir.
İnsan, Rabbini nasıl tanır?
İslâmiyet’in ilah tanımında Allah (cc), yarattıklarından hiçbirine benzemez. Ancak gördüğü, bildiği şeylerle düşünen insan, Allah’ı kendi bilgisiyle tanıyamaz; bundan dolayı Allah’ı bizzat kendisini tanıttığı vahyinden öğrenebilir.
Allah (cc), insana Rabbini tanıyabilmesi için ölçücükler vermiştir: insan;
- Kendi bilmesiyle Allah’ın bilici olduğunu,
- Kendi şefkatiyle Allah’ın şefkatli olduğunu,
- Kendi affediciliğiyle Allah’ın affedici olduğunu anladığı gibi;
- Kendi faniliğinden Allah’ın bâki, sonsuz olduğunu,
- Kendi acizliklerinden Allah’ın acizlikten uzak olduğunu anlar, kendisini ve kâinatı yaratıp idare eden Rabbini tanır.
Ancak yine Allah’ın bildirdiği gibi, Allah (cc) yarattığı hiçbir şeye benzemez. Öyleyse Allah’ın bilmesi, insanın bilmesi gibi değildir; aynı şekilde, idare etmesi, şefkat etmesi, görmesi, işitmesi, yaratması, irade etmesi ve bütün fiilleri de bizim fiillerimize benzemez, kendisine mahsustur.
Allah (cc), sonsuz güç, kudret ve irade sahibidir. Kâinattaki bütün icraat ve tasarruflar her an O’nun kontrolündedir. Hiçbir iş ve hiçbir fiil O’nun izni ve iradesi olmadan meydana gelemez. Her şeyi bizzat idare eder. Bir iş bir işe engel olmaz. Zaten Allah’ın idaresi ve kontrolü, sevk etmesi olmasaydı, her şey hiç olurdu…
Demek ki, fen ve felsefe sahasında fazla bilgili olmak, mutlaka Allah’ı bilmeyi gerektirmiyor.
Allah ise, insanlardan değil, bizzat kendi ayetlerinden ve Elçisinden (asm) öğrenilebilir. Buna iman nuru denilir.
Bu nurdan mahrum olanlar, ya da bu nurdan yeterince nasibini alamayanların Allah’ı tanıması mümkün değildir. İman nuruna kavuşmanın başlıca şartı da kulun kendi iradesiyle bunu istemesidir. Bundan sonra Cenab-ı Hak, o insana bu iman nurunu ihsan edecektir.
Sorularla İslamiyet
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.