Himmet UÇ
Şükür Risalesi ve Sure-i Rahman iç içe anlatım
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan tekrar ile
اَفَلاَ يَشْكُرُونَ.. اَفَلاَ يَشْكُرُونَ.. وَسَنَجْزِى الشَّاكِرِينَ
لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَزِيدَنَّكُمْ - بَلِ اللهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ
gibi âyetlerle gösteriyor ki, Hâlık-ı Rahmân‘ın, ibâdından istediği en mühim iş şükürdür. Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre davet eder.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır." (Bakara 164)
Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzip ve inkâr suretinde gösterip, فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ fermanıyla, Sûre-i Rahmân’da şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa şu âyetle tehdit ediyor, şükürsüzlüğün bir tekzip ve inkâr olduğunu gösteriyor.”
Hem nimete saygı göstermemek, onun bize gelinceye kadarki gösterilen itina ile hazırlanmasını ona karşı soğuk ve kayıtsız davranmak, yalanlamak, hele bir de nimeti verene karşı saygısızlık, yalanlamak yani tekzib anlamına geliyor. Çünkü bize gelen en küçük nimetler bile kainat ve küre-i arz fabrikasının amansız çalışmasıyla meydana geliyor. Bu tutum Allah’a saygısızlık ve nimetine itibar etmemek anlamına geliyor. Bu yüzden Sure-i Rahman'da otuz bir kere yalanlayanlara karşı hiddetli davranıyor.
“Evet, Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor.”
Yaratılışın sonucu insansa koca yaratılışı insana musahhar eden güce, bu kadar emeğe şükür ile mukabeleyi insanın onuru gereği istiyor yoksa kendine kazandırdığı bir şey yok ama en küçük şeye eğilen, teşekkür eden insan bu kadak harika bir sayısız varlığın kendine dönük çalışmasının sonucu olan yeryüzü ve nimetlerini saygısızlıkla, körlükle değerlendirirse elbette Allah ona karşı hiddetini bir ayeti otuz bir defa tekrar ile ortaya koyuyor. Çünkü tekrar teyid içindir, bir kere söylemek yeterken otuz bir defa söylemek nankörlüğün derecesinden dolayıdır.
“Öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür.”
Kainat da okunması gereken büyük bir kitaptır. Kainattaki vaka ve nesnelerin dizilişi insana dayanıyor. İnsan da kendine gelinceye kadar ki muntazam meyvedar dizilişi şükür ile karşılamalıdır. Yaratılış açısından en mühim olan bu şükürdür, onun dışındakiler onun kadar öneme haiz değildir.
“Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor.”
Bediüzzaman bu teşkilatı yani herşeyin yerli yerine faydalı bir şekilde yerleştirilmesini şükürde noktalıyor. Bu yüzden şükür kendinden önceki bütün teşkilata bakıyor onları anlamlandırıyor, abesiyetten kurtarıyor.
"Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür.”
İnsan yaratılış ağacının meyvesi ise o meyve yani insanın şükrü de en mühim sonuçtur.
"Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.”
Kainat fabrikası şükrü taleb eder şekilde dizayn edilmişse, ona gelinceye kadarki herşey şükrü netice vermelidir
Sadece sure-i Rahman'da değil başka surelerde de yalanlama büyük bir anlayışsızlıktır.
“Vay o gün yalanlayanların haline" anlamına gelen ayet Mürselat suresinde 10 defa, Mutaffifin suresinde 1 defa Tur suresinde de "feveylün yevme izin lil mükezzibin" biçiminde bir defa geçmektedir. Bu kadar tekrar edildiğine göre Allah'ı, O'nun nimetlerini yalanlayanların hali ahirette çok fena olacaktır. Allah muhafaza buyursun.
Errahman suresi 78 sekiz ayetinde Allah’ın nimetlerini sayar ve sıralar, insana gösterir, gözlem mahsülü ayetlerle. Bunların arasında 31 kere yalanlayanları eleştirir, takbih eder.
Bediüzzaman bu suredeki bütün nimetleri gerek müşahhas nimetler gerek dizilişteki meyvedar vaizeyetlerin hepsini eserlerinde müteaddid yerlerde anlatmıştır. Biz bu iç içeliği biraz hissettirmeye çalıştık bu tedkikatımızla.
Bismillah Rahman ve Rahim isimlerinden oluşur. Bu iki isim Bismillahirrahmanirrahim ile insanı arşa taşır bir asansördür. Onun ipiyle Allah’ın huzuruna gelir ve sohbeti başlar. Fatiha suresi ile onu över. Bunu kendi ifade eder.
"Bismillâhirrahmânirrahîm cümlesi, Risale-i Nur’un On Dördüncü Lem’asında beyan edildiği gibi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattır.”
Bediüzzaman, Allah’ı anarken nasıl büyük bir aristokrat dil ile konuşur, Allah deyip geçmez. Rahmanın ihsan sergilerini ve ziyafetlerini anlatır. Rahman kelimesinden çok farklı cümleler kurmuştur. Bediüzzaman bu sürenin azametine parelel bir anlatım ve farklı imajlar ve cümleler kullanmıştır.
Dünya bir “Rahmani iaşe ambarıdır.” Rahmandan ne kadar farklı bir cümle ortaya koymuştur.
Bir imaj da “Misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır” cümlesidir. Misafirhaneyi Rahmaniye orijinal değil mi?
Burada yine Rahmaniyetle beraber insana sunulan sofraları nazara verir.
“Rahmâniyet ve rezzâkıyet ve rahîmiyet ve kerîmiyet sofralarını sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle Hüve’z-Zâhir ismini, meyveleri, çiçekleri, taamları sayısınca lisanlarıyle gösterir.”
Kelimelere sıkışmış dini ne kadar harika cümlelerle anlatır.
Kainat ismi Rahman mucibince bir “mescid-i Rahmânîdir ki, herbir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah, bir Mâbud-u Bilhak, o kitab-ı kebîrin mânâlarını ders verir.”
Kainat ve küreyi arz... Bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun’-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup nev-i beşere ve cin ve meleğe gösterir. Kainat bir Rahmani şehirdir, Rabbani sanat eserlerinin teşhir yeridir. Böylece Bediüzzaman bu asrın insanlarına dini elle tutulur imaj ve cümlelerle anlatır. Daha ne yapsın.
Rahman kelimesi ile kurulmuş sayısız denecek kadar cümle vardır, bu da onun nasıl Ayet-i celilelerle konuşmak ve onların manalarını daha elle tutulur hale getirmek yüksek gayretini gösterir.
Bediüzzaman ünlü Münacaat isimli eserinin sonunda duanın Allah’a arzında kusuru varsa bu konuda özür diler.
“Kurân’dan ve münâcât-ı Nebeviye olan Cevşenü’l-Kebîrden aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-ı Rahîmimin dergâhına arz etmekte kusur etmişsem…”
Münacaat isimli eseri ilimle ayetler arasında parelellikler kurarak tasarlanmış ve uygulanmış bir dua harikasıdır. İlimler ile varlıkların fonksiyonlarını ortaya koyup sonra onların Rabbine konuyu duaya dönüştürüp sunmak, bu bizim dua geleneğimizde bir yeniliktir.
Kur’an bir fermandır, değişmeyen, her asırda hükmü canlı ve geçerli.
“Ferman-ı Kurân ve üstündeki turra ise, icâzına işarettir.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.