Şüphesiz iş tamâmıyla Allah’a âittir

Şüphesiz iş tamâmıyla Allah’a âittir

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Sûresi 154-157. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

154-Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize bir emniyet, bir uyku indirdi ki, (o hâl) içinizden bir tâifeyi (samîmî mü’minleri) bürüyordu; (münâfıklardan) bir tâife de vardı ki, doğrusu nefisleri, kendilerini derde düşürmüş, Allah hakkında haksız yere, câhiliye zannıyla zanda bulunuyorlardı. “Bu işten (zafer ve galibiyet va‘dinden) bize bir şey var mı?” diyorlardı.
(Ey Resûlüm!) De ki: “Şübhesiz iş tamâmıyla Allah’a âiddir!”(1) Sana açıklayamayacaklarını içlerinde gizliyorlar. (Birbirlerine:) “Eğer (Muhammed’in dediği gibi) bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik” diyorlardı.
De ki: “Evlerinizde bile bulunsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, (öldürülerek) yatacakları yerlere mutlaka çıkıp giderlerdi!” Artık (bu, birçok hikmetler ve) Allah’ın sînelerinizde olanı denemesi, hem kalblerinizde olanı temizlemesi içindir. Çünki Allah, sînelerin içinde olanı hakkıyla bilendir.

155-Şübhesiz ki (Uhud’da) iki ordu karşılaştığı gün, içinizden geri dönüp gidenler yok mu, şeytan ancak, yaptıkları bazı şeyler (hatâlar) yüzünden onları(n ayaklarını îmandan) kaydırmak istemişti. Buna rağmen and olsun ki Allah onları affetti. Muhakkak ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Halîm (azabda hiç acele etmeyen)dir.

156-Ey îmân edenler! İnkâr eden ve kardeşleri hakkında yeryüzünde yolculuğa çıktıkları veya gaziler oldukları (savaşa gittikleri) zaman: “Eğer yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi!” diyenler gibi olmayın ki, Allah bunu (bu sözü) onların kalblerinde bir hasret (ve pişmanlık) kılsın! Çünki hayâtı veren de öldüren de (ancak) Allah’dır. Allah ise, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.

157-Ve şânım hakkı için, eğer Allah yolunda öldürülür veya (o yolda iken) ölürseniz, elbette Allah’dan bir mağfiret ve bir rahmet, onların (dünyada) toplamakta olduklarından daha hayırlıdır!(2)

---
(1)“Eğer denilse: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mâdem Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn’dir (âlemlerin Rabbinin sevgilisidir). Hem elindeki hak ve lisânındaki hakīkattır. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir! Ve bir avuç su ile bir orduyu sular! Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyâfet verir! Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunlar gibi bin mu‘cizât sâhibi olan bir Kumandan-ı Rabbânî, nasıl oluyor, Uhud’un nihâyetinde (sonunda) ve Huneyn’in bidâyetinde (başında) mağlûb oluyor?
El-cevab: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev‘-i beşere (tüm insanlığa) muktedâ (uyulacak kişi) ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki o nev‘-i insânî, hayât-ı ictimâiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensinler ve Hakîm-i zü’l-Kemâl’in kavânîn-i meşîetine (irâdesinin kānunlarına) itâata alışsınlar ve desâtîr-i hikmetine (hikmetinin düsturlarına) tevfîk-ı hareket etsinler (uygun davransınlar). Eğer Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayât-ı ictimâiye ve şahsiyesinde dâimâ hârikulâdelere ve mu‘cizelere istinâd etse (dayansa) idi, o vakit imâm-ı mutlak ve rehber-i ekber (en büyük rehber) olamazdı.” (Lem‘alar, 13. Lem‘a, 82-83)

(2)“Bir nefer, bir saat işkence altında şehîd edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa, ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehîd olduktan sonra ona sorulabilse: ‘Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım’ diyecektir.” (Mektûbât, 15. Mektûb, 45)