Özlem ALBAYRAK
Suriye mazlumlarına tek çare: İran-Türkiye işbirliği
İçindi bulunduğumuz yılın başlarında Mısır'da halk hareketinin başladığı dönemde yazdığım "Mısır'ı Bırak Suriye'ye Bak" (01/02/2011) başlıklı yazıda, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın o dönem Wall Street Journal'a verdiği ve "Tunus, Mısır ve Yemen'deki protesto gösterileri, Ortadoğu'da yeni bir çağa öncülük ediyor. Arap yöneticilerinin halkın siyasi ve ekonomik isteklerini yerine getirmek için daha fazlasını yapması gerekecek" dediği röportajını analiz etmiş ve Mısır'da gösteriler başladı diye ülke genelinde interneti kestiren bir diktatörün, Hama katliamının sorumlusu olan eli kanlı bir Baasçı'nın havalı cümleler kurdu diye başkalaşıp, demokratik bir lidere dönüşmeyeceğinden sözetmiştim.
Suriye'de bir halk patlaması olursa, bunun sonuçları çok daha ağır olacak, çok daha büyük oranda can kaybı sözkonusu olacak ve bundan Mısır'da olduğu gibi romantik manzaralar çıkmayacak, demekti niyetim. Demiştim.
Nitekim Suriye'deki, Hama katliamında 40 bin kişinin gözünü kırpmadan öldüren, 20 binin üzerinde insanını gözaltında kaybeden, 800 bin kişiden fazlasının ülkeden kaçmasına neden olan, Suriye'de Müslüman Kardeşler'e üye olan herhangi bir canlıyı yakaladığı an idamla yargılayan ve cezayı hemen infaz eden bir yönetimin devamıydı.
O yazının üstünden çok geçti, Mısır görece sükunete erdi, Libya hiç istemediğimiz noktalara sürüklendi, Suriye ise tam da öngördüğümüz bir zalimliğin büyük sahnesine dönüştü.
Bugün can havliyle Suriye'den kaçıp Türkiye'ye sığınan mültecilerin sayısı 15 bine yaklaşmış durumda. Esad, uluslararası arenaya reform sözü veriyor, ama içeride her gün tankla topla, silahla mermiyle kendi vatandaşını katletmeye devam ediyor.
Türkiye, zalim-zulüm-mazlum ekseninde uyardıkça da, hükümete diş biliyor.
Önceki hafta içinde Suriye askerlerinin Türkiye sınırı yakınlarına asker yığınağı yaptığı haberi geldi. Dün ise Lübnan basınından El Akbar'a göre, Suriye yönetimi Türkiye'yi "Batı'yı mutlu etmeye çalışmak" ve "fırsatçı davranmak"la suçlayarak Tahran'a şikayet etti. Habere göre, Hamaney de, "NATO Suriye'ye saldırırsa Türkiye topraklarındaki hedefleri vururuz" dedi.
Oysa Türkiye'nin dış politika önceliklerinin Batı, Avrupa Birliği ve ABD ile işbirliğine dayanan yörüngesinden çıktığına dair yorumlar da, Türkiye'nin Suriye ve bölge ülkeleriyle tesis ettiği yakınlaşma ve "sıfır sorun" politikasından ötürü yapılmıştı. Ne oldu da, bu eleştirilerin müsebbiblerinden biri konumundaki Suriye, Türkiye'nin en başından bu yana müdahale olmasın diye uğruna ciddi risk üstlendiği Suriye, Türk hükümetini Batı'yı mutlu etmeye çalışmakla suçlar hale geldi?
Üstelik, son 10 yıldır yalnızlaşmış ve dünyayla ilişkisi haniyse sıfır noktasına gerilemiş bulunan Suriye'ye dostluk gösteren tek ülke Türkiye olmuşken, bölgede Suriye'nin adı Türkiye sayesinde anılır hale gelmişken...
Diktatörler tam da böyle davranır işte.
Herkesin hain olduğu, herkesin kendisini düşürmeye çalıştığı sanrısıyla maluldür ve çoğunlukla asıl kendi yaptığının "hainlik" olduğunu bile bile, dostları ya da yakınları gibi bir ayrıma bile gitmeden ilk eleştiride, çıkarır dikenlerini, silahlarını ve temizliğe girişir.
Gücünün yettiğine kendisi vurur, yetmediğine ise fitneyle vurur. Suriye'nin İran'la Türkiye'nin arasını açma çabaları da tam bunu gösterir nitelikte bir gelişme.
Oysa Suriye konusunun tek çözüm merci Türkiye değil. Nükleer çalışmaları ve İsrail nedenleri dolayısıyla Batı tarafından gittikçe daha çok yalnızlaştırılan İran'ın da Suriye'ye gerekli uyarıları yapması, en azından verdiği örtülü desteği çekmesi, onu yapamıyorsa bile bu desteği apaçık dillendirmekten imtina etmesi gerekirdi.
Çünkü, İran'ın bırakın Batı'yı, nükleer silahlanma nedeniyle Kuveyt, BAE ve bölgedeki diğer arap ülkeleri nezdindeki meşruiyeti için bu bir fırsat anlamına gelirdi.
Nitekim, uluslar arası strateji, pragmatik dışişleri politikaları filan bir yana bırakılsa bile, (ki bu durumda bırakılmalı da) meseleye sadece mazlumlar üzerinden bakmak ve Suriye'nin silahsız masum vatandaşlarını katletmesine karşı çıkmak, İran'a uluslar arası camiada inanılmaz bir prestij kazandırırdı.
Üstelik Türkiye gibi Sünni, İran gibi Şii devletlerin Esad rejimi karşısında aynı kararlılıkla durması, Suriye'de önümüzdeki günlerde ortaya çıkacağı belirtilen olası bir şii-sünni çatışmasının da önüne geçerdi.
Bu fırsat, hala kaçırılmış değil. Türkiye'yle birlikte İran'ın da bu zulme "dur" demesi gerekiyor. Bunun nasıl sağlanabileceğini bilmiyorum ama Türk diplomasisi biraz da İran üzerinde çalışsa, hem İran'ın, hem Türkiye'nin hem de Suriye'nin masumlarının hayrına olacağa benziyor.
En azından buradan bakınca öyle gözüküyor.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.