Tülay KARATEKİN

Tülay KARATEKİN

Tabela

Bilinmezlik 40, ötesi 200 km.
Yine yalnız geçen ıssız bir gecenin ardından güneş bütün samimiyetiyle aralıyordu gözlerini. Bulunduğu yerden bir santim bile uzaklaşamayacağını bildiği halde her sabah güneşi ilk karşılayanlardan biri olmak, ilikleri donduran çetin soğuğa rağmen onu mutlu etmeye yetiyordu.

Kış çok soğuk geçiyordu. Bütün gece aralıksız yağan kar etrafı adeta beyaz bir karanlığa bürümüştü. Sanki gizli bir el, tabiat haremini gizlesin diye üzerine beyaz bir örtü çekiyor onu saklamaya çalışıyor. O da bu fırtınadan nasibini almıştı. Başını topak topak karlar kaplamış, kakülü andıran buz saçakları gözlerini kapatmaya yeltenmişti. Aslında alışkındı buna; ne yazlar, ne baharlar ve ne kara kışlar geçirmişti bu yolun kıyısında. Durduğu yerin karşısında kocaman bir söğüt ağacı vardı. Sol tarafında, bulunduğu yerden ucu bucağı yokmuş gibi duran tarlalar uzanıyordu. Emek verilen bu fedakâr toprakların ucu sonsuza mı dayanıyordu. Neydi sonsuzluk? İlkbaharda gelen kırmızı traktörü ve üzerindeki hasır şapkalı adamı hatırladı birden. Adamın, içinden kan fışkıracakmış gibi duran al yanakları kırmızı ablak bir suratı, pos bıyıkları ve her daim sert bakan kahverengi gözleri vardı. Hep soğuk ve ilgisiz olan bu adam her bahar yanından büyük bir gürültüyle geçer; ama hiçbir zaman onu fark etmezdi.

Yolun karşı tarafında ise art arda sıralanmış birkaç tepecik ve onun on kilometre ötesinde küçük bir köy duruyordu. Köy bile denemezdi aslında, ışıkları söndü sönecek gibi duran beş altı ev. Onlar da bu soğuk kış sabahında üşüyormuş gibi birbirlerine daha bir sokuluyor, bazı evlerin penceresinden süzülen cansız ışıkla ısınmaya çalışıyordu. Evlerin de ötesinde zirveleri beyazla buluşmuş şekliyle göğe daha bir yakışan sıra dağlar… Ötenin ötesi mavi bir sonsuzluk…

Bundan ibaretti bütün dünyası, ne yerinden kıpırdayamaması ne bütün bir hayatını paslanıp çürüyene kadar aynı yerde geçirmeye mahkûm olması ne de soğuk olması; sadece dünyadaki her şey hizmetine verilen, yaratılan en yüce varlığın, en sevgili olan insanın umursamazlığı üzüyordu onu. Fark edilmemekti ağırına giden. Çürüyüp de yok olmaya razıydı, ah bir yudum ilgi, okşayan gözlerle bir çift bakış her şeye değerdir.

Tam seksen beş yıldır ayakları toprağın bağrındaydı. Yanından gelip geçen taşıtlar hariç başka hiçbir şey görmemişti. Arabalar, kamyonlar, otobüsler, traktörler ve yıllar önce sık sık gelip geçen at arabaları… En çok da at arabalarını seviyordu. Yolun ucunu gözlerken gördüğü bir at arabası onun çocuklar gibi mutlu etmeye yetiyordu; çünkü insan denen varlık en çok da onun üzerinde sevecen ve sıcaktı. Sonradan gizlendi insan camlar ardına, o zaman daha bir mağrur kesildi. Her gün yanından büyük bir gürültüyle, yeri sarsarak geçen bu araçların içindeki insanlarla göz göze gelmek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Kimi göz ucuyla bakıyor, kimi de uzun uzun ama boş. Bazen cama yapışmış gibi duran sevimli küçük çocukların, bazen de etrafı seyre dalan kadınların dikkatini çekiyordu. Bazen hüzünlüydü gözler, bazen mutlu, bazen şaşkın ve bazen de ıslak…

Her ne kadar insanlar onun varlığından haberdar olmasa da o üzerinde duran rakamlarla insanoğlunun dikkatini çekmeyi başarıyordu. Bakışlar boş da olsa…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum