Sungur’dan ihtilal hükümetine Risale-i Nur dilekçesi
Araştırmacı Mustafa Köfkeci Sungur ağabeyin 5 sayfalık dilekçesini yıldönümü nedeniyle Risale Haber’le paylaştı
Risale Haber-Haber Merkezi
27 Mayıs ihtilalinin ardından Milli Birlik Komitesi dini eserlere el konulması ve imha edilmesi planlarını yürürlüğe koyar. Bunların arasından en birinci hedef Risale-i Nur’lardır. O günlerin gazetelerine de yansıyan haberlerde sahafların bile arandığı ve gerici yayınlara el konulduğu yer alır.
18 Şubat 1961 tarihli Milliyet gazetesinin haberi şöyle: “Sahaflar Çarşısında yine arama yapıldı. Sahaflar çarşısında kitapçılık yapan Adnan isminde bir şahıs dün Siyasi Polis tarafından nezaret altına alınmıştır. Bu şahsın dükkanına yapılan bir baskında külliyetli miktarda gerici mahiyette kitap bulunmuştur. Kitapların ekserisinin Said-i Nursi’nin eserleri olduğu açıklanmıştır. Hadise hakkında tahkikat derinleştirilmektedir.”
Olayların artması üzerine Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mustafa Sungur ağabey “II. Cumhuriyetin Erkan ve Azalarına” hitaben 5 sayfalık dilekçe yazar. Araştırmacı Mustafa Köfkeci Sav kasabası Risale-i Nur talebelerinden ve Lâhikalarda ismi geçen merhum Hacı Ahmet Avşar’dan intikal eden merhum Mustafa Sungur ağabeyin Ankara’da kaleme aldığı 5 sayfalık dilekçenin orijinal bir nüshasını dilekçenin yıldönümü nedeniyle Risale Haber’le paylaştı.
İşte Sungur ağabeyin 5 Mayıs 1961 tarihli dilekçesi:
İKİNCİ CUMHURİYETİN ERKÂN VE AZALARINA
Özü: Müteaddit Ağır Ceza Mahkemelerinin beraat kararı itibara alınmayarak dini eserler hakkında verilen imha ve müsadere emrine itiraz ve şekvadır.
Vatan ve milletin saadeti ve istikbalimizin selâmeti noktasında son derece mühim bir hakikatİ arz ediyorum. Aciz bir vatandaş olarak ibraz ettiğim hakikatin sabırsızlıkla nazar-ı ehemmiyete alınması lâzım geldiği kanaatindeyim. Çünki sizler, madem Türk vatanının ve Türk milletinin idaresini üzerinize almışsınız, elbette bu necip millet ve mübarek vatanın tarihinin, hayatının ve istikbalinin temel taşları hükmünde olan ebedi gerçekleri nazar-ı dikkate alırsınız. Şöyle ki:
Bu memlekette, öteden beri gerek bazı matbuat tarafından, gerek bazı şahıslar tarafından ileri geri fikirler söylenen Risale-i Nur ve Nur Talebeleri mevzu hakkında salâhiyettar makamlardan müsbet ve kat’i malumat almış olmaklığınıza rağmen, İslamiyet ve Kur’an düşmanı olan bazı gizli unsurların uydurma isnatları tahriki ile menfi bir kanaat husule getirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu hususta adeta hakikati zıddıyla ittiham etmek gibi garip bir tezada düşüldüğü görülmektedir. Bu ifadeleri size takdim eden ben, yıllarca Risale-i Nur’u okuyarak, yazarak neşriyatta bulunan ve merhum Said Nursi’nin yanında uzun müddet hizmet eden ve Risale-i Nur mevzuunun esasına her cihetle aşina olan bir fert olarak maruzatta bulunuyorum:
Son günlerde edindiğim malumata göre: Erkan-ı hükümetin ve komite üyelerinin haberi olmadan bir iki şahsın hareketleri ile vatan sathına tamim edilen bir karar üzerine (bir kaçı müstesna) bütün dîni kitaplarla birlikte Risale-i nur eserlerinin müsadere ve imhasına gidildiği esefle işitilmiş bulunmaktadır. Üzerime terettüp eden vicdani, insani ve İslami bir vecibe telakkisiyle bu hareketin kanunsuzluğunu ve hakikat-ı hâli olduğu gibi sizlere arz etmeğe mecbur kaldım.
Malumdur ki; Risale-i Nur namındaki yüzotuz parça dini eserler kırk seneye yakın bir zamandan beri Türk vatanında intişar etmektedir. Hatta meşrutiyetin devrinde de bu eserlerin asılları Türkçe ve Arapça neşredilmiştir. Risale-i Nur’un te’lifi ile intişara başlamasından on sene sonra 1934 senesinde Eskişehir, 1944’de Denizli, 1948’de Afyon Ağır Ceza Mahkemelerinde Nur Talebeleri ve Nur Risaleleri hakkında yapılan duruşma, tahkikat ve tetkikatlar beraatla neticelenmiştir. Bundan sonra 1950’den 1960’a kadar Türkiye’nin otuz-kırk mahkemesinde yine bu eserler hakkında duruşmalar ve tahkikatlar yapılmış, her vilayette, kaza ve nahiyelerde tahkikler ve incelemeler cereyan etmiş… Netice itibariyle otuz-kırktan ziyade beraat, iade ve men-i muhakeme kararları ile Risale-i Nur eserlerinin, Dünya ilim, irfan ve hakikat muvacehesinde, son derece takdire değer ve Kur’ani eserleri ihtiva eden, memleket ve milletin terakkisine ve saadetine medar, iman ahlâk ve fazilet umdelerini yerleştiren, vicdanlarda ilâhi ve dini müeyyideleri tahkim eden, cemiyetin ve hali hazır insan cemaatlerinin mânevi yaralarına merhem olacak esasları havi bir tefsir-i Kur’an mahiyetinde olduğu tespit ve tebeyyün etmiş bulunmaktadır. Bu kararların bir kısmı temyizin tasdikinden geçerek kaziye-i muhkeme haline gelmiştir. Ağır ceza mahkemelerinden başka muhtelif emniyet dairelerinde yapılan taharri ve tetkiklerden Risale-i Nur Talebelerinde de hiçbir menfi hususa rastlanmamıştır. Bilakis daima müspet hareketler müşahede edilmiştir. İşte bunlar gibi bir sürü müspet vesikalar ve delillerle sabit olmuş ki;
Risale-i Nur eserleri, İMAN ve İSLÂMİYETİ asrımızın idrakine münasip isbat ve telkin eden, akıl, kalp ve ruhları ihtizaza getiren ve teali ettiren, medeniyet-i Kur’anın âlemde galebesine yol gösteren ve teşvik eden çok mümtaz eserlerdir.
Risale-i Nurların sayısız okuyucuları ve eserleri neşredenler ise; geçen kırk senedeki hadise ve cereyanların hiç birisine karışmamaları ve hiçbir vukuat zabıtaca kayd edilmediği delâletiyle ve o okuyucular bulundukları her yerde en müstakim, en faziletli olmaları şahadetiyle, müsbet anlayışı ve doğru hareket edici bulundukları zahir olmuştur. Ve daha bunun gibi pek çok belki binler delil, şahâdet ve vesikalar ibrazı ile görülüyor ki;
Risale-i Nur eserleri ve bu eserleri okuyanlar asla menfi zararlı olmayıp, bilakis çok faydalı ve müstakim, hem son derece menfaatli ve memleket ve milletin ebedi medar-ı iftihar şerefini, tarihi mefharetini devam ettiren hak ve hakikat yolcularıdır, rehberleridir.
Ayrıca 27 Mayıs’tan sonra da bir çok idari ve adli merciler tarafından yapılan tahkikat neticesinde de Risale-i Nur eserlerinde ve okuyucularında hiçbir menfi hal görülmeyip, bi tamamiha beraat verilmesine rağmen, maalesef şimdi haber alıyoruz ki: bir Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği tek bir karara dayanarak, hem Risale-i Nur eserlerinin hem de bir kısım muteber din kitaplarının müsadere ve imhasına dair Dahiliye Vekâletince bir karar ittihaz edilmiş ve memleketin her tarafına tamim edilmiştir.
Bu tamimde yıldızname, saatname, Karınca Duası, Hamail, resimli Muska, çevirgel duası, Vasiyetname, Uğru Abbas gibi bir kısım muska gibi kitaplarına bir diyeceğimiz yok. Fakat bunlar meyanında 25-30 senedir Din âlimleri ve Türk Mahkemeleri tarafından tetkik edilmiş ve beraat kararlarını almış Sözler, Lem’alar, Mektubat, Asa-yı Musa, Mesnevi-i Nuriye gibi Risale-i Nurlar ve Şerh-ül Kavaid, Halebi Tercümesi, Akaid-i Hayriye, Kenz-ül İrfan, Şurut-u Selat, Tecvid-i Karabaş, Kudurî, Amentü Şerhi, Usul-ül Akaid gibi İslâmın akaidine ve fıkhına mütedair İslâm ulemâsı beyninde muteber kitapların da toplatılıp imhasına karar vermek ve bu kararı bütün idari makamlara tamim etmek İslâm dinine ve İslâm din kitaplarına büyük bir darbe olduğu ve yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bu milletin mukaddesatını çiğneyerek, milleti devlet idaresinden tenfire en büyük bir sebep olduğu müşahede edilen kat’i bir hakikattır. Tamim edilen bu yazının mahiyeti o kadar acı ve hazindir ki: Tarih-i İslâmda hilaf-ı hakikat ve ağlatıcı böyle bir hadise belki görülmemiştir.
Çünkü; hakikat, uzun senelerin tetkikat ve tahkikatıyla güneş gibi aşikâr olduğu halde; ve idare ve adli mercilerin bu kadar müsbet karar ve tetkiklerine rağmen ufak bir bahane ile imha ve müsadereyi havi böyle bir yazı ve bunun vahim neticeleri olarak da yer yer her tarafta dini eserlerin imhasına çalışılması; elbette tarihte ender görülen ve İslâm tarihinde eşine rastlanmayan çok acıklı ve hazin bir hadisedir. Fırsattan istifade etmekle bu necip millette İslâmiyet hakikatını ve Kur’an nurunu söndürmek isteyen gizli bir zihniyet ve anarşist ruhlar, iftira ve tahriklerle, Türk tarihine, Türk’ün milyarlar kahraman şerefli ecdadının kutsi hatıralarına, Türk vatan ve milletine, istikbal nesillerinin selâmetine en büyük darbeyi bu suretle vurmak istiyorlar.
İkinci Cumhuriyetin Sayın Erkân ve Azaları !..
Elbette sizler, Türk milletini seversiniz Terakki ve saadetini arzu edersiniz ve elbette sizler komünizm gibi inkârcı ve yıkıcı cereyanların gizli ve aşikâr faaliyetlerini önlemek istersiniz. Ve yine elbette sizler, bir masum genci parçalamaktan binler daha korkunç ve tehlikeli olan imansızlığın, dinsizliğin ve ahlâksızlığın körpe dimağları zehirlemesine mani olmayı bir millî vazifeniz telakki edersiniz. Öyle ise bir an evvel, süratle, bütün hakiki dini eserleri imha etmekle İslâm dinine nihayet vermek, vicdan-ı umumiyi ve efkâr-ı ammeyi tezelzüle uğratmak isteyenlerin faaliyetlerine ve amansız hücumlarına mani olmak suretiyle vatan severliğinizi ibraz ediniz! Bütün bir millet, belki bütün bir tarih ve Anadolu, taşıyla, toprağıyla, hem Âlem-i İslâm ve insaniyet sizden bunu bekliyor. Kur’an-ı Hakimin hakaikine perde çekmek isteyenlerin gizli veya aşikâr faaliyetlerini önlemenizi gözlüyorlar.
İkinci Cumhuriyetin Sayın Aza ve Erkânları !..
Biz hem sizlere, hem hükümetin bütün alâkadar mensuplarına, Risale-i Nur ve talebeleri mevzuunda her nevi malumatı arz etmeye hazırız. Esasen gizli hiçbir şey yoktur. İdarî ve adlî merciler her türlü incelemeyi ve araştırmayı yapmışlardır. Hal böyle iken, hakikat-ı İslâmiyenin ve imanın inkişafını arzu etmeyen ve Türk cemaatinin dini şuurla yüksek seciyeli olmasını çekemeyen ve bilhassa genç nesillerin mütenebbih ve kalpleri imanlı olmasını arzu etmeyen, her hadise ve her fırsattan istifade ederek bu memlekette anarşistlik tohumu ekmeye çalışan ve netice itibariyle memleket afakını kızıl rüzgârın cevelanına hazırlayan bir takım menfi unsurlar, binler teessüf ki: güneş gibi parlak ulvi hakikatları, vatan ve millet saadeti için çırpınan asil ruhları yok etmek gibi tahribatlara tevessül etmektedirler. Artık hadisenin tafsilatına girişmeyerek Risale-i Nur eserleri ve talebeleri hakkında yapılan uydurma isnatların asılsızlığını bir iki sözle beyan ederim; Merhum Üstaddan ve Nurlardan aldığımız ders ile; âlem-i insaniyetin saadetine yol açan ve bu gün Türkiye’de zuhur ederek hak ve hakikat nurları ile âlem-i beşeriyete ve kâinata ışıklar serpen, ihlâs aşkı ve Rıza’yı İlâhi şevki ile vücut bulan Risale-i Nurdan bir nebze bahsetmek istiyorum:
Ey bu memleketin idaresini deruhte edenler! Ve ey bin seneye yakın Kur’an-ı Hakimin bayraktarı ve âlem-i İslâmın kumandanı olarak cihanda en kudsi ve en ulvi vazife ile nur-u Kur’an’ın hadimi ve naşiri olan bir milletin evlatları!
Hem hadisat-ı alemin şahadetiyle hem merhum Said-i Nursi’nin kuvvetli ve beşaretli ihbarıyla görünüyor ki: nev-i beşer uyanmış ve hak dini arıyor. Fıtrat-ı insaniyeyi tatmin edecek bir hakikat taharri ediyor. Bu hakikat hiç şüphe yok ki, ezel ve ebedi bir birine bağlıyan, fert ve cemiyetin dünyevi ve uhrevi bütün saadet düsturlarını havi olan hakikat-ı Kur’an’iye ve İslâmiyyedir. Almanya’da Amerika’da, İsveç, Norveç ve Finlandiya ve sair memleketlerde cüz-i ve külli İslâm dinine karşı bir meyelan ve arzu var.
Demek, değil yalnız alem-i İslam, işte alem-i insaniyet ve belki bütün beşer, hakikat-ı Kur’an-i ye yi taharri ediyor. Tâ, ruhunun ebedi ihtiyaç ve arzularını onunla tatmin etsin ve kâinatın tehacümatından mahiyetini kurtarsın. Evet, dost ve düşman umum ehl-i aklın, şark ve garbın ittifakiyle; maddi ve manevi dünyevi ve uhrevi bütün saadet düsturları, medeniyet ve kemâlâtı insaniye, insaniyetin ve Kur’an’ın hakikatındandır. Şimdi âlem-i İslâm’a düşen vazife: insanlık aleminin bu şedit ihtiyacına muvafık ve kabiliyetine uygun ikna, izah ve isbat usulleriyle Kur’an hakikatlarının neşrinde ve hizmetinde bulunmaktır. Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi:
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı.
İşte bu en elzem ve yüksek vazife ve asırların beklediği muazzam hakikat, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki: Türk vatanında, Türk milleti içinde, zuhur etmiş ve Türk lisanı ile yarım asra yakın bir müddetten beri neşredilmektedir. Şimdi Türk hamiyetperverleri, kendi öz vatanlarında zuhur eden Kur’an’ın bu en nurani hakikatları olan Risale-i Nuru elde ederek dünya efkar-ı umumiyesine ders vermekle, şerefli ecdadımız gibi bu asrın icabatı olarak Kur’an ve İslâm hizmetinde bulunmalıyız.
Evet, maddi hiçbir kuvvet olmadığı halde, yalnız hakikatin güzelliği ve mu’cize-i Kur’anın ulviyeti ve berraklığı ile akıl ve kalpleri uyandıran, ihtizaza getiren, şehameti imaniye ve şefkat-i imaniyeyi ders veren Risale-i Nur, bu asırda dünyayı sarsan dehşetli hadiselere, komünizm cereyanlarına maruz kalan İslam cemaatini, Türk gençlerini vikaye ve muhafaza etmektedir.
Risale-i Nur etrafında ve neşrinde pervane misal çalışan Müslüman gençlerin, bu faaliyetlerinin sebep ve saiki nedir? Hangi menfaat ve gaye peşindedirler? diye varit olabilecek suale cevaben: Şerefli ecdadımızın ve kahraman Türklerin, dünyaya parmak ısıttıracak fedakârlık numuneleriyle islamiyyeyi dünyaya ilan etmek istemeleri nevinden ulvi ve kudsi bir hizmet şevki ile rıza-yı İlahi muhabbetiyle ve saadeti ebediye gayretiyle, vatan, millet, tarih ve ecdat sevgisi ile çalışmalarıdır. Başka bir türlü gaye ve saik düşünülemez. Ve olmadığı da incelemeler ve mahkeme kararları ile sabit olmuştur.
Gençliğin ruhunu ulvi mefkûrelerle doldurmak, onları başıboşluktan kurtarıp şuurlu, vekârlı ve menfaatli birer insan yapmak emelini vicdanında hissedenler, elbette Kur’an’ın ve İslamiyetin hakikatlerine sarılmak mecburiyetindedirler.
Maruzatıma şu maddelerle son veriyorum:
1-Risale-i Nur eserleri müsadere edilmek şöyle dursun, devlet ve hükümetçe ele alınarak yeni baştan Anadolu’nun her köşesinde, âlem-i İslâm ve insaniyete neşredilmeye elyak ve hem çok lâzım, aynı zamanda zamanın telâkkisine ve asr-ı hazırın idrakine hitap edici mahiyette yüksek eserlerdir. Her bir mesele-i diniye, delâil-i akliye ve mantıkıye ile isbat ve izah edilmiş olup hiçbir şüpheye meydan bırakmayan, mukni eserlerdir. Gerek maarif, gerek Diyanet dairelerinde ele alınıp okutulmaya ve neşredilmeye değer kıymettedirler.
2-Risale-i Nur hakkında bu kanaatler benim gibi bir acizden değil bu memlekette milyonlar okuyuculardan ve binler salâhiyettar şahıslardan gelmektedir. Bu itibarla Risale-i Nur mevzuunda, salâhiyettar zatların ehl-i ilim ve hakikatın kanaatı alınması gerekmektedir. ,
3-Manevi tahribatıyla efkâr ve kulubu ifsat etmeye çalışan solcu cereyanların tahripkâr ve inkarcı istilasından genç nesilleri muhafaza için Risale-i Nur namındaki eserlerin devlet ve hükümetçe ele alınması en büyük bir vazifedir. Çünkü Risale-i Nur otuz-kırk seneden beri bu memlekette en başta komünizm olarak yıkıcı ve inkârcı cereyanlara, tek başıyla mukabele ettiğinden, bu tehlikeye karşı bir sedd-i Kur’an vazifesini gördüğü aşikâr ve zahir olmuştur.
4-Uydurma isnatlar ki: Cemiyetçilik, emniyeti ihlâl v.s. gibi ittihamların asılsızlığı, kırk senelik uzun bir devrenin şehadetiyle, müteaddit mahkeme ve emniyet dairelerinin tahkikat ve incelemeleriyle tebeyyün etmiştir. Bilakis bu memlekette hiçbir karışıklığa meydan vermeyen ve daima yapıcı müsbet hareketleri ders veren, iman, ahlâk, fazilet şevkat ve merhamet esaslarını talim ve tahkim eden Risale-i Nur’un Anadolu’daki intişarı neticesi olarak, kışkırtıcı cereyanlar, menfi gayelerine muvaffak olamıyorlar. İşte en bariz bir hakikat ve en ziyade takdire değer bir keyfiyet ki: biz onunla ittiham ediliyoruz. Ne garip bir tecelli ki: hak ve hakikat zıddı ile ittiham edilmektedir. Fakat Rahmet-i İlahiye’den ümit ederiz ki, daima hak galip ve hakikat üstün olacaktır.
5-Bu kadar bariz hakikatlardan ve yarım asra yaklaşan uzun bir tahkikattan sonra, vatandaşlarla beraber, emniyet ve adliye dairelerinin müsbet karar ve takdirleri de olduğu halde, bazı menfi gayretkeşlerin ve solcu unsurların desise ve iftiraları ile veya tahriki ile hükümet erkânının ve devlet ricalinin haberi olmadan bir tamimle (bir kaçı müstesna) bütün hakikatli dini eserlerle birlikte Risale-i Nur mecmualarının müsaderesine ve imhasına dair her hangi bir Sulh Ceza Mahkemesinin kararına dayanarak ve 1930’dan 1961 senesine kadar verilen 40’dan ziyade Asliye Ceza, Sulh Ceza ve Ağır Ceza Mahkemelerinin beraat kararları ve Sorgu Hakimliklerinin men-i muhakeme ve Cumhuriyet Müddeiumumiliklerinin takipsizlik kararı nazara alınmayarak Dahiliye Vekâletince yapılan tamim yersizdir. Bütün MAHKEMELERİ MAHKUM ETMEK DEMEKTİR. Ve bunun neticesi olarak yapılacak hareketler Türk vatanında İslâmiyet ve Kur’an aleyhinde ittihaz olunan ve tarih sahifelerinde eşine nadir rastlanan dehşetli bir hadisedir. Ve ikinci Cumhuriyeti millet nazarında düşürmek gibi devlete karşıda en büyük bir hıyanettir. Ve bütün millet efradının ve istikbal nesillerinin mânen idamına hükmetmek gibi korkunç bir teşebbüstür.
Bu itibarla hükümetin bütün erkân ve azasından ve ikinci Cumhuriyet mensuplarından, hak ve hürriyete çalışan bütün vatanperverlerden umumen rica ederek ve onlara bu acıklı ve müthiş hadiseyi haber vererek maruzatıma nihayet veriyorum. Saygılarımla.
Üstad merhum Said Nursi’nin 1946 senesinde o zaman iktidarda bulunan hükümete gönderdiği bir istidasından şu parçaları nazarınıza takdim ediyorum:
“Bin seneden beri Alem-i İslamiyeti kahramanlığıyla memnun eden ve vahdet-i İslamiyeyi muhafaza eden ve alem-i beşeriyetin küfr-ü mutlaktan dalâletten şanlı bir suretle kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ana ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve doğrudan doğruya hakaik-i Kuraniyye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız; size kat’iyen haber veriyorum ve kat-i hüccetleriyle isbat ederim ki; Alem-i İslamın muhabbet ve uhuvveti yerine dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi Alem-i İslamı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup, Alem-i İslam’ın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk Milletinin parça parça olmasına ve Şark-ı Şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet vereceksiniz.
Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlakın, istibdad-ı mutlakı, sefahat-ı mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini alet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak ancak, İslamiyet hakikatiyle meczolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini İslamiyette bulmuş olan bu milletteki din kuvveti iman bütünlüğüdür. Evet, bu milletin hamiyet perverleri, milliyet perverleri her şeyden evvel; bu mümteziç, müttehid milliyetin bu can damarı hükmünde olan hakaik-i Kur’aniyeyi, terbiye-i medeniye yerine ikame etmek ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur İnşallah.
…Evet, bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an’ane-i İslamiye ile, ruh ve kalp ile bağlanmış. Zahiren, muhalif fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfuru etse de kalben bağlanmaz.
Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa, anarşist olur, bir kayd altında kalamaz. İstibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbir ile idare edilemez.
Bu asrın Kur’ana şiddet-i ihtiyacını hissetmekle, İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.
Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve madem sizde herkes gibi kabre koşuyorsunuz. Ve madem o kat’i ölüm, ehl-i dalâlet için idam-ı ebedidir. Yüzbin cemiyetçilik ve dünya perestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez. Ve madem Kur’an, o idam-ı ebediyi, ehl-i iman için terhis teskeresine çevirdiğini güneş gibi ispat eden Risale-i Nur elinize geçmiş. Ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor. Bilakis, dikkat eden feylesofları imana getiriyor. Ve bu on iki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ulemadan mürekkep ehl-i vukufunuz, Risale-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler. Ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber hücum eden dehşetli cereyanlara karşı, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ani olduğuna, Türk milletinden hususan mektep görmüş gençlerden yüzbin şahit gösterebilirim. Elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevi çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz. Bir parçada âhiret hesabına konuşan benim gibi kabir kapısında vatandaşların haline ağlayan bir bi-çareyi dinlemek lâzımdır.”
SAİD NURSİ
5.5.1961
Adres:
Mustafa Sungur
Çankırı caddesi Armutlu sokak No:13
ANKARA